Ahir zamanın alametleriyle savrulan, buhranlı bir çağın çocuklarıyız. Fırtınalı bir denizde kılavuzsuz bırakılmış ve gemisi tahrip edilmiş yolcu kafilesiyiz. Mana sultanlarının irfan denizinde ve ilim havzasında ilerlemedikçe çağın vebası ümitsizlik ve iman zaafiyetinden gelen gayretsizlik tufanı bizi karşılamaktadır. Haram dalgaların boğucu girdabına yakalanmak tehlikesi çok yüksek.
Günahların türbülansında, rotayı kaybetme riskiyle karşı karşıyayız İşte çağın buhranında çağın bürhanına/deliline ihtiyacımız var. Sahili selamete, müşfik güneşe, dalgasız bir denize ve emin bir beldeye varmamız için. Ancak tahkiki bir iman, sağlam dini esaslar ve Kur'an ışığında yolumuzu aydınlatma gayreti ile toparlanabiliriz.
Dinin hayatımızdaki karşılığı ve bizde hayat bulması ihlasla mümkündür. Dine hizmet gibi bir mükellefiyet, dine hizmet ederken tevazu ile mahviyet sarkacında huzur-u daimiye giden yolda tevhit pencerelerinden kainatı okuma ve hayatın zembereğine yerleştirme, bir niyet ve iradenin beslendiği iman ve ihlasla mümkündür.
İhlas, "vücudu mucidine feda etmek"tir.
İhlaslı bir hareketin içinde rızay-ı ilahi vardır.
İhlas' ın dokusu ve omurgası ihlas' tır.
Yakın tarihin karanlık sayfaları arasında gözümüze ilişen bir iki not var ki hepimizi dehşete düşürecek türdendir. Lozan'da Türk delegasyonunun baş mürahhas azası Haim Naum, uzayan süreci anlamak ve karar vericilerimizin arka planını öğrenmek için Türkiye'ye gelir. Eskişehir'den Ankara'ya hareket eden trende, iradeyi temsil eden zevatla baş başa görüşürler. Varılan görüş ve belirginleşen irade: Din öldürülmelidir! Büyük Doğu'nun bir sayısında yayınlanan bu makale, derin kırılmanın ve din ile açılan mesafenin ana sebebi hakkında "çok şey ifade eder" deyip, zekavetinize bırakıyorum.
Yine bunu takip eden yıllarda o günkü adıyla matbuat genel müdürlüğü olan Basın Yayın Genel Müdürü Nedim Tör, gazetelerde ve yazılı yayınlarda Allah isminin ve mukaddes ifadelerinin kullanıldığına dair bir rahatsızlığını, bir genelge ile medyaya duyuracak ve dikkat edilmesini isteyecekti. Ve ardı sıra daha pek çok örnekler…
Bizde dinle köprüleri atma çabası taşıyan bu yıkıcı unsurlar, batıdan gelen menfi bir akımın devamıydı. 18. yüzyıl sanayi devrimi ile birlikte seküler araçlar çoğalıp, emeğin gücü sermaye karşısında sınıf mücadelesine girdi. Bu mücadele tamamen endüstri, üretim, sermaye ve emek kavgası üzerinden günümüze dek süren bir maddi kavgayı, refahın sadece maddi ayağını yani ekonomik büyümenin cazibesi ile batının ruh ve manayı dışlayan senaryosu eşliğinde determinist ve rasyonel aklın verileri ile hayatı ve çevreyi okuyan bir " tek gözlü deha" yı da beraberinde getirdi ve yaygınlaştırdı.
Tevhit akidesi, dinin esasları, amme hukuku, semavi mukaddesler, adalet ve ubudiyet o kadar yok edilmeye çalışıldı, o kadar hiddete/şiddete maruz kaldı ki, Bediüzzaman'ın çağa tanıklığı ile belirttiği "rahnelenen vicdani umumi" bin yıllık tortularını günümüze kadar taşımıştır.
Buna karşı Gazali'nin hikmetini, İmam-ı Rabbani'nin tasavvuf ve tefekkürünü, İbni Haldun'un medeniyet ölçeklerini ve İbni Arabi’nin seyr-i süluk-u ruhanisini birbirleriyle derc ve mezc edecek takatte değiliz. Üstelik modernleşme tarihimizin, kalbin coğrafyası olan İslam dünyasına sadece akıl tasallutu neticesinde "kalbi yaralı, aklı ise müşevveş" bir iklim ortaya çıkmıştır.
Risale-i Nur, medrese, tekke ve mektep ürünü olan fikir ve yaklaşımları, kurucu metinleri olan zatların çerçevelerini de göz önüne alarak, Medresetüzzehra modeli ile çağımıza bir reçete yazmıştır. İlaçların kimyasal terkip ve oranlarını çağın hastalığınu uygun bir dozda kıvam vermiştir. Muhakemat eserindeki hakikat, belağat, akide unsurları bu konuda zemini inşa eden bir sistemi ifade eder.
Bu çağda Kur'an ve sünnet çizgisinde dini hassasiyeti, akli muhakeme ile vicdan terazisine taşıyacak ilme ve onu besleyecek irfani havzalarımıza hakkıyla ulaşamamanın derin ızdırabı ile zamanın sillesini yiyoruz. Bu hicran, bu acı sonuçlar "Kur'an'ın edebiyle edeplenmeyen zamanın sillesi ile tedip olunur. " hakikatini doğrulayan bir tedip yaşatıyor hepimize.
Bu sebeple, Dinin hayatımızda karşılık bulması, yaşanması, amel etmemiz, ihlasla idrak etmemizin yol ve yöntemleri üzerine yeniden düşünmenin zarureti var.
Tevhit, tefekkür ve tecdit ile insanı/ toplumu anlamaya ve teknolojiyi buna göre kullanmaya çalışan ve insana dair hakikati en doğru yöntemlerle sunan bir derinleşmeye ihtiyacımız var. Sosyal psikolojinin birey ve toplum ilişkisini irdelerken sağlam sığınaklarımız olan aile üzerinden yeniden yapılanmanın vaktidir.
Dini doğru bilmek, dini hayatımızı tanzim etmek ve buna dayalı bir inşa süreci için din hizmetlerinin ihlasla yapılabailmesi gerekir. Din hizmetleri, tahsis ve kontrol kabul edemeyecek kadar kapsamlı, her nefes alanın içinde kalabileceği, kulluk şuuruyla ve ihlasla yola çıkmış her insanın bir yerinde yer alabileceği, teşebbüsde bulunabileceği vicdani ve hür bir hizmet alanıdır. Kurumsal düşünmek, esaslara göre hareket etmek, bir sistemin olması, ehl-i sünnet geleneği içinde savrulmamak gibi dini hizmetin ruhuna uygun vicdani temsiller oluşturmanın bütün bileşenleri elbette gereklidir ve bir disiplin ister. Kaideleri vardır, prensipleri bellidir.
Bütün bu tespitler, hür vicdanların safiyetini, teşebbüsünü ve fedakarlığını kamusal alan gibi kurumsal çatıların sınırlarına hapsetmemelidir.
Din hizmetleri, sonuna kadar özgür, şeffaf ve iç muhasebeye açık bir sistem içinde asla tekel ve tahakküm oluşturmayacak bir serbestiyet ve teşvik görmelidir.
Bu bağlamda dini müesseselerin hepsine minnet borçluyuz. Anadolu erenlerine, irfan ehline, ilim erbabına, cemaatlerimize, gönül insanlarına, rehber şahsiyetlere, gönül dünyamızı taçlandıran maneviyat sultanlarına en kalbi niyazımızla hürmet ve minnet borçluyuz.
Menfiliklerin önümüze konduğu her demde, bilelim ki ümidimize ve hakikatin büyük aynada kainatı nurlandıran nur-u Muhammedi a.s.m’ dan tevarüs eden o temiz ve güzel temsillere gölge düşürülüyor.
Hatalar beşeri, kusurlar kurumsaldır. Hakikat ise; beşer fevkinde bir sırrın ilahi lütufla tenezzül buyurup, kelam-ı kadim olarak bize emredilen ulvi meselelerin kainatı kuşatan kuvvet ve kudretle inkişaf ettiğidir.
Fanilerin fena halleri, hakikati incitemez. Hep müspetten düşünmenin ve yara yapmadan tedavi etmenin, deşifre kültürü ile gıybet ve kıskançlık sarmalına ve nefsin malayani diyebileceğimiz akıl oyunları ile geliştirdiği tuzaklarına, menfiliklerine okuyucu ve seyirci olmadan müzakere ve istişare etmenin vaktidir.
Bu vesileyle, haftaya Adıyaman'da yapılacak Din Hizmetleri ve İhlas Sempozyumu'nun hayırlara vesile olmasını dileriz. Bu açıdan büyük öneme haizdir ve vicdani terennümlere vesile olacağı ümidindeyiz.