İnsanlık tarihi birçok diktatör gördü... Hepsi hem kendi halklarına, hem de başka milletlere büyük acılar yaşatarak tarihin çöplüğüne gittiler. Hepsinin ortak özelliği müstebid ve zalim olmalarıydı. Ayrıca sonları da hep benzer oldu. Ya acınacak bir halde öldüler, ya idam edildiler, ya da korkaklar gibi kaçarak ülkelerini terk ettiler. Hepsi de “zulm ile âbâd olanın, âhiri berbât olur” düsturuna uygun bir akıbete düçâr oldular.
Ne var ki, insanlık bir türlü diktatörlerden yakasını kurtaramadı. Demokrasinin ve hürriyetlerin altın çağını yaşadığı günümüzde bile, hali hazırda diktatörler dünyanın birçok ülkesinde hüküm sürmekteler. Aslında bu kendilerini hür ve özgür dünyanın sahipleri sanan bir kısım diktatörlerin insanlığı kontrol altına almak ve kaynakları rahatça sömürebilmek için insanlık onuruna ve şerefine kurduğu bir tuzaktan başka bir şey değildir.
Üçüncü dünya ülkeleri tabir edilen ve “zengin toprakların fakir insanları” olan zavallı milletler, başlarına kukla olarak dikilmiş zalim diktatörlerin hegemonyasında inim inim inletilerek bugüne dek sindirilmiş ve ağlatılmıştır. Bugün tek tek devrilen diktatörleri yerlerinden eden de, işte bu sindirilmiş halkların feryatları ve inlemelerinin etkileridir.
Libya’da yaşanan halk hareketine sert tedbirler uygulayan, halkının üzerine tankları süren, savaş uçakları ile ateş açanı ve halkından “fareler” diye bahsedeni görünce diktatörlerin kendi çıkarları için neler yapabileceğine bir kez daha şahit olduk.
Halkın oyları ile seçilmeyen, ya da göstermelik seçimler yaptırıp yıllarca halkına eziyet edenlerin, halkın servetini üzerine geçirip Karun kadar zengin olanların durumuna dünya bir kez daha şahit oluyor.
Kendi halklarına ve başka uluslara türlü acılar yaşatan diktatörlerin sonları genellikle benzer oluyor. Yakın tarihimizde Hitler, Mussolini, Stalin, Çavuşesku, Miloseviç gibi diktatörlerin sonunun ne olduğunu tarih acı tecrübeleri ile gösterdi. Yakın tarihte Saddam’ın düştüğü durumu da gördük. Bu diktatörler kendi insanına acılar yaşattığı gibi dünyanın da başına çeşitli belâlar açmışlardır.
Yukarıda saydığımız yakın tarih diktatörlerinin Batı ülkelerinden çıktığını görüyoruz. Bu ülkeler diktatörlerini yıktıktan sonra demokrasiyi geçmiştir. Demokrasiye geçildikten sonra halkın değerlerine saygı gösterilmiş, halkın mutluluk ve refahı için çalışılmış. Yani, halkın seçtikleri halkın dediğini yapmıştır.
Ülkemizde de durum aynıdır. 1946’ya kadar tek adam yönetimi ülkeyi yönetmiş. Tıpkı şimdi olduğu gibi halkın dediği değil, bir takım başka şeyleri dayatmıştır. Çok partili hayata geçildikten sonra ise halka ve değerlerine daha çok değer verilmiştir. Ancak askerî ihtilâller neticesinde yaşanan ara dönemlerle kesilen bu demokrasi hareketi ülkemizin tam demokrasiye geçişini yavaşlatmıştır. Hâlâ da dünya demokrasi liginde Türkiye yerini alamamış, sadece demokrasisi gelişen ülkeler statüsüne kalabilmiştir.
Şu sıralar Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan da tıpkı böyledir. 40-45 yıl ülkenin zenginliklerini kendine servet edinenlerin, zoru görünce, “gelin bu servetimi, köşklerimi paylaşayım” demesi ne kadar inandırıcı gelebilir…
Son birkaç haftada gelişen olaylar sonrasında hem Tunus, hem Mısır’da halkını yıllarca ezen diktatörlerin akıbetinin ne olacağı belli olmamakla birlikte, sonlarının bundan öncekiler gibi olacağını tahmin etmek hiç de zor değil.
Peki, neden İslâm ülkelerinde hürriyet ve demokrasi bu kadar gecikmiştir? Oysa İslâm’da meşrûtiyet, yani demokrasi vardır. Asr-ı Saadet ve Dört Halife dönemi bunun ispatıdır. Ancak ne yazık ki, İslâm coğrafyasındaki ülkeler bunu ya iyi anlayamamış, ya da uygulayamamış, değişik yollarla iktidara gelenler halkın tepesinde diktatör olmuş ve yıllarca halka yapmadığı eziyeti bırakmamıştır.
Şimdi gelinen nokta da, demokrasiye, özgürlüklere, hürriyetlere direnmenin sonunun bir yere toslayacağını göremeyecek kadar kendini sefahate ve şatafata kaptıranların ne hale geldiği bir kez daha gözler önüne seriliyor.
Diktatörlerin sonu diğer diktatörlere örnek olmalı… Halkına rağmen koltukta oturulamayacağını görmeyen diktatörler sonunun ne olacağını da kestiremiyorlar.
Eğer lider halkının refahını ve geleceğini değil de, kendi iktidarını düşünürse, belki 35-40 yıl istediğini yapabilir, ama bir gün gelir, halkın uyanıp “Diktatörden kurtulmak istiyoruz” demesi karşısında durmaları mümkün olmaz.
Bu özgürlük rüzgârı şimdilerde pek çok diktatörün diken üstünde durmasına sebep oldu. Belki bu rüzgâr birkaç diktatörü daha götürecek, belki diğer diktatörler halkına eziyet yapmaya devam edecektir. Ama ders almazlarsa yine böyle bir rüzgârda halkların onları da götüreceklerine şüphe yok. Çünkü halkın önünde durmanın imkânı yok.
Tarihte yaşananlar ve günümüzde olanlar gösteriyor ki, bir diktatör, “saltanat”ı ne kadar uzun sürerse sürsün, mutlaka yaptıklarının hesabını verecektir.
Diktatörlüklerle yönetilen ülkelerde demokrasiye geçiş hemen gerçekleşmeyebilir. Şimdi sorulması gereken şu: Diktatörler gidince yerine nasıl bir rejim gelecek? Bu sorunun cevabı önümüzdeki dönemde kısa zamanda bulunmazsa, yeni diktatörler de türeyebilir. Bunun için bu ülkeler geçmiş tecrübelerden ders alıp, demokrasiye kısa zamanda geçmenin yolunu bulabilmelidirler.
Yeni Asya