Sözüm büyük çoğunluğu samimi olan, ihlâsla boğazlarından, ceplerinden kısarak, hizmete civanmertçe koşturanlara ve oynanan oyunlardan habersiz olanlara asla değildir; diğerlerinin de vicdanlarına sesleniştir:
İnsanların kaydı olurda, insanlar hesap sorarda, Allah'ın kaydı ve hesap sorması olmasın mı? Küçük bir karakolun ya da adliyenin varlığı elbette Mahkeme-i Kübrânın varlığına delildir. Tohuma muhteşem neticeyi, kocaman bulutun içine sayısı bizce meçhul olan damlaları ölçüleri ile kayıt eden kudret, elbette ya cennetle ya da cehennemle sonuçlanacak fiiliyatı kaydedecek ve hesabı soracaktır. İnsan bulunduğu ortamda kayıt altında olduğunu bilse tedirgin olur; rahat hareket edemez. Oysa her anımız kayıt altında…
Bir an olsun farz edelim ki Allah’ın kaydı yok, fakat vicdanım haykırıyor: Başta Efendimiz (sav) olmak üzere Salih insanlar, aynı temiz hayatı yaşamaya ve başkalarının hayatlarına gereken hassasiyeti göstermeye devam edeceklerdi… Onlar Allah’ı gerçek manada sevdikleri için hayatları kirsizdi. Şimdi her ameli kayıt altında olduğunu bile bile yanlışta olanlar belki de ne cehennemin nede gerçek manada cennetin bilincindeler…
Evet, kayıt olunuyoruz… Sevmelerimiz ciddi değilse, secdeler hayranlık dolu değilse, yardımlar Mevla rızasını taşımıyorsa, eller ayaklar, düşünceler başkalarının aleyhine çalışıyorsa, bile bile suçüstü olmaktır; lades olmaktır, Allahın kameralarını hafife almaktır. Oysa Allah’ın kamerası hiçbir ayrıntıyı kaçırmaz, üstelik içimizi ve düşüncelerimizi bile kaydediyor…
Güçlü bir devlet size heyecan vermiyor mu? Bu ülkenin maddi manevi kalkınmasına rahatsız olanların oyunlarına neden alet olunur ki? Neden atarını toplarını geçip, ta kılcallarda bile hükümran olmak istenir ki? Milletin iradesini hiçe sayıp, çürük zihniyetlerle işbirliği yapmak, rüşvet kılıfı ile dümenin tekrar İslam düşmanlarının eline geçmesi için katkı sağlamak vebal değil midir?
Kayıt altında olan her fiilimiz, mahkemelerin büyüğü ve hesapların büyüğünde itiraz sermayesi iflas etmiş şekilde iki sonuçtan biri ile neticelenecek. İnsan Allah tarafından her anı kayıt edilirken nasıl da yanlış yapar, nasıl da birilerinin aleyhine kullanmak için kayıt yapar? Elbette kayıt olacak, devletin bekası, milletin selameti için, o da ihanet içinde olanlara zamanında müdahale için, tehdit etmek için ise hiç değil.
Bediüzzaman şerli şeyleri dinlemedi; dedikodu hiç dinlemedi. Kâinatın konuştuğu hakikatleri dinledi… Allah’ı hatırlatan ne kadar hakikat, delil varsa şuur kulağı ile dinledi… Peygamberin sünnetine ilginin âhiret-i güzelleştireceğini merakın kulağına daima fısıldamayı ihmal etmedi. Risale-i Nur, imanımıza da artış sağlarken, kardeşliğe sağlam çiviler çakıyor, bizi ebedi zulümattan kurtaracak Kur'an dinlemeleri yapmaya sevk ediyor… Hâşâ, Levh-i Mahfûz’a kafa tutar gibi kayıt tutma, çıkar için kullanma, haddi aşmışlığı göstermez mi?
Kur'an ve iman hizmeti yeterince heyecan vermiyor mu ki başka heyecanlar, maceralar peşinde koşturuyorsunuz? Yazık çok yazık, büyük bir vebaldesiniz. Osmanlı ve Selçuklu bu tür kirli oluşumlardan defalarca yara aldı, onlar yara aldıkça âlemi İslam kan ağladı, umudu sekteye uğratıldı.
Sevgili Üstadım, senin öğretilerinde bizden gayrilere öteki gözü ile bakmak ve onlara hiçbir şekilde imkân vermeme olsa idi, ayrıca şerli oluşumlar ile birliktelik tavsiye edilse idi, böyle vatanperver talebelerin; ilaç gibi hakikatlerin olmazdı. Oysa öyle bir oluşum başardın ki, gerçek talebelerin emniyeti ve asayişi muhabbeti muhafaza için, hiçbir fedakârlıktan kaçmadılar. Onların muhabbet kahramanlığına Anadolu toprakları az geldi. Büyük adımlı, büyük kulaçlı insanlar, para toplamak için değil, hakikat tohumları ekip iman kurtarmak için dünyanın dört bir yanına koştular, her tanıdıkları insana sade ve sadece iman anlattılar, Kur’an anlattılar…
İhtilaf bir değil ki: Yetmişli yıllardan beri bir farklılık peşindesiniz… Bediüzzaman, fitneye sebebiyet vermemek için, Ramazan’da Diyanet takvimini esas alırken, sizler bunu esas almadınız. Namaz Tesbihatından “ve bi üstâdinâ - ve bi talebeti rasâilin nur” ifadesini çıkardınız, yetmedi sadeleştirme adlı tahribatı Üstadın has talebelerinin onca ikazına rağmen yapmaktan geri durmadınız. Tek çare, Kur’an ve sünnete uygun olan ve o yoldaki engelleri hassasiyetle kaldırmaya çalışan iman hakikatlerinin etrafında kenetlenerek, baba ocağına bağlılıkla iman hizmetini devam etmektir. Bu ise hizmette hızlı netice almayı, Peygamber (sav) sevdalılarını sünnet hayranlarını çoğaltacaktır. Baba Ocağı mı? Risale-i Nur ve onun değerli talebeleri ile birlikte harekettir. Ayrı takılmalar, merkezden uzaklaşmalar, enâniyet-i ön plana verdirerek, yanlış oluşumlara çerez olmayı sağlıyor. Dert para ve dünya olmamalı, dert beklentisiz iman kurtarma olmalı. Dert birinin imanına vesile olmaktaki sevinci, sahraların lebe leb kırmızı koyununa sahip olma sevincinden üstün tutmalı. Zekât için, kurban için, para için dolaşmak yerine, iman kurtarma adına dolaşmak, cennet için daha fazla kardeş kazanmaya vesile olacaktır. Zaten hedefi Allah rızası olanı Allah yarı yolda bırakmaz ve sıkıntı çektirmez; maddi imkânları sel gibi akıtır.
Hâsılı kelam, güzeldir pişman olmak. Pişmanlık kötü duyguların gusülüdür. İnsanız kirlenebiliriz pişmanlıkla yıkanmak gerek, arınmak gerek, yoksa cennete kirli girilmiyor. Pişman olmak da güzeldir, affetmek de. Ehli imanın olmayan pişmanlığı sadece zındıkayı mutlu eder, onları maksadına ulaştırılır. Evet, ehemmiyetli lüzumlu işler çok, ömürde bir ân-ı seyyâle gibi geçerken bizim kirli oluşumlara ayıracak vaktimiz yoktur.