Anayasa Mahkemesi'nin Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'daki ''maddi zararın karşılanması'' hükmünün iptali istemli başvuruyu ret gerekçesi Resmi Gazete'de yayımlandı.
Elazığ İdare Mahkemesi, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un bazı maddelerinde düzenlenen maddi zararın karşılanmasına ilişkin hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.
İptal başvurusunda, terör ve terörle mücadele nedeniyle manevi zarara uğrayanların zararlarının yargı denetimi dışında kaldığı ifade edildi.
Terör ve terörle mücadeleden doğan ve toplumun belli bir kesiminin uğradığı zararların, yalnızca maddi zararlardan oluştuğunu söyleyebilmenin mümkün olmadığı savunulan başvuruda, terör olaylarının insanları daha çok korku, endişe, yakınlarını kaybetme, yaşadığı yerden ayrılmak zorunda bırakma gibi manevi zarara uğrattığı belirtildi.
Başvuruda, ''Devletin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği terör olaylarından toplumun yalnız belli bir kesiminin etkilenmesinin sosyal adaletsizliği doğuracağı açık bulunduğundan, devletin bu aşamada yapacağı yasal düzenlemelerle toplumun zarara uğrayan kesiminin maddi ve manevi zararlarının karşılanması Anayasal zorunluluktur'' denildi.
Yasanın maddi tazminata ilişkin hükümlerinin Anayasa'nın ''hukuk devleti'', ''sosyal devlet'' ve ''yargıya başvurma ve adil yargılanma hakkı'' ilkelerine aykırı olduğu öne sürülen başvuruda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu konuda 1998 yılında verdiği bir kararda da maddi tazminatın yanında manevi tazminat verilmesi gerektiğine hükmettiği anımsatıldı.
''YARGI YOLUNU KAPATAN BİR HÜKÜM İÇERMEMEKTEDİR''
Başvuruyu oy birliğiyle reddeden Anayasa Mahkemesi'nin gerekçesinde, yasanın ve maddi zararın karşılanmasına ilişkin hükümlerinin güttüğü amaç anlatıldı.
Gerekçede, 5233 sayılı yasanın, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlandığı ve buna ilişkin esasların ayrıntılı olarak kurala bağlandığı kaydedildi.
İdarenin, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları kusur sorumluluğu ilkesi uyarınca tazminle yükümlü olduğu belirtilen gerekçede, bazen idarenin, kusur koşulu ve nedensellik bağı aranmadan da meydana gelen bazı zararlardan sorumlu olabildiğine dikkat çekildi.
Bunların, idarenin kendi faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği zararlar olduğu anlatılan gerekçede, 5233 sayılı yasada yer alan sorumluluğun dayanağını da kusursuz sorumluluğun bir türü olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen ''sosyal risk ilkesi''nin oluşturduğu kaydedildi.
Gerekçede, şunlara yer verildi:
''Terör ve terörle mücadeleden doğan, ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı yasadaki düzenlemeler, yasa koyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasa koyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda, maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece maddi olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir.
Yasada bu zararlardan manevi olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek, Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir.''
Yasanın, terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde ödenecek maddi tazminat miktarıyla ödeme usulünün belirlenmesine ilişkin 9. maddesini de görüşen Yüksek Mahkeme, ölüm halinde mirasçılara, 7000 gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucunda bulunan miktarın elli katı tutarında nakdi ödeme yapılacağının kurala bağlandığını anımsattı.
Gerekçede, gösterge ve katsayı rakamlarının her yıl artış göstermesi nedeniyle, son işlem tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamlarının esas alınmasının, tazminat alacaklısının lehine bir uygulama olduğu kaydedildi.
Gerekçede, sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek tazminat miktarının yasa koyucu tarafından yasayla belirlenmesinin Anayasa'da güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmayacağı ifade edildi.
Haber 7