Bir süre önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Dersim katliamı ile ilgili bazı belgeleri açıklaması, konuya ilişkin yoğun tartışmaları da beraberinde getirdi. Aslında Dersim katliamı konusu gündeme yeni gelmiş bir mesele değil. Basında, medyada yıllardır gündeme gelen , üzerinde yazılar yazılan, diziler, kitaplar yayınlanan bir konudur. Geçen yıl da yine bu konu, Onur Öymen'in meclisteki bir konuşması üzerine boylu boyunca tartışılmıştı. Ancak bir fâcia/katliam, belgeleriyle, bu kadar üst düzeyde, ilk defa dile getirilmekteydi.
Dersim, sarp kayalık ve dağlarla çevrili, çetin tabiat şartlarına sahip bir bölgedir. Adeta doğal bir müstahkem gibidir. Tarihte burada asayişsizlikler pek eksik olmadığı gibi zaman zaman isyanlara da yataklık etmiştir. Osmanlı döneminde, özellikle Tanzimat sonrasında devlet yapısının merkeziyetçileşme ve modernleşme eğilimi göstermesi ile, her zaman bu sürece uyum sağlamadığı ileri sürülen 'Dersim' bir sorun olarak görülmüştür.
Bu bölge ile ilgili raporlar daha Sultan II. Abdülhamid döneminde kaleme alınmıştır. Örneğin, Osmanlı devlet ricâlinden Mehmed Arif Bey, Dersim civarında mutasarrıf olarak görev yaptığı döneme ilişkin bir rapor da yazmış / ayrıca "Binbir Hadis" adlı eserinde (Ceride Matbaası, Kahire 1325), 892. Hadis'in şerhi babında Alevi-Bektaşiler ve Dersim bölgesi ile uzun bir malumât yazar.(a.g.e: Sahife: 401-415)
Bu dönemde ve İttihat-Terakki yönetiminde ise yine Dersim' yönelik bazı tenkil harekatları olur. Özellikle Kuzucanlı Şah Hüseyinoğlu Şah Hüseyin Bey'e yönelik tenkil harekatı ön plana çıkar. Ancak, harekat sırasında yakalananlar bilahare affedilerek salıverilirler. (BOA, YPRK.UM, 13/53; DH.MKT, 2777/21;DH.MUİ, 19-1/71))
Diğer yandan da araştırmacı Baha Said'e alan araştırmaları yaptırılır. (Baha Said, Türkiye'de Alevî, Bektaşî, Ahî Ve Nusayri Zümreleri, Haz: Dr. İsmail Görkem, Kültür Bakanlığı Yay.). 1914 yılında ise, Müşîr İbrahim Paşa'nın idaresindeki askerler tarafından bölgede yeni ve kapsamlı bir harekat düzenlenir. İttihatçıların tertip ettiği bu harekatta ilk defa ciddi insan kaybı olur. Ardından, 17 kişi hakkında çeşitli cezalar tertip edilir. Bunlardan beşi yakalanır onikisi hakkında ise gıyabi karar verilir. Haklarında gıyabi karar verilenlerin üçü idama, diğer dokuz kişi ise üçer sene küreğe mahküm edilir. Ancak, I. Cihan Harbi'nin baş göstermesi ile nazik bir durum söz konusu olduğundan firardaki 12 kişi hakkındaki adli takibat tecil edilir. Ve böylelikle cezadan kurtulurlar. (BOA, BEO, 20/4-316022, 4-320826)
Savaştan sonra ise Mütareke devrindeki bir kısım askerî kayıtlarda, Dersimliler bazı yağma ve hırsızlık olaylarından dolayı 'eşkıya' olarak nitelendirilmiş, ve tenkil edilmeleri lüzumu ifade edilmiştir (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Eylül 1954, Sayı:9; Mart 1955, Sayı: 11). Ancak, Mütareke döneminin şartlarından dolayı böyle bir harekata girişilmez.
İstiklal harbi döneminde ise, Ankara hükümeti Hacı Bektaş Dergâhı ile irtibat kurar. O sırada Dergâhın Dedebaba Postnişîni Salih Niyazi Dedebaba ve Çelebî Postnişîni Ahmed Cemaleddin Çelebî ile görüşülür. Eski Konya Valisi ve Çorum Mutasarrıfı Cemal Bardakçı bu konuda arabulucu olur. Mustafa Kemal 1921'de Hacı Bektaş'ı ziyaret eder. Bazı kaynaklara göre, burada,-bugün bile içeriği açıklanmayan- Pirevi Protokolü'nün imzalandığı ifâde edilmektedir. ( Hülya Küçük, İstiklâl Savaşında Bektaşiler, Baki Öz, Kurtuluş Savaşı'nda Alevi-Bektaşiler, Can Yayınları, 1990; Cemal Bardakçı, Kızılbaşlık Nedir, İstanbul, 1945) .
Bu kaynaklarda Alevilerin Mustafa Kemal'i "Mehdi" olarak algıladığı da belirtilmektedir. Zaten bazı resmi belgelerden Dersimli Alevilerden İstiklal Harbi enasında Milli mücadeleye ve Kuvay-ı Milliye'ye destek verdikleri kayıtlıdır. 24 Ocak 1924'te, Dersim Mebusları Ahmed Şükri ve Feridun Fikri ; Dersim_Nazımiye ahalisinin birçoğunun Kuvay-ı Milliye'ye destek ve hizmetleri dolayısıyle, Kuvay-ı Milliye Kanunu'na tatbiken taltif olunmalarına dair Meclis'e teklif verirler. Ve bu teklif 23/1/1924'teki oturumda kabul edilip başvekâlete tevdî edilir.
1923'teki seçimlerde, dönemin Bektaşi Çelebisi Veliyuddin Çelebi, Mustafa Kemal'in aday listesine oy verilmesi konusunda Dersim bölgesinin de aralarında olduğu bağlılarına 25 Nisan 1339/1923 tarihinde bir beyannâme dahi neşreder.
Ancak 1926 ve 1927 yıllarında, bazı yağma hareketleri bahane edilerek, geniş çaplı askeri harekat düzenlenir. Bu harekatlarda bazı Dersimliler İstiklal mahkemelerinde idam cezasına çarptırılır. Aileleri ise, Kayseri'de zorunlu ikamete tabi tutulur. Zaten Dahiliye Vekâleti Müfettişi Hamdi Bey ile, Hakkı Naşit Bey'in 1925'teki raporları ile bu harekata zemin hazırlanmıştı. Hamdi Bey raporunda Dersim'i "Cumhuriyet İçin Bir Çıban" olarak nitelendiriyordu. (Naşit Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1939, Shf.142)
1935'te Dersim için özel kanun çıkarılır. Sarp dağlarla çevrili, aşiret hayatının hüküm sürdüğü bu doğal müstahkeme, medeniyet (!) götürülmesi bahanesi ile askeri harekatlar yapılması kararlaştırılır. 10 Ocak 1936'da, Dersim/Tunceli Valiliğine bakanlar kurulu kararı ve Mustafa Kemal'in imzasıyla Korgeneral Hüseyin Abdullah Alpdoğan tayin edilir. Ve Dersim'e yönelik benzeri hiç görülmemiş, en ağır askeri harekat başlar. Harekat 1936, 1937 ve 1938 Ağustosunda olmak üzere üç aşamalı olarak gerçekleştirilir. Harekat en çok Nazımiye ve Hozat bölgelerinde yoğunlaştırılır. Harekatta, Korgeneral Hüseyin Abdullah Alpdoğan'ın raporlarına göre mitralyözler ve 9 savaş uçağı kullanılır. Harekatlar sonunda, elde edilen kayıt ve raporların toplamına göre 48. 582 kişi öldürülür. 12.000 civarında insan sürgüne gönderilir. Vilayet adeta boşaltılır..Gerekçe olarak da, Dersim'in medeniyete açık olmadığı, köprü inşaatlarının bile engellendiği, devletin orada hakimiyet tesis edemediği, haydutluğun önünün alınamadığı belirtilmiştir.
Ancak, 20'li yıllarda Dersimli ahali'nin müracaatları üzerine ,Dersim Mebusları Ahmed Şükri ve Feridun Fikri'nin, gerek Çemişgezek'te, gerekse Pülümür'de köprülerin bir an önce inşa edilmesine dair defaatle verdikleri önergeler devlet arşivlerinde bulunmaktadır.
Bu makalemi Bediüzzaman'ın Dersim Faciası ile ilgili bugüne değin yayınlanmamış şu sözleri ile bitiriyorum:
"Bin dokuzyüz otuzsekiz (1938) senesinde "Dersim Fâciası" ki Doğu Mecmuası'nın 17. sayısında "Doğu Fâciası" serlevhasıyle , bu vak'anın tam tamına aynını yazdı ki, hiç dünyada emsâli vukû bulmamış öyle bir zındıklık, münafıklık ve vatan ve millete haddsiz bir düşmanlık olduğunu kat'i isbât ediyor. Elbette, öyle fevkalâde cânî, canavar memurlara bin def'a zındık dense, değil suç olmak bilakis tasdik ile mukâbele lâzım."
"İşte o dâvanın doğruluğuna delâlet eden yüz emâreden tek bir emâresi; Bindokuzyüzotuzsekiz (1938) 'deki "Dersim Faciası" nda binler mâsumları, ihtiyar kadınları hem öldürüp, hem ateşlere atmak ve bir isyan tevehhümü ve ihtimâli yüzünden yaktırması, "Beşinci Şuâ"nın o hükmünü kat'i ve hakikat olarak gözlerine sokuyor. "
Yeni Şafak