Başbakan Tayyip Bey, 4+4+4 sistemini savunurken babasının kendisini çocukken Ali Hoca’ya teslim ettiğini, orada din eğitimi gördüğünü söyleyerek muhalefetin (CHP’nin) ise “Kur’an’ı sadece duvara asılan bir kitap” olarak sevdiğini belirtti.
Bu sözler bende bazı çocukluk anılarımı canlandırdı. Amasya’dayız, babam Cumhuriyet Savcısı, Yeşilırmak kıyısında bir evde oturuyoruz. Her yıl sel bastığı için, sular çekilene kadar yukarı mahallelerde oturan tanıdıkların evinde kalıyoruz.
İlkokula Amasya’da başlıyorum ama bazı günler okuldan sonra boynuma elifba cüzünü asarak İsmail Hoca‘nın Kur’an kursuna gidiyorum. Elifbanın içinde durduğu cüz kesesini boynuma asarak sokaklarda yürümek hoşuma gidiyor. Hoca bize “elif, be, te, se, cim, ha, hı“ diye önce Arapça harfleri öğreterek başlıyor derslere.
Evde de zaten dedem din dersi veriyor.
Sonra Ankara’da o zamanlar Maarif Koleji denilen (şimdi TED) okula başlıyorum. Yabancı dil öğreneceğimi duyan hâkim dedem telaşlanıyor, bu çocuk elden gider diyerek din derslerine hız veriyor. Her gün okuldan sonra eve geliyorum ve başına beyaz takke giymiş olan dedemin sert bakışları arasında saatlerce din eğitimi alıyorum. Bazen babaannemle camilerin kafes arkasına, bazen dedemle erkeklerin arasına gidiyorum. Teravih, bayram namazı... Hiç kaçırmıyoruz.
Biraz büyüyünce Fusûsul Hikem’den, Kısas-i Enbiya’ya, Mesnevi’den, Abdülbaki Gölpınarlı’nın, Said-i Nursi’nin kitaplarına kadar neredeyse okumadığım din literatürü kalmıyor. Kur’an’ın tefsirlerini okuyorum. (Bu arada Kafka, Hemingway, Sait Faik, Yaşar Kemal de okuyorum.)
Bugün herhangi bir imam hatip mezunu ile din konuşacak kadar bilgi sahibiyim ve bundan da çok memnunum.
Zülfü Livaneli-Vatan