Mehmet Abidin Kartal’ın yazısı
Dijital, Fransızca bir kelime olan digital kelimesinden dilimize girmiştir. “Digital” Türkçe’de; Sıfat olarak kullanıldığında; “dijital; sayısal; parmağa ait, parmakla yapılan”, İsim olarak kullanıldığında; “tuş” anlamına gelmektedir. Dijital, aklınıza gelen her bir verinin, ekran üzerine parmakla dokunarak elektronik olarak gösterilmesi olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde bu kavram çok geniş bir anlamda kullanılmaktadır. İnternetin hayatımıza girmesiyle dijital, hayatımızın her alanında her şekilde duyabileceğiniz, kullanabileceğiniz bir anlam ifade etmektedir. Cep telefonlarından, bilgisayarlara, televizyona, radyoya, kitaplara, ev aletlerine, kişisel programlardan, yazılım programlarına kadar her alanda bu kelimeyi duyuyoruz.
Şimdi, bütün dünya gerçekten parmaklarınızın ucunda. Bilgisayarınızla, cep telefonunuzla adlandırabildiğiniz hatta hayal edebildiğiniz herhangi bir şey hakkında bilgi bulabilir dünyanın öbür ucundaki insanlarla iletişim kurabilirsiniz. Videolar seyredip, müzik dinleyebilir ve özel multimedya dergileri, kitapları okuyabilirsiniz. Bütün bunları dünyanın en büyük bilgisayar network’ ü olan, internete bağlanarak parmaklarınızla dokunarak yapabilirsiniz.
Gerçekten de internet Allah`ın insanlığa lütfettiği eşsiz nimetlerden biridir. Fevkalade faydalı ve etkili bir hizmet aracıdır. Dünya artık bu sistemle kendini yönlendirmekte, her türlü faaliyetini bununla organize etmektedir. Bununla beraber böylesine faydalı nimeti zararlı şekilde kullananlar da olabilmektedir. Tıpkı silah gibidir bunlar. Kullanmasını bilirsen kendini korursun, kullanmasını bilmezsen kendini vurursun. Ateşle en leziz yemekleri pişirebilirsiniz. Yanlış kullanırsanız evinizi yakabilirsiniz. Bıçakla elma soyabilirsiniz, bir insanı da öldürebilirsiniz. İnternette böyle bir nimettir. Allah’ın kainata koyduğu kanunun insanlar tarafından bulunarak uygulanmasıdır. Yanlış kullanılmasının çocuklar, gençler ve yetişkinler üzerinde olumsuz yönde önemli derecede tahrip etkileri görülmektedir. Bunun özellikle çocuklar üzerindeki ciddi etkileri daha fazladır.
Öyle bir dönemde yaşıyor, öyle teknolojik gelişimlere şahit oluyoruz ki, adeta baş döndürmekte Gaz lambalarının kullanımını da gördük, teknolojinin özellikle bilgisayar ve internet alanındaki gelinen son noktasını da gördük Bilmiyorum bu denli hızlı teknolojik gelişmelere şahit olacak başka bir nesil gelir mi? "Bilgi çağı" ya da "dijital çağ" olarak adlandırılan 21. yüzyıl, bugüne kadar meydana gelmemiş teknolojik yenilikleri insanlığın hizmetine sunmaktadır.
“Bilgi otobanı” olarak da adlandırılan internet, bilgi, dijital çağın en anlamlı teknik ve toplumsal kazanımlarından biridir Tüm dünyada milyonlarca ana bilgisayarı birbirine bağlayarak olağanüstü büyük bir ağ oluşturmaktadır
Artık evlerimizdeki her eşya da internetle etkileşimli olacak Yani internetin kullanım alanları her geçen gün genişleyecek Belki de gelecekte hava ve su insanlık için neyse internet de öyle olacaktır
Ancak teknolojik gelişmeler insana her zaman arzu ettiği huzuru vermeyebilir Vaktiyle bir köye çok geç de olsa elektrik bağlanır Bütün köylü bunun sevinciyle köy meydanında toplanarak ellerindeki tüm gaz lambalarını kırarlar Ancak köyde elektrik kesintisi başlar Tüm gaz lambalarını da kırmış olan köylünün durumu daha da kötüdür artık Olayın bu yönüde unutulmamalı. Teknolojik gelişmeler geçmişle irtbatımızı kesmemeli.
Her kategorideki insanın, bilhassa çocuk ve gençlerimizin adeta internetin kucağına, bilhassa cep telefonlarıyla dijital ortama itilmesi, bilinçsiz kullanım sonucu doğabilecek zararların en büyüğü olacaktır Çünkü internet, faydalarının yanı sıra pek çok tuzaklarla da doludur Bu tuzaklar maddî zararlara sevk eden tuzaklar olabileceği gibi, manevî zararlara sevk eden tuzaklar da olabilmektedir Tamamen ahlaksızlığı çağrıştıran kimi reklâm sayfalarının ve linklerin peşine düşen insan kendisini büyük bir rezilliğin içerisinde bulabilir
Çevremizle olan ilişkimizi düzenleyen, belirleyen ve bu anlamda da sınırlayan, günümüz için vazgeçilmez bir önemi olan, sahip olduğu boyutlarıyla şimdiye kadar hiç şahit olmadığımız bir dünyanın kapılarını açan ve bir 'vazgeçilmez' olarak hayatımıza giren yeni bir aygıt olan internetin sunduğu imkânlardan yararlanmak hakkına sahip olan çağımız insanı, millî ve manevî değerlerimizden asla taviz vermeden onunla yaşamasını da öğrenmesi gerekmektedir
Şu hususu asla akıldan çıkarmayalım ki; “Bir bıçak cerrahın elinde olursa can kurtarır, caninin elinde olursa da can alır ”İnternet, dijital dünya böyle bir alettir. ”
Dijital dünya canilerin elinde
İnsanoğlunun bitmek bilmeyen hırsı ve doymak bilmeyen nefsi arzuları günümüze kadar hiç değişmedi. Bunun sonucu olarak zalim ve mazlum, hak ve batıl mücadelesi hep devam etti, kıyamete kadarda devam edecek. İnsanın bugününden yeryüzüne adım attığı ilk gününe doğru geri dönüp baktığımızda utanılacak, yanlış, kendine ve bütün canlılara zarar veren, hayatı yaşanmaz hale getiren çok kötü şeyleri yaptığını görürüz. Bugün bunlar biri de dijital dünyada yapılanların çoğunun canilerin elinde olmasıdır.
Caniler, sinema filmlerinde, haberlerde, bilgisayar oyunlarında, çizgi filmlerde, müzik videolarında ve reklamlarda propaganda ve bilinçaltı teknikleriyle yoğun bir şekilde gerçekleştirilen İslamofobi ile dijital dünyada da yoğun bir şekilde karşımıza çıkıyorlar.
Son yıllarda Avrupa ülkelerinde giderek artan İslam inanç, kültür ve medeniyet değerlerine yapılan saldırılar artık dijital dünyada da yoğun bir şekilde karşımıza çıkıyor. Sinema filmlerinde, haberlerde, çizgi filmlerde, bilgisayar oyunlarında, müzik videolarında ve reklamlarda propaganda ve bilinçaltı teknikleriyle yoğun bir şekilde gerçekleştirilen bu saldırılar, temelde İslam dinine ait değerlere karşı önyargı, olumsuz algı ve düşmanlık oluşturmak ve bunu dünyaya empoze etmek amacıyla yapılıyor. Kısaca “İslamofobi” olarak tanımlanan bu durum Müslümanlara ve İslam dinine önyargı ve negatif ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır.
İslamofobi, İslami değer, kültür, inanç ve sembollerine karşı yürütülen sistematik düşmanlığı ifade ediyor. Bu düşmanlık, kimi zaman camileri ve mescitleri hedef alırken, kimi zaman da Kur’an-ı Kerim’in yakılması, evlere ve Müslüman kimliğiyle bilinen kişilere fiili saldırılar, sözlü hakaretler ve benzeri şekillerde gerçekleşiyor.
Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından geçtiğimiz yıllarda “Dijital Oyunlar” üzerine yapılan çalışmada, pek çok oyunda İslamofobik öğenin bulunduğu tespit edilmişti. Yapılan çalışmalar sonucunda bu oyunlarda, Müslümanların cinayet işlemekte, adam öldürmekte, araba çalmakta, hırsızlık ve kadın tüccarlığı gibi ahlaksızca işler yapmakta olduğu görülmüş, bu yolla Müslümanlar ve İslam dini hakkında olumsuz bir algı oluşturulmaya çalışıldığı gün yüzüne çıkarılmıştı.
Kimi oyunlarda Müslümanların kutsalı olan Kâbe’nin kapısı, kötülüğün ve şeytanın sembolü-kapısı olarak lanse edilirken, kimi oyunlarda ise uçakların, camilere ve minarelere saldırıp yıktığı tespit edilmişti. Sadece görüntülerle değil, işitsel öğelerle de bu düşmanlığın pekiştirilmekte olduğu görülmüştür.
Hepimiz sıkça duymuşuzdur “Subliminal Mesaj”, “25. Kare Tekniği” gibi kavramları. Bilinçaltını etkilemeyi hedefleyen gizli mesajlara subliminal mesaj deniliyor. 25. Kare Tekniği ise gözün neredeyse göremeyeceği kadar anlık (hızlı) ve fakat bilinçaltımıza biz farkında olmadan yerleşen ve orada kalan görüntülü mesajlar olarak tanımlanıyor.
Yani gözümüzün bilinçli bir şekilde göremediği veya kulağımızın bilinçli bir şekilde işitmediğini bilinçaltı otomatik olarak algılıyor ve biz farkında olmadan, izlediğimiz bir sinema filminden, videodan, haberden, çizgi filmden, oynadığımız bir oyundan, dinlediğimiz bir müzik videosundan veya gördüğümüz bir reklamdan, düşündüğümüzden de öte etkilenebiliyor ve zarar görebiliyoruz. Bu yöntemler bir inancın, ideolojinin, bir görüşün propagandasını yapmak için kullanıldığı gibi; bir ürünün satışını artırmak gibi çok geniş bir yelpazede ve farklı amaçlar için kullanılıyor. Subliminal mesaj yönteminin Hollywood sineması tarafından 1950’li yıllardan beri kullanıldığı biliniyor. Ayıca bu yöntemler MP3 formatındaki ses dosyaları aracılığıyla da internet sitelerinde de kullanılıyor.
İslam’a sinema filmleriyle saldırı
Dijital dünyanın en önemli malzemesi filmlerdir. Artık film seyretmek için sinemaya gitmeye, televizyon seyretmeye gerek yok. Bilgisayardan veya cep telefonundan internete girip istediğiniz filmleri izleyebilirsiniz.
Sinema, son yüzyılımızın en büyük icadıdır. Kapitalist sistemin devam etmesi için sinema vazgeçilmez bir araçtır.
Sinema bize model alarak yaşamayı öğretir; sizi izlediğiniz kişinin yerine koyar. Sinema insanın nefsine hizmet için kullanılırsa, tecavüzleri, savaşları, haksızlıkları, kötülükleri güzelleştirir, güzellikleri kötüleştirebilir. Sinema büyük ordulardan daha kuvvetlidir, insanın beynini uyuşturarak yaşayan ölüler meydana getirebilir.
Dünyayı kan gölüne çeviren, güçlüyüm o zaman haklıyım diyen, küresel cani ABD, imajını düzeltmek için sinemayı bir propaganda aracı olarak kullanıyor. Osmanlı’ya hakaret üstüne hakaret savuran Amerika’nın film endüstrisi Hollywood filmlerinde, dinimizi ve ecdadımızı aşağılayan sahnelere sıkça yer verilmesi ve Osmanlı’dan bahsedilirken “zalim bir toplum” portresi çizilmesi dikkat çekiyor.
ABD medyası ve özellikle sinema sektörü, yıllardır televizyon ekranlarına taşıdıkları figürlerle algı operasyonunda başı çekiyor. Hollywood-Pentagon işbirliği ile servis edilen filmler, ABD’nin savaş propaganda aracı olarak hizmet veriyor. Uzun yıllar boyunca dünyanın süper gücü olarak doğudan batıya, kuzeyden güneye adaletle hükmeden Osmanlı’dan intikam almak isteyen ABD, beyaz perde üzerinden küstahça mesajlar veriyor. Dünyayı kan gölüne çeviren ABD’nin kendi film ve dizilerinde, Osmanlı Devleti’nden bahsedilirken; “zalim bir toplum” portresi çizilmesi dikkat çekiyor.
Haçlı ruhu filmlere yansıyor
ABD’nin küresel film endüstrisinin en güçlü temsilcisi konumunda bulunan Hollywood filmlerinde, tarihi zaferlerle ve seferlerle dolu ecdadımız, âdete “zevk düşkünü” olarak tanıtılıyor. Kendi oluşturduğu gerçeklerle İslam’ı ötekileştirmeye çalışan ABD’nin en büyük silahı olan Hollywood film endüstrisinde, İslam Birliği’nin son kalesi Osmanlı Devleti’ni İslam’dan uzak bir devlet olarak yansıtmaları; kadim haçlı ruhunu ortaya koyuyor.
Hükümdarı öldürdüler!
ABD menşeli ‘Dracula: Başlangıç’ filminde, Dracula’nın ‘acımasız sultan’ olarak yansıtılan Fatih Sultan Mehmet’e karşı savaşması dikkat çekiyor. “Bazen dünyanın başka bir kahramana ihtiyacı yoktur, bazen ihtiyacı olan şey bir canavardır” cümlesi ile başlayan filmde, Kont Dracula, vahşi, acımasız, kadın ve çocuk katili bir millet olarak gösterilen Osmanlılara karşı savaşıyor. Son sahnesinde; Fatih Sultan Mehmet, Dracula tarafından ısırılarak öldürülüyor.
ABD dizisi Da Vinci’nin Şeytanları’nda ise Osmanlı’ya fethedilen şehirdeki kadınlara tecavüz ettiği ve erkeklerin köleleştirildiği ithamlarında bulunuluyor. “Da Vinci’nin Şeytanları” (Da Vinci’s Demons) isimli dizide aynı zamanda Sultan Bayezid üzerinden bir ‘Barbar Osmanlı’ profili çiziliyor. Papa’nın yerine geçmiş olan sahte bir Papa’nın huzuruna çıkan Şehzade Bayezid, hırsızlıkla suçlanıyor.
İngilizce konuşan subayımız
Amerikan yapımı ‘The Promise’, ilk duyurulduğundan beri Türkiye’de tepki çekmeye başlamıştı. Sözde Ermeni soykırımını konu alan ilk Hollywood filmi olarak dikkat çeken yapım Charlotte Le Bon, Christian Bale ve Oscar Isaac gibi isimleri barındırıyor. Film, “gerçeklere dayalı” şeklinde duyurularak, Türklerin Ermenileri katlettiğini yalanını savunuyor. Amerikalı bir hemşire ile bir Osmanlı subayı olan İsmail arasındaki ilişkiyi konu edinen ‘The Ottoman Lieutenant’ filmi de büyük tepki çekmişti. Hollywood yapımı filmde, Osmanlı subayının İngilizce emir vermesi ve Türkçeyi zar zor konuşması açıkça göze çarpıyor.
Hollywood-Washington stratejik ortaklığı
1942 yılında ABD Başkanı Franklin Roosewelt’in John Ford ve Frank Capra gibi yönetmenlere film siparişi vermesi ile başlayan Hollywood-Washington stratejik ortaklığı sıkı bir ilişki olarak günümüzde de devam etmektedir. Hollywood filmleri, düşmanlar üreterek (Koreli, Vietnamlı, Rus, Müslüman) Amerikan dış siyasetine meşru zemin hazırlamaktadır. Ayrıca yapılan zulümler (Irak, Filistin, Afganistan) ve yenilgiler (Vietnam) bu filmler vasıtasıyla yeniden üretilerek ortadan kaldırılmakta, tarihi gerçekler tahrif edilmektedir.
Hollywood filmlerinde birçok millet kötü sıfatlarla etiketlenmiştir. Çinliler sinsi, zenciler kronik suçlu, Kolombiyalılar uyuşturucu satıcısı vb. Ama bunlar içerisinde en çok haksızlığa uğrayanlar Müslümanlar olmuştur.
Müslüman dendiğinde (daha çok Araplarla temsil edilen) uçak kaçıran, bombalama yapan, adam öldüren, terörist gibi belli tiplemeler karşımıza çıkmaktadır. Bu kalıp daha ziyade orta sınıf erkekler için çizilmiş bir kalıptır. Kadınlar ise kocası tarafından daima ezilen, göbek dansı yapmakta mahir, sindirilmiş, aşktan, sevgiden mahrum varlıklar olarak resmedilmektedir. Zengin Müslümanlar ise milyon dolarlarını harcayacak yer bulamayan şehvet düşkünü, göbekli, muhteris tiplerdir.
Bu filmlerden örnek verecek olursak
“The Delta Force” (Delta Harekatı-1986), “True Lies” (Gerçek Yalanlar-1994), “Executive Decision” (Kritik Karar-1996), “Collateral Damage” (Ölümüne Takip-2002), “World Trade Center” (Dünya Ticaret Merkezi-2006) gibi filmler, terörist Müslüman kimliğini gündeme getirmektedir. “Delta Harekatı”, teröristlerin peşine düşen Amerikalı askerleri konu edinmekte, “Gerçek Yalanlar” adlı film, hükümetin Ortadoğulu teröristlerin dağılan SSCB’den nükleer bomba aldığını öğrenmesi üzerine hazırlanan gizli operasyonu anlatmaktadır. “Kritik Karar” filmi, Amerikan ordusundan bir grubun hava korsanlarının ele geçirdiği bir uçağa fark edilmeden girip bombalı teröristleri yakalayarak yolcuları kurtarmalarını hikaye etmektedir.
“Dünya Ticaret Merkezi” adlı film ise, teröristlerin ülkeye verdiği zararla birlikte bireylerde oluşturduğu hayal kırıklığı, korku, kaygı, psikolojik rahatsızlıklar gibi unsurları gündeme getirmekte, Müslüman terörist imajı da pekiştirilmektedir. Böylece önceleri hakim olan mistik, gizemli, egzotik doğu algılayışı yerini terörist, korkulan, istenmeyen düşman algılayışına bırakmaktadır. Son dönem hollywood filmleri ile doğuyu tanımlayan oryantalist söylemler de değişikliğe uğramaktadır.
Dr. Jack G. Shaheen’in 2001 yılında ortaya koyduğu araştırma sonuçlarına göre Müslüman karakterler içeren 900 Hollywood filminde sadece 12 olumlu tipleme yer almakta, 50 filmde ise iyi-kötü karışımı karakterlere yer verilmektedir. Bunların dışındaki 800’den fazla filmde Müslüman karakterler halk düşmanı, gaddar, kalpsiz, barbar ve terörist tiplerdir.
Hollywood animasyon filmlerde bile bu olumsuz tavrını sürdürmektedir. Masalsı Arap ülkesinde geçen Alaaddin filminde bütün kötü karakterler sakallı ve esmerdirler. Ayrıca Arap aksanıyla konuşmaktadırlar. Filmin kahramanı Alaeddin ve sevgilisi Jasmine ise açık tenlidirler ve Amerikan aksanıyla konuşmaktadırlar. Aslan Kral gibi kahramanları hayvanlardan oluşan animasyon filmlerde ise kötüyü temsil eden hayvanlar yabancı aksanı ile konuşurken (günün politik ortamına göre İngiliz, Koreli, Arap vb.) iyi olan hayvanlar hep Amerikan aksanını kullanmaktadırlar.
Yusuf Kaplan’ın tespiti:
“Hollywood, karakterle izleyiciyi özdeşleştirip düşünme melekelerini yok ediyor. Amerika, dünya üzerindeki hakimiyetini sinemaya borçludur. Batı dünyası, sahip oldukları sermayeyi özgün ve küresel bir film diline nasıl aktarabileceği üzerine çalışmakta ve bunun gücünü bilerek hareket etmektedir.”
Hollywood sineması iki oğlanın beraberliklerini normalmiş gibi gösteren film yapıyor. Sonra da bu filme Oscar ödülü veriyor.. Dünyanın en büyük sinema ödülü homoseksüellere verilerek sanat icra edilmiş oluyor. Filmlerde oyuncuların çok insani olduğu, bu insaniliklerinin sapkınlık davranışlarını hoş görmeyi pompalıyor. Kötü olan ise onları “öteki” gören düşünceler ve toplum olarak gösteriliyor. Hedef fıtrata uygun yaşamayı, aile kurumunu yok etmek. Batıl görevini yapıyor. Sinemayı kullanarak her türlü kötülüğü yapıyorlar. Hakkın, imanın yanında olanlar ne yapıyor? Hollywood sineması filmlerinin yalanlarına, iftiralarına, sapıklıklarına, ahlaksızlıklarına, subliminal mesajlarına sinema filmlerine hakikatin mührü vurularak yapılmalıdır.
Dijital çağa hakikatin mührünü vuracak filmler yapılmalıdır
Günümüzde bir toplumun kültür ve medeniyetini anlatmasının en tesirli yolu sinemadır. Sinema bir kültür yatırımıdır. Kültür yatırımını israf gören bir toplum, başka toplumların kültürel kölesi haline gelecek, sonra da egemen kültürün siyasi uzantısı olmaktan kurtulamayacaktır. Toplumlar bugün sosyal medya, dijital dünya ile köleleştirilmektedir.
Sinema filmleri değişik din ve kültürler tarafından tebliğ ve irşad amacıyla da kullanılan bir metottur. Tebliğ ve irşad özellikle İslam’da kullanılan kavramlar olmakla birlikte Müslümanlar bu alanda sinemaya uzun zaman mesafeli olmuştur. Hakkın, imanın yanında olanlar dijital çağa hakikatin mührünü vuracak filmler yapmalıdırlar. Bunun başka yolu yok. Düşmanın silahına aynı silahla karşılık vermemiz gerekiyor. Mesela nasıl ki Hollywood’da bir film sanayi var, biz de buna karşı bir film sanayi meydana getirmeliyiz. Onlar, Hollywood aracılığıyla nasıl propagandalarını yapıyorlarsa biz de oluşturacağımız film sanayi ile imanın, güzel ahlakın tebliğini yapmalıyız. Müslümanların sinemada söyleyecek sözlerinin olması lazım. Sahip olduğumuz medeniyet ve müktesebat buna çok müsaittir. Bu da dijital çağa hakikatin mührünü vuracak medeniyetimizden ve inancımızdan esinlenilen filmlerin yapılmasıyla olacaktır.
Dijital çağa hakikatin mührünü vuracak sinema filmleri yapılabilmesi için, sinema diliyle de dünyayı görebilmemiz için, iman odaklı, bizim dilimizi bilen, hassasiyetlerimizi ve ölçülerimizi tanıyan bizden sinemacılara ihtiyacımız vardır.
Sinema filmlerinde maksat insanlara, toplumlara imanın, doğrunun, güzelin, iyinin, hakikatin tebliği olmalıdır.
İnsanın bu dünyada kendi yaptığının, ürettiğinin esiri olması, onu karanlık zindanlara hapsediyor, insanlık karanlıklardan çıkış yolları arıyor. İnsan ürettiğinin ve yaptığının esiri olduğu için, yardımlaşmayı, paylaşmayı, vermeyi, merhameti, şefkati, adaleti unutmuştur. Bu yüzden de huzursuzdur, mutsuzdur. Günümüz dünyasında, insanlığın yanlış bilgilendirme, yalanların, sapıklıkların, ahlaksızlıkların, subliminal mesajların dijital ortamda film ve benzeri uygulamalarla yayınlanması ile geri dönülmez bir biçimde, bir uçuruma gittiği görülmektedir. Küreselleşip artık küçük bir köy halini alan günümüz dünyasında sinema, kitle iletişim araçlarının içerisinde en etkilisi olması hasebiyle, artık Müslümanlarca daha dikkatli ve doğru kullanılmalıdır. Sadece İslami kesimin hislerine tercüman olabilmek için değil, tüm dünya toplumlarının huzuru, uçuruma düşmekten kurtulması için hakikatin mührünün vurulduğu filmler yapmalıdırlar. Her şeyden önce istikbalimiz için, bekamız için bu çok önemlidir. Bu konuda devletin, Kültür ve Turizm bakanlığının desteğiyle istikbalimize, bekamıza hizmet edecek, medeniyetimizi dünyaya tanıtacak film ve projeler hayata geçirilmelidir. Dünyada ses getirecek, Hollywood sineması filmlerinin yalanlarına, iftiralarına, sapıklıklarına, ahlaksızlıklarına, subliminal mesajlarına; cevap verecek, doğru mesajlar verecek filmler mutlaka yapılmalıdır. Bu ülkemiz için, İslam alemi için, insanlık için acil bir konudur.
Bir konu hakkında bir bildiri veya bir kitap yazımı düşünülüp tartışılırken, o konu hakkında dijital dünyanın malzemesi olan, bir film, bir belgesel veya bir oyun hazırlanması da düşünülmeli ve yapılan tartışmaların arasında gündemin birinci maddesi olmalıdır. Çünkü en tesirli tebliğ metodu sinema filmleriyle mesaj verilmesidir. Herkesin elinde cep telefonu var. İstanbul’da metrobüste yolculuk yaparken bakıyorum herkes cep telefonuna bakıyor. İnsanlar dijitalleşmiş. İnsanlar cep telefonu ekranına elleriyle dokunup istediği filmi izliyorlar. İnsanlara hakikatin mührünün vurulduğu filmlerin takdim edilmesi bugün en birinci tesirli tebliğ metodudur. Devlet milli ve manevi değerlerimizi konu alan filmlere, projelere destek olmalıdır. Amerika’nın, dünya üzerindeki hakimiyetini sinemaya borçlu olduğu gerçeğini unutmayalım.
Sinema, imana, hakka, sevgiye, adalete, yardımlaşmaya hizmet ederse, insanlar ve toplumlar huzur ikliminde yaşamaya başlarlar. Bunun için, sinema artık, imanı, hakikat yolunu gösterici, dünyayı ve dünyada meydana gelen olayları ‘manay-ı harfi’ bakış açısıyla analiz eden bir şekle bürünmelidir.