Ekmeği kadar umutlarıyla da bizi doyuran Midyatlı, Mardinli, Urfalı, Diyarbakırlı, Batmanlı, Hakkârili dostlara minnetle
Deniz Baykal’ın hesaplarında, sırf çocuklar sevinsin diye evini satmayı göze almalar olmayabilir. Hele de bu sevindirme “Kutlu Doğum” adına olacaksa, kesinlikle laiklik hesaplarına sarılır, kat çıkardı mevcut gayrimenkullerinin üzerine. (Ayıplamak için söylemiyorum; bende de böyle bir himmet yok, hiç olmadı.) Midyat’lı Mehmet Hoca’nın peygambere en güzel mektubu yazan çocuklar için elinde tek kuruşu olmadığı halde diz üstü bilgisayarlar vaat eden yüreği Baykalgillerin soru önergelerine sığmıyor.
“Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganlarını çöpe atıyor Mehmet Hocaların, herkesi, her inanışı, her duruşu içten hoş gören yürekleri; örgüt tehditlerine, devlet engellemelerine rağmen herkesi kucaklayan şefkatleri… Nisan ayının son günlerinde Midyatlı çocuklar kalpleriyle yazdıkları mektupları seslendiriyorlar, kucaklarına onca imkânsızlık içinde birer “lap-top” alıyorlar. Sonrası umut… Sonrası sevgi… Sonrası barış… Sonrası huzur… “Keşke kavmim bilseydi…” heyecanıyla, “şehrin öte yakasından koşan adam” gibi dağa çıkan ağabeyleri için iç geçiriyorlar. Nanik çekiyorlar “laiklik düşkünü” amcalarına…
Pışşşk!
Teklif edilseydi eğer, Devlet Bahçeli meselâ Dr. Dilek’in bulunduğu yere gitmeye “esastan ve usulden” karşı çıkardı. Hele de severek Hakkari’de oturmayı “sevmez”, derhal “terk ederdi.” (Aşağılamak için demiyorum. Dr. Dilek’in mecburi hizmetinin Hakkâri’ye çıkmasını ben de istemezdim.) Hakkârili kavruk yüzlü çocuklar, ana dilini konuşmaktan utandırılmış onurlu delikanlılar, ülkenin başkentinde yaşayan “milliyetçi” siyasi parti lideri için panzere taş atan, polise pankart açan “kandırılmışlar” şablonunun ardında kaybolmuş olabilir. Ama Dr. Dilek için onlar, bir çift çorapla kolayca sevindirilebilecek coşku ırmağıdır, Galatasaray forması giyince çalım atacak sevinç yumağıdır, bembeyaz hayalleri olan akıl küpüdür, Avrupa’da futbol oynayabilecek kadar yetenek hazinesidir.
“Ya sev ya terk et” yüzeyselliğini aşıyor Dr. Dilek’in yaptıkları ve yapmayı düşündükleri.
Mayıs ayında Hakkârili çocuklar Futbol Federasyonu’nun Riva tesislerinde Fatih Terim’lerin nezaretinde futbol kampına giriyorlar. Sonra ver elini Avrupa…
Yaaaa!
“Savaş”ı varlık sebepleri gören “silah” düşkünlerinin, Türk ve Kürt anaların yüreğine düşen ömürlük ateşleri sayıya döküp güya küllendiren “vurdum-duymaz”ların; evlat acısını, baba kaybını “törenle toprağa verip” unutan silahlı muktedirlerin Dicle kenarında bir inşaatta Pazar nöbeti tutan bir öğretim üyesinin sevdasını görecek gönülleri var mıdır acep?
Diyarbakırlı çocukların hepsini “örgüt sempatizan”ı, kepengini kapatan her esnafı terör yanlısı gören, sırf bölge halkınca seviliyor diye Emniyet Müdürü’nü katlettiren, Türkiye Cumhuriyeti valisinin Kürt köylüsünce sevilmesini kıskanan Kürtçü siyasetçilerin eğitim diye bir derdi yok gibi. Uzun vadeli düşünmeye alışık değiller. Bugünü kurtarma telaşları, yarına umutları çalmış gibi. Bir bahar sabahı Dicle kenarında Türkçesiyle Kürtçesiyle cıvıldaşan çocuklara dair büyük hayalleri yok. Bulutsuz bir yaz gecesinde Diyarbakır’da dev cam kubbeden teleskoplarla Samanyolu’nu seyreden Kürt ya da Türk delikanlılar ve genç kızların gözlerindeki parıltıyı görmeye mecalleri yok.
“Biji Kurdistan” sloganından daha diriltici, daha sahici bir ufkun nöbetini tutuyor bir avuç eğitim sevdalısı Diyarbakır’da. Ülkesini seven, bayrağının bölücü değil kucaklayıcı olduğunu bilen diğer sevdalılar gibi, arabasını, evini satıp, itibarını ve birikimini riske edip Platonik aşklarını yaya kalmayı, kiraya çıkmayı göze alacak, maaşını aldığı gün bitirmeyi hesaba katacak kadar zahmetle gerçek kılıyorlar. Dicle kenarını bir barış ve huzur sembolü yapmak için kapı kapı dolaşıyorlar.
Açılımın adıyla bile sivilceleri çıkan kimi büyüklerine inat, bu sonbahara doğru Türkiye’nin batısındaki kadar imkanları olan, fukarasının burslu okuyabileceği, ağzından anadilinden kelimeler kaçırdı diye azarlanmayacakları, kayda değer okulların yolunda yürüyecek Diyarbakırlı çocuklar ve gençler. Buz pateninde kayacaklar, ata binecekler, gözlem evinden yıldızları seyredebilecekler, en az bir enstrümanı çalacak kadar müzik eğitimi, en az bir dili hakkıyla konuşacak kadar dil eğitimi alacaklar… Cep sinemaları olacak, tiyatro yazıp oynayabilecekler, ilham odalarında, yazı atölyelerinde hayallerini kelimelere dökebilecekler… Kendileri gibi düşünmeyenleri de sevebilecek, kendi soylarından olmayanları da kardeşleri bilecek “değerler eğitimi” alacaklar… Irkları yüzünden övünmeyi de, yerilmeyi de reddedecek ebedî ve evrensel erdemlerle donanacaklar.
Oh olsun!
Bu topraklar namlunun ucunda değil, kalemin ucunda yeniden yazılacak… Bu topraklardan cenazeler değil, yepyeni ümitler taşınacak Batı’ya Doğu’ya, Güney’e Kuzey’e… Bu topraklardan yakıcı ağıtlar değil, onarıcı ve iç açıcı Kürtçe ve Türkçe türkülerin, şiirlerin ve öykülerin sıcacık sesi yükselecek dünyaya.
Ufku gelecek seçimde alacağı oy oranına kilitlenmişlerin göremeyeceği, hesapları mağara bombalamaktan öteye geçemeyenlerin fark edemeyeceği, ellerine silahtan ve yumruktan başkasını yakıştırmayanların kavrayamayacağı bir bahar filizleniyor Doğu’da.
Elini yumruk yapanlar değil, elini taşın altına koyanlar inşa ediyor bu baharı… Gözü açıklar değil, gönlü açıklar hak ediyor bu baharı…
O bahar geldiğinde Dicle de Fırat da her zamanki coşkusuyla akmayı sürdürecekler… Binlerce yıl olduğu gibi sınır tanımadan, ırkları ve devletleri sorgulamadan, dağını ve düzünü ayırmadan dirilik müjdesiyle çağıldayacaklar. Kıyılarında baharlar olacak, bahar gözlü insanlar dolaşacak. Dicle ve Fırat’ın çocukları kalplerini bir türlü şefkate açamayan resmi ve sivil amcalarının ve teyzelerinin buruk hatıralarını çoktan toprağa gömmüş olacaklar…
Sessiz mezarlarda “hayır!” diye kaldıracak elleri kalmamış, “savaş!” diye bağıracak yüzleri kalmamış açılım karşıtları yatıyor olacak. Dışarıda gözleri umut, saçları hayal, yüzleri ışık, elleri huzur dolu çocuklar oynuyor olacak…