Bu milleti dininden ve manevi değerlerinden uzaklaştırmak için yüzyılı aşkın bir süredir dışarıdan planlanan ve sahneye konan çok sinsi çalışmalar ve gayretler var. Çünkü bu millete hâkim olmak ve söz geçirmek için tek yolun, onu dini değerlerinden ve inancından uzaklaştırmak olduğunu, Avrupa kâfirleri ve onlardan ders alan Asya münafıkları çok iyi biliyorlar.
Uzun yıllar İngiltere’de çeşitli bakanlık ve Başbakanlık görevlerinde bulunan Gladston’un bu konudaki yaklaşımı ve görüşleri çok ilginçtir. Aslında İslam âleminde uygulanan politikalar için de çok önemli bir fikir vermektedir.
İngiliz Avam Kamarasındaki bir konuşması esnasında eline Kur’an’ı da alarak aşağıdaki ifadeleri kullanan ve o sıralarda Sömürgeler Bakanı olarak görev yapan Gladston’un görüşlerinin, daha sonraki yıllarda planlı bir şekilde uygulandığını söylemek mümkündür. ’’Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur’an’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız’’
Bediüzzaman bu sözleri, söylenmesinden uzun yıllar sonra Van Valisi Tahir Paşa’nın konağında kaldığı dönemde, bir gazete haberinden öğrendi. Bu sözlere karşı adeta feveran eden Bediüzzaman Hazretleri;’’Ben de Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez manevi bir güneş olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim’’ demek suretiyle hayatının temel gayesini bu yıllarda net bir şekilde ortaya koydu. Daha sonraki yıllarda Kur’an’ın asrımıza bakan manevi vechesini insanlara anlatma ve ispat etme maksadıyla yazdığı eserlere Risale-i Nur Külliyatı adını vererek manevi cihad meydanına atıldı.
Osmanlı Devletinin dağılıp yıkılmasından sonra, bütün İslam ülkeleri ipi yırtılan bir tesbihin taneleri gibi etrafa savruldu. Bunların büyük bir çoğunluğu, sinsi bir şekilde avına atlamayı bekleyen İslam düşmanları tarafından paylaşıldı ve sömürülmeye başlandı.
Türkiye’de maalesef Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından dini eğitim konusunda çok büyük yanlışlara imza atıldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince bütün dini kurumlar kapatıldı. Medreselerin kapısına kilitler vuruldu. Bu milletin ilim ve irfan merkezleri olan bütün tarikatlar yasaklandı. Din adamlarına zulüm ve işkencelerin en insafsız ve zalimane şekilleri reva görüldü.
Bu dönemde Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği olarak, 1923-1924 yılında 2258 öğrenci ile yirmi dokuz adet İmam Hatip Mektebi açılmış ve uygulanan politikalar neticesinden her geçen yıl sayıları azalarak, 1929-1930 Öğretim yılında bu mektepler tamamen kapatılmıştır. Bu yıllarda ilk ve ortaokullarda çok yetersiz bir müfredat ile okutulan Din Dersleri de tamamen kaldırılmıştır.
Bu gelişmeler üzerine insanlar, evlatlarına Kur’an öğretemez hale geldiler. Samanlıklarda ve kuytu köşelerde çocuklara elifba öğretenlere baskınlar düzenlendi. Bu insanların pek çoğu zindanlara atıldı. Önemli bir kısmı İstiklal Mahkemelerinin zalimce kararları neticesi idam edildiler.
Kurtuluş Savaşında her şeyini ortaya koyarak mücadele eden, varını yoğunu feda eden necip milletimiz, uzun yıllar tahammül ve sabrın en son sınırında yaşayarak, yeniden dinini öğrenebileceği günlerin gelmesi için gözyaşları ile Rabbine iltica etti ve dualarda bulundu.
Bu dönemde Bediüzzaman Hazretleri de, insanların imanını kurtarmak ve kuvvetlendirmek için az sayıda talebeleri ile zerre miktar taviz vermeden mücadelesine devam ediyordu. Bunun için çok büyük bedeller ödedi ve hayatının yirmi beş yılını hapislerde ve sürgünlerde geçirdi.
Birçok büyük din âlimi ve hoca da, bu dönemde çok büyük bedeller ödediler. Esad Erbili ve İskilipli Atıf Hoca gibi birçok büyük zat, idam edilerek şehadet mertebesine ulaştı. İstiklal Mahkemeleri tarafından idama gönderilen din adamı ve hocaların sayısı hakkında, bugün maalesef hiç kimse sağlıklı bir rakam veremiyor.
Öyle günler geldi ki, bu millet cenazesini yıkayacak ve defin duasını yapacak bir hoca bile bulamaz hale geldi. Bu büyük sosyal problem ve felaket, halkın ruhunda ve manevi dünyasında çok büyük yaralar açmaya başladı.
Bu şiddetli ihtiyacın çok fazla büyümesi ve artık büyük bir yaraya dönüşmesi üzerine 1949 yılında Hamdullah Suphi Tanrıöver’in gayretleri, Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki’nin hazırladığı bir rapor neticesinde 1949 yılında on ay kadar sürecek İmam Hatip Kursları, Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu tarafından açılmıştır.
1950 yılında yapılan ve Demokrat Partinin iktidara geldiği seçimin ardından bu çok önemli ihtiyacın karşılanması için önemli çalışmalar yapılmış ve ciddi adımlar atılmıştır. 13 Ekim 1951 tarih ve 601 sayılı kararla Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu’nun 4. maddesine dayanarak İmam-Hatip okullarının açılmasına karar verildi ve bu karardan dört gün sonra yedi ilde (İstanbul, Ankara, Adana, Konya, Kayseri, Maraş, Isparta) ilkokula dayalı ve ortaokul seviyesinde eğitim verecek dört yıllık İmam-Hatip okulları öğretime başladı. İmam-Hatip okullarının ilk mezunlarını verdiği 1954-1955 öğretim yılında bu okulların üç yıllık lise kısmı da açıldı.
Böylece Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyette bulunacak ve okul statüsünde olan İmam Hatip Okullarının Türkiye’deki serüveni de başlamış oldu. Fakat bu okullar üzerinde yapılan tartışmalar ve spekülasyonlar hiç bitmedi. Bir kesim sürekli olarak bu okulların laikliğe aykırı olduğunu ve laik rejimin temelini dinamitlediğini her vesile ile gündeme getirmeye devam etti. Aslında bu durum, CHP’nin öncülüğünde, bu milletin dinini öğrenmesinden rahatsız olan bir kesim tarafından hiçbir zaman gündemden düşürülmedi.
Özellikle her ihtilalin ardından bu okulların kapanılması, sayılarının azaltılması, giriş şartlarının zorlaştırılması ve buradan mezun olanları önünün kapatılması için çalışmalar yapıldı. Bunların önemli bir kısmı zaman zaman uygulamaya konuldu. Özellikle 28 Şubat Sürecinde yaşanan başörtüsü ve katsayı zulümleri, çok acı ve elim hatıralarla birlikte, hafızalardaki canlılığını bütün trajedileri ile yaşatmaya devam etmektedir.
Yıllardır bu milletin iman ve ahlakına çok büyük saldırı ve suikastlar var. Bu milleti dininden ve tarihinden koparmak için çok sistemli saldırılar yapıldı ve yapılıyor. İslamiyet düşmanları, bu gayret ve emellerinden hiçbir zaman vazgeçmediler. Çok şükür bu saldırılara karşı hamiyet sahibi müminler de boş durmadılar ve bazı çalışmalar yaptılar. İşte İmam Hatip Liseleri de bu çalışmaların en önemlilerinden biri olarak çok büyük bir vazife icra ediyor.
28 Şubat sürecinde İslam düşmanları özellikle İmam Hatip Liseleri be İlahiyat Fakültelerine musallat oldular ve tehdit ve şantajlarla ele geçirdikleri devlet gücünü kullanarak çok büyük zarar verdiler.
Genç kızlarımız, Allah’ın emirlerinin okutulduğu bir okula Allah’ın bir emri olan başörtüsü ile giremediler. Kapılarda dövüldüler ve okullardan atıldılar. Uzun yıllar devam eden çileli bir mücadelenin ardından, çok şükür Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere hamiyet sahibi insanlar, bu okullara yeniden sahip çıktılar ve ihya ettiler.
Bu okulların dindar ve bu milletin değerlerine sahip çıkan bir nesil yetiştirme gayretleri baştan beri bazılarını çok çok rahatsız ediyor. Elbette her kesimin içinde yanlış bazı düşünce ve uygulamalar içinde olan insanlar vardır. Bu durum İmam Hatip mezunları için de geçerlidir. Fakat bir orana tabi tuttuğumuz zaman, bu okul mezunlarının ve bu camia mensuplarının, bu ülkenin en dürüst ve ahlaklı insanlar içinde önemli bir yere sahip olduğu konusunda şüphe olmamalıdır.
Erol Mütercimler’ın katıldığı bir TV programında sarf ettiği "Ama sonuca bakın, o imam hatipten mezun olanlar bakın karşımıza ne olarak çıkıyor; sahtekar, cinsi sapık, ahlaksız" ifadeleri, bir kesimin iç dünyasını ve karın ağrısını çok iyi yansıtıyor. Bu şekildeki ifadelerle milyonları bulan ve toplumda çok mümtaz bir yere sahip olan bir kesime saldırmak, belli bir zihniyete sahip olan bir kesimin husumetinin çok açık bir ifadesidir.
Maalesef Erol Mütercimler denen şahıs da bu çevrelerin sözcülerinden birisi olarak, bu çirkin ifadeleri kullanmıştır. Bu necip millettin gösterdiği asalet ve ciddi tepki sonucu her ne kadar özür dilemiş ve geri adım atmışsa bile, bunların dini her türlü kurum ve kuruluşa olan kin ve düşmanlıklarında bir gerileme olacağı kanaatinde değilim. Bunlar yıllardır aynı hezeyanları tekrarlamaya devam ediyorlar.
Çok şükür. Artık bu milletin inancına ve değerlerine saldırmak o kadar kolay değil.
Kim ve kimler neler yaparsa yapsın, bu kervan şerefle ve şanla yürümeye devam edecektir.