Din Şurası kararları açıklandı.
Genel olarak kararlara baktığımızda şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Din Şurasının tek bir gündemi varmış o da; Diyanet İşleri Başkanlığının görev ve sorumluluklarını, dini hizmetlerini ve halkla ilişkilerini düzenlemek.
Oysa isim gayet iddialı “Din Şurası”, bir diğer ifade ile en yüksek düzeyde dini meşveret.
Aslında Görüşülmüş olması gereken konuların ana başlığına baktığımızda durum farklıdır. Başlık: “Sosyal problemler karşısında din ve diyanet ve sosyal açılımlı din hizmetleri” olarak verilmekte. Alt başlıklar ise hayli kapsamlı…
Ama böyle bir toplantıdan çıkan kararlar ise ana konu ile hiç de orantılı değil. Kararların tamamına yakını “Diyanet İşlerinin faaliyetleri” ile sınırlı.
Türkiye’de, dine hizmet eden sadece Diyanet İşleri Başkanlığı mı var?
Diyanet İşleri Başkanlığının dışında irili ufaklı o kadar çok sivil toplum kuruluşları ve vakıflar var ki, bugün bunların faaliyetleri Diyanet İşlerini fersah fersah geçmiş bulunuyor.
Ayrıca bugün Türkiye’de her biri en az Diyanet İşleri Başkanlığı kadar dine hizmet eden ulusal düzeyde organize olmuş onlarca cemaat var. Bu cemaatlerde fisebilillah çalışan on binlerce gönüllü insan var. Asıl dini hizmetleri bunlar yürütüyor. Ve toplum üzerinde dini konularda da hayli etkililer. Ve toplumun büyük kesimi bu insanları seviyor ve destek veriyor.
Bunların katılımını sağlamadan ve onları dikkate almadan yapılmış ve yapılacak bu tür toplantıların verimli olacağı kanaatinde değilim.
Zaten Şurayı oluşturan komisyonlar da bu meselenin farkında olmalı ki, kararları alırken buna dikkat etmiş. Diyanet İşleri Başkanlığı dışında her hangi bir kurumu veya cemaati etkileyecek tek bir karar almamış.
Sadece 14. Madde içinde geçen bir cümle dikkatimizi çekiyor. O da şudur:
“Başkanlığın, sosyal alanda hizmet üreten diğer kurum ve kuruluşlarla protokoller yapması ve işbirliğine gitmesi son derece önemli olup bu yöndeki çabalar artırılmalıdır.”
Alınan kararlar içinde en çarpıcı karar da budur diye düşünüyorum.
Madem “Din Şurası” adı altında ve iddialı bir toplantı yapılıyor. Bana göre böyle bir şuranın öncelikli olarak görüşmesi gereken konu Diyanet İşleri Başkanlığıdır ve dinin vesayet altında oluşu konuşulmalıdır. Ve evvelemirde bunun düzeltilmesi sağlanmalıdır.
Devlet dine önem veriyorsa ve gerçekten dikkate alıyorsa adam gibi almalı… Değilse işi ehline bırakmalı.
Bana göre devletimiz bu işe sahip çıkmalı ama bu şekilde değil. Sahip çıkacaksa tüm kesimleri kapsayacak şekilde sahip çıkmalı.
Bu nasıl olur?
Bunun olması için adına “Din Şurası” dediği toplantıyı oluşturan komisyonları bugünkü şeklinden kurtarmalı. Zaman zaman toplanan bir kurum değil de sürekli çalışan bir meclis haline dönüştürmeli.
Bediüzzaman Hazretleri “Din Şurasını” oluşturacak bir heyetten bahsederken şunları söylüyor. “Bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimat edebilsin. Hem menba, hem mâkes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkıyla ifa edebilsin.” (Sünuhat sh. 51)
Bunun için ilk şart bu meclisin: “… Vasıtasız, doğrudan doğruya bu vazife-i uzmâyı deruhte edecek, hâlis İslâm bir şûra lâzımdır.” (Sünuhat sh. 53)
“Din Şurası”na katılanların halis olduklarından elbette şüphemiz yok. Buradaki hulusiyet meselesi bana göre şudur. Vesayet altında olmayan, seçilmiş, milletten başka kimseye hesap vermek zorunda olmayan bir meclis kastediliyor.
Nitekim Bu meclisin oluşumu için de şöyle bir öneride bulunarak tamamlıyor. “Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyeyi (İslami ilimlerin konuşulduğu yer veya Yüksek İslam Şurası), şimdiki âdi bir komisyon derecesinden çıkarıp, Meşihattaki (Diyanet İşlerindeki Dairelerin) devairin rüesasıyla beraber şûrânın âzâ-yı tabiiyesi addetmek ve hariçteki âlem-i İslâmdan, şimdilik on beş, yirmi kadar İslâm’ın dinen, ahlâken itimadını kazanmış müntehap ulemasını celb eylemek, bu mesele-i uzmanın esasını teşkil eder.” (Sünuhat sh. 53)
Evet, benim de şahsen önerim budur. Devlet bu işe sahip çıkmalıdır ve ilk etapta bu şekle sokmalıdır. Değilse “laikliğe aykırıdır, devlet din işlerine karışmaz” bahanesiyle yan çizmek istiyorsa o zaman da hiç karışmamalıdır. Bir şekilde din işlerini yapmak isteyen sivil kesimlere devretmelidir.
Hem o hem o olmaz birinden birini tercih etmelidir. Doğru olana tam sahip çıkmasıdır, vesayetten kurtaracak her türlü tedbiri almasıdır ve her kesimi, yani her dini dikkate alan ve her meseleye neşter vuracak kapasitede bir meclis haline dönüştürmesidir.