Küresel bir kriz dünyanın tüm ülkelerinde konuşulmakta ve dünya ülkelerinin nerede ise tamamını etkilemektedir. Krizden etkilenmeyenler ve faydalananların da varlığını kabul etmekle beraber en çok etkilenen kesimin işini kaybedenler olduğunu da kabul etmek gerekir.
İktisat her şeyden önce insan ihtiyaçlarının meşru yollardan karşılanması anlamına gelmektedir. İnsanın temel ihtiyaçları yeme-içme, giyinme, barınma ve korunma üçgenine göre sıralanmaktadır. İnsanın temel ihtiyacı “yaşama ihtiyacıdır.” Mal ve hizmetler ihtiyaçları gidermek içindir. İhtiyaçları giderilenler de hayatı kolaylaştırmak amacı ile üretim ve tüketime yönelirler. Bu da istihdamı netice verir. İhtiyaç, üretim ve istihdam ekonominin belkemiğini oluşturur.
Mal ve hizmetler ihtiyaç oranına göre kıymetlenir, değer kazanır ve ihtiyacın azalması ile değeri düşer. Aşırı tüketim israfı netice verir. İhtiyaçtan fazla üretilen mal üretenin zarar etmemesi için tüketime teşvik edilir. Bu da israfı netice verir. İsraf ise zamanla krize sebep olur. Dolayısıyla günümüz iktisadi krizin altında israfın olmadığı söylenemez.
İnsanların dünya, mal ve hizmetleri anlamlı hale getiren ve menfaat dışında insan onuruna ve şerefine yakışır şekilde yönlendiren din ve imandır. Maddeye değer veren de dindir. Zira din maddeyi ve eşyayı yüce yaratıcının ihsanı, ikramı ve nimeti olarak görür. Nimetin amacının da şükür olduğunu bilir. İsraf ise malın değerini bilmemek, yerli yerinde kullanmamaktır. Bu ise şükre zıttır. Bunun için inancı dışlayan ve materyalizmden kaynaklanan Sekülerizm yani din dışı menfaate dayanan hayat israfı netice vermiştir. Krizin en önemli sebebi israf ekonomisidir.
Krizin bir diğer sebebi de aşırı israftan kaynaklanan ve ihtiyaç olmadığı halde tüketime ve dünyevileşmeye yönlendirilen insanların aşırı lüks harcamaya yönlenmeleridir. Bunun en basit misali “Otomobil Kredileri” ve “Konut Kredileri”dir. İhtiyacı artıran ve helal kazancın yetmediği zaman bankaya koşarak kredi alan ve bunu geri ödemede zorlanan vatandaşlar sonunda tıkanmaya ve zincirleme olarak krize neden olmuşlardır.
Bankalar faizle kredi veren kurumlardır. Bankalar sayesinde insanlar yatırım için gereken sermayeyi temin etme imkânına kavuşmaktadırlar. Ancak bankalar bu krediyi karşılıksız vermemektedirler. Verdikleri kredilere aylık faiz uygulamaktadırlar. Buda yıllık olarak büyük bir orana tekabül etmektedir. Beş ve on yıllık banka borçlanmaları yüzde yüze varan geri ödemlerle tüketiciyi zorlamaktadır. Bu durumda bin liralık bir malın maliyeti iki bin liraya çıkmakta; ama ödemenin bittiği tarihte eldeki malın değeri piyasaya göre çok düşük seviyede kalabilmektedir. Üretici bin lira değerindeki bir malı faizi ile iki bin liraya mal ettiği zaman onu iki bin beş yüze satmalıdır ki kar etsin ve diğer harcamalarını da karşılayabilsin. Bunu sağlayamadığı zaman kriz kendiliğinden gelecektir.
Günümüz küresel krizin temel sebebi budur. Bu durum Bediüzzaman Said Nursi’nin asrın başında dikkati çektiği gibi, emeği sermaye ile çarpıştırarak fukarayı zenginlerle çatışmaya sevk etmekte ve dünyanın denge ve düzenini bozmaktadır. Dolayısıyla günümüz küresel krizin temel sebebi banka ve faiz sistemidir.
Faiz sisteminin temelinde sermaye sahiplerinin “Sen benim paramla çalış, ben yiyeyim” felsefesi vardır. Bu eski zamanlarda bireysel bankerler vasıtası ile yürürken günümüzde kurumsallaşarak “bankalar” vasıtası ile daha yaygın hale gelmiştir. Üreticiler zarar ederlerken bankalarını kar üzerine kar etmelerinin sebebi budur. Bu durum sonuçta çalışanları sermaye sahiplerine karşı kine, hasede ve çatışmaya sevk edeceği, bunun da insanlığın rahatını kaçıracağı açıktır.
Küresel krizden çıkış ancak dinin emrettiği “Yardımlaşma” ile mümkündür. Bu tek başına yeterli midir? Hayır! İsrafın önlenmesi ve dengeli bir ekonomik hayat şartı ile beraber mükemmel sonuç getirir.
Kâinatta kurulu düzen yardımlaşma prensibine dayanmaktadır. Bütün varlıklar birbirinin ihtiyacına cevap verecek ve birbirinin yardımına koşacak şekilde planlanmıştır. Varlıklar “Ben tok olayım, başkası acından ölürse ölsün bana ne!” dememektedirler. Varlıkların aksine insan bencil olarak yaratılmıştır. Bu bencilliğinden dolayıdır ki kendi hasis menfaati için bir başkasının zarar görmesine göz yummaktadır. Bu sebepten dolayı din insanlara kâinatta cari olan yardımlaşma prensibine uymalarını emreder.
Dinin emrettiği yardımlaşma prensibi “zekâttır.” Zekât, yardımın farz olanıdır. Bunun dışında karz, yani borç verme ve sadaka gibi yardım şekilleri de vardır. Yardımlaşma hayatın temel prensibi ve kâinattaki düzene uymanın da gereğidir. Hayat yardımlaşma sayesinde yaşanır hale gelir.
İktisat, insan ihtiyacını karşılamak amacı ile üretim, istihdam, tasarruf ve yardımlaşma vasıtalarının tümünü kapsar. Her şey Allah’ın bizlere ihsanı, ikramı ve nimetidir. Bunların değerini bilmek, şükretmek ve yerli yerinde harcamak iktisadın gereğidir.
Peygamberimiz (sav) “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, sevdirin, nefret ettirmeyin” buyurmuşlardır. Bu prensibi hayatın her alanında geçerli olduğu gibi, iktisadi hayatın da temel felsefesini oluşturur. Ekonomik hayat insan ihtiyaçlarını karşılamayı kolaylaştırmak üzerine kurulmuştur.
Bu durumda insanlık ancak fıtrî din olan “İslamiyetin” hak ve hakikat olan prensiplerine uymakla, yani iktisat ile mutluluğu yakalayabilir. Bunlar da “iktisat, çalışma, tevekkül, kanaat, israf etmemek ve şükür” gibi temel prensiplerdir. Sosyal hayatta insanlığın barış ve huzuru ise faizden uzak durmaya ve yardımlaşmanın temeli olan ve karşılıksız yardımın adı olan “zekât” ile muhtaçların yardımına koşmaya bağlıdır.