Hafta sonu bir grup meslektaşımızla Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın konuğu olduk. Terörden Kürt sorununa, İsrail’le gerginlikten yakın geleceğe kadar geniş bir alanda sohbet ettik.
Beşir Atalay’ı siyaset öncesinden tanırım. Ciddi bir akademisyendir, sakin ve soğukkanlı bir tarzı vardır. Yıllardır bakanlık yapsa da o hala Beşir Hoca’dır. Öne çıkmayı sevmez, ama kimsenin kolayca üstlenmek istemeyeceği sorumlulukları almaktan da çekinmez.
O akşam bizimle sohbet eden Beşir Atalay, siyasetçi kimliğinden çok entelektüel yanıyla masada oturuyordu. Bunu özellikle vurguluyorum. Zira o sohbetten şöyle bir anlam çıkarılmasına gönlüm razı olmadı açıkçası. Başbakan Yardımcısı sıfatıyla Beşir Atalay gazetecileri toplamış, terörü nasıl yok edeceklerine dair bir yol haritası çiziyor. Hayır, tam aksine benim bu görüşmeden edindiğim
izlenim, Beşir Hoca’nın sürecin zorluğunun farkında oluşuydu. Güvenlik tedbirleriyle ilgili söylediklerini öne çıkarıp, diğer boyutlarını geride bırakırsak Hoca’ya haksızlık etmiş oluruz.
***
O akşam gündeme getirdiğim bir sorunu, burada tartışmaya açmak istiyorum. Türkiye’de devletin gölgesinde yaşamayı alışkanlık haline getiren tuhaf bir ‘entelektüel’ kesim var ve bunlar devletin her hamlesini ya da işaretini, abartıp köpürterek savunmayı marifet sayıyorlar.
Bir ülkede entelektüel seviyenin ya da kavrayışın, devlet aklının gerisinde ya da gölgesinde yürümesi, sanıldığından çok daha derin bir sorun. Devletin güvenlik tedbirleri üzerinden başlattığı bir hamleyi, gazete köşelerinde ya da manşetlerde böyle okuduğumuz sürece, çözümün yanından geçme şansımız bile yok.
Devlet, elbette terörle mücadele eder, istihbarat faaliyeti yürütür, yeri gelir askeri operasyonlar yapar. Bu onun sorumluluğudur. Bunların bir kısmını planlar, bir kısmını da bizde olduğu gibi refleksleri üzerinden gerçekleştirir. Başarı ya da başarısızlık, buna göre şekillenir
Ancak eğer bu uygulamalar, okur-yazar kesim tarafından sorgusuzca ve canhıraş biçimde savunulmaya başlarsa, işte orada durmak gerekiyor. Böyle bir yaklaşım, her şey bir yana, sorunların çözümünde ihtiyaç duyulan kanalları tıkamaya başlar. Eğer bir ülkenin en büyük sorununda entelektüeller, gazeteciler, okur -yazarlar bir koro halinde devletin güvenlik uygulamalarını savunmaya başlamışsa, orada tehlike çanları çalıyor demektir.
***
Elbette Kürt meselesini kastediyorum ve elbette son günlerde güvenlik tedbirleri üzerinden ortaya çıkan uygulamaları, sorunun tek çözümü gibi göstermeye gayret eden kesimi eleştiriyorum.
Kaldı ki son yıllarda Kürt meselesinde atılan adımların hemen hepsi siyaset eliyle gerçekleşti ve atılan cesur adımlar, geleceğe umutla bakmamızı sağladı.
Tekrar söylüyorum. Burada sorun devletin ya da hükümetin güvenlik tedbirleri alması değil. Farklı kanalları açık tutması ve eleştiride bulunması gereken ya da yarın sabah uyandığımızda ne yapacağımıza dair bir şeyler söylemesi beklenenlerin bu rüzgara kapılmasıdır yanlış olan.
Kendi payıma bu rüzgarın dışında durmayı, yeri geldiğinde sözümü herkese söyleyebilmeyi yeğlerim. Meselenin öncelikle güvenliği sağlamak, ardından çok boyutlu açılımlar yapmak olduğu fikrine de, ‘alan hakimiyeti’ni sağlarsak bu işi çözeriz tezlerine de kesinlikle katılmıyorum.
Entelektüelin, devletin diliyle kendisini özdeş kılma çabası, çözümün önündeki en ciddi engellerden birisidir ve bu gerçekle, gün gelip toz duman yatıştığında ‘Şimdi ne yapacağız’ diye sorarken yüzleşeceğiz.
O gün geldiğinde ne söylememiz/yapmamız gerektiği üzerinde kafa yorması gerekenler, dün ‘militarist aydınlar’ diye eleştirdikleri anlayışı tekrar etmekten şiddetle sakınmalıdır.
Star