Biraz sarsıcı olacak ama demek mecburiyetindeyiz. Biz cemaat hâlinde değiliz, bilvesile de birbirimizi sevmiyoruz.
Ya ne yapıyoruz?
Bir yazarımızın izah ettiği gibi “mış gibi” yapıyoruz.
Bu hükme nereden mi vardık?
“Müştebih ağaçları gösteren semereleridir.”
Semerelerimiz eğer incir ya da zeytin olsaydı yoktu mesele. Oysaki muşmula... O halde?
Dağ yemişi halbuki, sahrada aç kalınca ne güzel de yenirdi, ama... Ama bir noktası vardı ki biri hakikat, biri de ıstılahî. Eğer yanınızda ekmeğiniz varsa, onu katık yapamazdınız, azığınıza refik olamazdı yani. Zeytin ya da incirse, öyle miydi ya...
Hele üzüm, hele üzüm.
“Bak gözüm...”
Diyen telefondaki ses her zaman çınlar kulaklarında.
“Bilene düşer susmak, tahammül de bilene düşer.”
Onlara “Kur’an’ın Hakimiyet-i Mutlakası” makalesini izah etmeliymiş. Tam izahını yapınca kimilerinin gönlü kırılmıştı halbuki, tâbi oldukları merkezler namına üzüm üzüm üzülmüşlerdi.
Bunu ona diyemedi.
Hem yapamazdı da... Emir açıktı çünkü. “ Ehl-i tarikatın şeyhlerini çürütmeyin.” ( Kastamonu Lahikası)
“Usuliddin haricine çıkmanın adının ne olduğunu desem onlara.”
“Tabii ki bid’at en hafif kelime... Yine de...”
***
Tekrar başa dönmeli, ucu kaçan ipin peşine düşmeli.
Biraz sarsıcı olacak ama demek mecburiyetindeyiz. Biz cemaat halinde değiliz, bilvesile de birbirimizi sevmiyoruz.
Ne buyuruyor Yüce Resul?
“ Rahmet cemaat üzerinedir.”
Rahmetin olduğu yerde bozgun mu olurmuş, Allah’ın “yed-i kudreti”yle Rahmeti’nin ihata ettiği kalplerde ikilik mi olurmuş.
Ama biz “âlem-i İslam” olarak, bir tane ikilik içinde bile değil, binlerce ikilik içindeyiz.
Bunu demenin “bardağın boş tarafını” gören bir “karamsarlık” içinde olmakla alakasının olmadığı kanaatindeyiz.
Tam tersine, “meslek-i hakikat” ve “hakikatperestlik sıdıkiyeti” bunu görmeyi gerektiriyor; “Akıbetün lil-muttakin...” nassını unutmadan...
Eğer bir yerde “ikilik” ortaya çıkmışsa, zafer de yoktur orada, “sabır”da, “sadakat” da...
“Hayat vahdet ve ittifakın neticesidir.” Şeklindeki Hadis’ten süzülmüş hakikata sadakat içindeki kimseler “ikilik” içinde olabilirler mi hiç? İzah devam eder çünkü. “ İmtizaçkarane ittihad gittiğinde MANEVİ HAYAT dahi gider.”
Manevi hayatın gitmesi şeklindeki netaic, şu ya da bu “gerekçe” gösterilerek bahsedilen akıbete yol açmaların adına hiç “sadakat” mı denir?
Sadakat Kur’an’a, Ehadis’e, İcma-ı Ümmete, Risale-i Nur’aydı oysa... Bunlar “ mazeret” gösterilerek kaç “ nazenin birlik” bozulmuştu halbuki.
İlahi vahy ne buyuruyordu halbuki. “ Hablullaha sımsıkı sarılınız ve elinizi gevşetmeyiniz!”
İçinde “bin aydan hayırlı Kadir Gecesi”nin bulunduğu Ramazan hürmetine, bu kadar oruç ve bu kadar iftar sofrasında açılan eller, sahur sofralarında ve vakitlerinde yapılan tesbihler hürmetine, bizi ve İslam alemini bu İlahi emirden uzaklaşma halini gider bizlerden Allah’ım. Bu hali gider ki “Rahmet”ine vasıl olalım, Rahmetinin “el”iyle zalim işgalcilere karşı zaferlere erdir bizi, müttefik eyle...
Ne diyor Rasul-i Kibriya (asm)? “ Allah bu ümmeti, düşman kılıcıyla perişanlık vermeyecektir. Ta ki aralarına ikilik girsin...” (evkamekal)
“İslâmiyet, selm ve müsalemettir;” zira; “ dâhilde niza ve husumet İstemez.”di halbuki... Ey İslam alemi denen Müslüman milletler, idareler, ulema toplulukları, İslami hizmet grupları! “ Hayatın ittihadda.”dır. Eğer ittihad istersen temel düstur olarak şunu tercih etmeli, böyle itikad etmelisin:
"Hüvel Hakku" yerine "Hüve Hakkun" olmalı. "Hüvel Hasen" yerine "Hüvel Ahsen" olmalı...”
Her müslim kendi meslek, mezhebine demeli: "İşte bu haktır, başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir."
Dememeli: "Budur hak, başkaları battaldır." Ya "Yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir."
Çünkü inhisarcılık zihniyeti, nefis sevgisi ve eneden ileri geliyor, sonra maraz oluyor, niza ondan çıkıyor.”
Lemaattaki dersin sonu nasıl bağlanıyordu?
“Ona bir hisse verip, ona göre ederek tahakkuk ve terekküb, her mezhebin sahibi mühmel mutlak hükmeder.
Mezhebinin hududu tayinini bırakır temayül-ü mizaca; taassub-u mezhebî tamime sebeb olur.
Tamimin iltizamı sebeb olur nizaa. İslâmiyet'ten evvel tabakat-ı beşerde derin uçurumlar,
Hem tebaüd-ü acibi istedi bir vakitte taaddüd-ü enbiya, tenevvü-ü şerâyi', müteaddid mezhebler.
Beşerde bir inkılab İslâmiyet yaptırdı, beşer tekarüb etti, Şer' etti ittihad, vâhid oldu Peygamber.
Seviye bir olmadı; mezheb taaddüd etti. Terbiye-i vâhide kâfi geldiği zaman, ittihad eder mezhebler...”
Dikkat buyurulursa, buradaki makam, dinî hizmet gruplarıyla alakalı değil, mezheplerle alakalıdır. Ne deniyor metnin merkezinde; “İslamiyetten evvel tabakat-ı beşerde.”
Hiç bir hizmet grubundan önce “devr-i Cahilliye” yoktu ki... “Tecdid”in tarifi de zaten o. “ Matbû değil, tâbi’”
Zaten denmiyor mu Risalede “ Risale-i Nur dâva değil, dâva içinde bürhandır.” diye...
“ Din de kürkün aynı olmuş, ters çevirip giymişiz.” itabına masadak olmamak için, güneş ile aynanın itikadımızdaki yerini tam ayarlamalı, belki de şu hitapla bir defa daha sarsılmalıyız.
“Yahu hakperest, hakikatbin ol! Hakikatbin göz ( mü’min feraseti) , kskindir, hiç aldanmaz. Hakperest bir kalb, yüksektir hiç aldatmaz. Şeriattır mizanı, Kur’an’dır müstenedi.” ( Asar-ı Bed’iyye, Lemaat, s: 641)
Kur’an tabirine “ Kur’an’ın müfessir-i hakikisi Ehadis”in hariç olduğu “vesvese-i şeyatin”ine aldanmadan; “ taassub-u mesleki” hissiyle, “Usuliddin”i İTİKADEN gaflet seline vermeden.