Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
Doğu ve Güneydoğu’yu kapsayan seri röportajların bugünkü konuğu Gaziantep Köprü Eğitim ve Kültür Derneğinin Başkanı ve aynı zamanda eczacı olan Mustafa Erdoğan.
Mustafa Erdoğan kimdir?
Şanlıurfa’nın Suruç İlçesinin bir köyünde dünyaya geldi. Köylü arkadaşları gibi kendisi de Türkçe’yi İlkokulda öğrendi. Önce hazırlık okulu gibi Türkçe öğrendi daha sonra eğitime devam etti.
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden mezun oldu. 16 yıldır Gaziantep’te Eczacılık yapıyor. Köprü Eğitim ve Kültür Derneğinin Başkanlığını da fahri olarak yürütüyor. Eğitime devam kararı alan Erdoğan, ikinci üniversite olarak İktisat Fakültesini kazandı ve öğrenciliği devam ediyor.
Dernek aracılığı ile bir kısım eğitim faaliyetlerine destek veren Erdoğan, öğrencilere seminerler ve konferanslar düzenliyor.
Sizce “Demokratik Açılım” neler getirip neler götürür?
Hükümetin başlatmış olduğu bu açılımın adı önemli değil ama çok değişik isimler takılmaya başlandı. Kimileri “Demokratik Açılım” derken bazıları da “Kürt Açılımı” diyor. Bir kısım insanlar “Huzur ve Güven Açılımı” diyor.
Eskiden beri telaffuz etmekte zorlanılan bir kelime vardı. Hatta çok uzun süre telaffuz edilmeyen, son zamanlarda da adeta zorlanarak telaffuz edilen bu kelime idi. Bu kelime Kürt kelimesidir.
O nedenle burada da aynı durum söz konusu başlatılan açılıma ne denirse densin doğrusu bu açılımın adı bana göre “Kürt Açılımı” olmalıdır. Çünkü, bir “Kürt Sorunu” var orta yerde kimse artık inkar edemez. Bu sorunun da çözülmesi kaçınılmazdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bu sorunun çözümü artık kaçınılmaz bir noktaya gelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti 1920’lerde kurulduğunda bu soruna çözüm üretilebilmiş olsaydı ve o gün temeller atılsaydı. Geçen bu zaman zarfında Türkiye daha az sıkıntı yaşamış olurdu. Gecikmesi sorunun büyümesine neden olmuş dolayısıyla Türkiye’nin kayıpları bugün çok daha fazla olmuştur. Çözümsüzlük devam ederse bu sorun artacaktır.
Daha açık bir ifade ile söylemek gerekirse. Şayet 1970’li veya 80’li yıllarda demokratik haklar hızla verilmiş olsaydı, sadece doğudaki insana değil, batıdakine de, kuzeydekine de, güneydekine de lazım olan demokratik haklar verilmiş olsaydı bugün bu kaos yaşanmış olmazdı. Eğer “Demokratik Açılım” denen bu proje sorunu çözemezse tekrar üstü örtülmeye çalışılırsa daha da büyür. Bugün belki kolayca çözebilecekken beklemeye alındığı takdirde ileride çok daha zor bir duruma gelir ve bugünkünden çok daha fazla maddi ve manevi enerji kaybına neden olur. Daha fazla tavizler vermek durumuyla karşı karşıya kalınabilir.
Mesela bundan 20-30 yıl önce bazı demokratik hakları vererek bu sorunu çözebilirlerdi. Ama bugün dünyanın geldiği noktada, kollektif haklar diye adlandırılan, ortak yönetim, herkesin kendini ortak bir şekilde yönettiği, kimsenin kimsenin evinde kendini misafir olarak hissetmediği, her ferdin yönetimi paylaşabildiği ve kendini yönetebildiği bir ortamın gerekeceği kanaatindeyim. Bugün bu sorun ancak böyle çözülür.
Açılıma karşı biraz tedirgin gibisiniz, çok fazla bir şey beklemiyor gibi konuşuyorsunuz yoksa ben mi yanlış anlıyorum?
Yok yok aksine geçmişe baktığımızda en güzel ortamı yaşadığımızı düşünüyorum. Sorunun çözümünde en rahat bir dönemi yaşıyoruz.
Benim söylemek istediğim geçmişte de buna benzer çok güzel fırsatlar vardı. Yapılabilecek çok şeyler vardı ama yapılmadı. O gün o fırsatları kaçırmayıp çözüm yolunda adım atılsaydı bugün sorun bu kadar büyümezdi demek istiyorum. Bugün de elimize bir fırsat geçmiş bu fırsat ile sorunu çözemezsek ileride bu sorun azalmaz aksine çok daha büyür.
Mesela bugün hükümet sorunu çözmede kimi muhatap alacağı konusunda eli hayli güçlüdür. İstediği kişi veya kişileri muhatap alabilir. Bunu yapmayıp bir on sene daha ertelerse korkarım o zaman bulduğu ile masaya oturmak zorunda kalacaktır.
O duruma düşerse anlaşmalar açısından çok büyük bir avantajını kaybetmiş olur. O nedenle ne yapıp yapmamasından çok hızlı davranması önemlidir ve unutulmaya bırakmamalıdır.
Bugün geldiğimiz noktayı nasıl izah edersiniz? Sanki bir bulanıklık söz konusu, her şey silik gibi görünüyor. Kim ne istiyor çok da net değil. Siz somut olarak ortaya bir şey koyabilecek misiniz, hükümete bir öneriniz var mı?
Aslında bugün Hükümeti oluşturan kişilerin bir zamanlar değişik iktidarlar döneminde belki muhalefette veya bulundukları sivil toplum kuruluşlarının programlarında bu sorunun sebep ve çarelerini dile getirmişlerdi. O nedenle bana göre AK Parti bu konuda net bir fikre sahiptir. Her ne kadar kamuoyuna bunu sunmuyorsa da kendisi ne yapacağını net bir şekilde biliyor. Ancak bunu kendisi empoze etmek istemiyor. Ve ayrıca bu sorunun çözümünü başkalarının önerileriymiş gibi yapmak istiyor. Ta ki, ulusal mutabakat sağlanmış olsun.
Sizce hükümet bu konuda neler biliyor? Net olarak bildiği şeyler nelerdir?
Benim bu noktada sorunu nasıl çözeceğini kestirmem mümkün değil. Ama hükümetin sorunu çözmek hususunda bir şeyler düşündüğü kanaatini taşıyorum. Yani kafasında bir şeyler var. Ama bunu açıklamıyor.
Bugün sorunun ne olduğunu herkes biliyor. Türkiye’de kendilerini Kürt olarak ifade eden, farklı bir dili olan ve farklı bir kültüre sahip ama Türkiye’nin genelinin inançlarını paylaşan aynı dine mensup bir toplum vardır. Bu toplum göz ardı edildiği için bugün problem olmuştur. Bu durum Türkiye’ye çok ciddi anlamda kan kaybettirmiştir. Çok ciddi anlamda maddi kayıplar verdirmiştir.
Sorun bilindiğine göre çaresi de bellidir. Demokratik hakların verilmesinden yola çıkarak başlanabilir. En sonunda kollektif hakların insanların kullanımına sunulması ile de tamamen bu sorun aşılır.
Diyelim ki bugün bazı demokratik haklar verildi. Ve talep edilen bir çok istek karşılandı. Bu durum sorunu bitirir mi? Kürtler artık bir şey istemeyecek mi? Yani bu gidiş nereye varır?
Öncelikle bu insanlardan korkmamak gerekir. Yani, insanların kendi demokratik haklarını kullanmalarından korkmamak lazım. Mesela insanlara hürriyeti verdiğinizde “acaba bu insan ne yapar” diye düşünürseniz yanlış olur. Yasalar ve kanunlar yanlışa göre yapılmaz doğruya göre yapılır. Bıçakla insan öldürülebilir diye bıçağı yasaklamanın bir mantığı yoktur. Adam öldürme niyetinde olan bir kişi başka bir alet bularak da bu işi gerçekleştirir.
Yani şu anda ne istenildiğine bakılmalıdır. Bu gün istenilen şeyler makul ise evet denmelidir ve gereği yapılmalıdır. Ha bu yapıldıktan sonra başka bir şey isterse o zaman o günün şartlarında da ona bakılır o da makul ise yapılır yoksa “hayır” denir yapılmaz.
Zaten şu anda hükümetin geldiği noktaya baktığımızda ana dilde eğitim hakkını vereceği artık mecburi hale gelmiş bulunuyor. Bana göre bu hak artık verilecektir. Kamuoyunda da bu hakkın verilmesi hususunda %70-80’ler seviyesinde ulusal mutabakat da sağlanmış bulunuyor. O nedenle bu olacaktır.
Bir de Kürtlerin “Kültürel Kimliğinin” kabul edilmesi gerekir. Kürtçe konuşan kardeşlerimiz diyerek geçiştiremezsiniz. Bunlar Karadenizli değildir, güneyli de değildir. Farklı kültüre sahip insanlardır. Bu böyle kabul edilmelidir.
Yani Türkiye de Türkler var, Kürtler var, Araplar var vs. diğer milletler var ve bunların hepsi bu ülkeyi yönetir şekline dönüşmesi gerekir. Türkiye topraklarında doğmuş her vatandaş bu ülkenin Anayasal vatandaşıdır. Öyle kabul edilmeli ve o duruma getirilmelidir. Hiç kimse kendini bu ülkede misafir kabul etmemelidir.
Yani bu haklar sadece Kürtlere değil herkese verilmelidir. Alevi vatandaşlarımız kendilerini farklı görüyor ve göstermek istiyorsa onlara da bu imkan verilmelidir. Bu bir federasyon değildir. Bölmek değildir. Parçalamak hele hiç değildir. Azınlıklar var mesela onlara da her türlü haklı ve demokratik istekleri verilmelidir. Onlar da kendi kültürlerini yaşatmak istiyorlarsa yaşatsınlar. Osmanlı döneminde de bu böyle idi.
Aslında Lozan Antlaşması ile azınlıklara birçok haklar verilmiş. Hatta bugün çoğunluğa verilmeyen bir takım haklar azınlıklara verilmiş. Bu da hayli ilginçtir.
Muhalefetin tavrını nasıl yorumluyorsunuz? Hayli ciddi karşı çıkıyorlar.
Zaten Türkiye’nin en büyük handikapı bu ülkede ciddi bir muhalefetin olmamasıdır. Ayrıca bu ülke sorunlarını iyi bilip muhalefeti de peşinden sürükleyecek bir lider de yok. En büyük kaybımız da bundandır.
Klasik olarak her yapılana karşı çıkılıyor. Siyaset böyle yapılır zannediliyor. Mesela MHP’nin bu meseleye karşı çıkışını anlarım da CHP’yi anlamak mümkün değil. Öyle farklı bir tarzda muhalefet yapıyor ki, mesela bir konuda beş yıllık beyanatını toplayın bir araya getirin o konuda net olarak ne dediğini anlayamazsınız. Birbirine taban tabana zıt söylemleri dile getirdiğini göreceksiniz.
İsimlerin değiştirilmesi konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye uluslararası arenada mesela Yunanistan’da isimlerin değiştirilmesine şiddetle karşı çıkmış ama gel gör ki, kendisi de aynı hatayı yapmış. Sen başkasının yaptığı hatayı ciddi bir şekilde eleştiriyor ve tepki gösteriyorsan ama kendin aynı hatayı işliyorsan bu ciddi bir paradokstur. Bunun izahını yapmak zaten mümkün değildir. Bence bunun üzerinde konuşmak bile abesle iştigaldir. Bu hiçbir akla sığmaz.