Diyâr-ı küfürde hayata gözlerimi açsa idim; ya ateist olurdum, ya deist! Zirâ, haham ve papazların dini, muknî değil; herhangi bir aklı tatmin etmesi de beklenemez. Serâpa hezeyanlar manzumesi olan bu iki muharref dinin aklın şimşeklerini çekmesi, zarurî âkibet. Batının düşünen kafalarının dinsizleşmesi, aklın değil, haham ve papaz dinlerinin kaçınılmaz neticesidir.
Batılı filozofların hemen tamamını Allah’ın inkârına götüren bu iki uydurma dinin, ilk menşeleri itibari ile semâvî oluşu, İslâmiyet’in talihsizliği. Uydurma dinlerinden hareketle İslâmiyet’i de aynı kefede tartan Batılı düşünürlerin hükümlerinin farklı olması beklenemezdi. Onlar için, İslâmiyet de Hıristiyanlık veya Yahudilik gibi akıl ve iz’anı çatlatan uydurma bir dindir. Tahkike dayanmayan bu hükmün Batı’da yaşamasını, bir yere kadar anlamak mümkün ama bu bâtıl hükmü ithâl metaı gibi alıp topraklarına taşıyan Türk aydını için aynı müsamahayı göstermek, şuura ihanet olur.
İslâmiyet’i Batının zındık filozoflarının hezeyanları istikametinde ifâdeye çalışan Batıperest Türk aydınına asırlık bir âşinalığımız var, şaşkınlığımızın sebebi; bu garip kâfileye, uçurumdan atlar gibi, sırtında dindarlık urbası taşıyanların da birer ikişer dahil olmak için yarışması. Mücahit Bilici’nin yüksek perdeden ABD’de irad ettiklerini, Dücane Cündioğlu’nun saçmalama hürriyeti tâkib etti.
Ak Partili milletvekili ve bakanların da dinleyicileri arasında olduğu söylenen Ankara Palas konuşmacısı, iki saati aşkın bir müddet malumatını hazirunun kafasına vura vura boca ederken ölçüyü kaçırmakta da beis görmemiş. Konuşmanın bütününü dinlemek isteyenler webde bulabilirler, üzerinde durmak istediğim kısım, konuşmanın küçük ama en tahribkâr kısmı. Konuşmacıların gözüne baka baka şöyle döktürüyor hatîb:
“İmanın, küfrün devlet yönetmekle alakası yok. Devlet yönetmenin temel kavramı adalet ve zulümdü. Adil olursa devlet ayakta kalır zalim olursa yıkılırdı kafir olsa bile...”
“Çok dindar, padişahı halifesi sultanı dindar olsun; bakanları, milletvekilleri bütün, yöneticileri beş vakte beş vakit katsınlar. Öyle olanları ben celde cezası ile cezalandırırdım. Beyin sulanır çünkü... İbadet yöneticiyi bozar... Zahitlik yöneticiye yaraşmaz, hasta eder. Bugünkü problemler de zaten o yüzden. Yöneticiler dindarlaşıyor, o yüzden akıl azalıyor. İman çoğalıyor, yorumlama yetenekleri bozuluyor. Peki ne lazım? İmana gerek yok. İman sadakat için işe yarar... Ne lazım? Liyakat...”
Bu hezeyânların hangi ağızdan döküldüğünü bilmezsem, akıl hastahanesinin alelade hasta tutanaklarından biri sanır; güler geçerdim. Oysa karşımızda şöhretli bir yazar ve düşünür (!) var. Çok ciddi olduğu söylenen bir toplantıda, iktidara büyük iddialarla gelmiş ve Müslümanların takdirine mazhar olmuş iktidar partisinin vekil ve bakanlarının gözlerinin içine baka bak konuşuyor, Dücane Cündioğlu.
Hezeyanı, cünûnu düzeltmenin bir yolu yok! Elfaz, âyet, sure, cüz ve bütününde, “Tevhid, Nübüvvet, Haşir, İbadet ile Adalet”i maksad edinmiş bir kitabla amel eden bir kitleye, büyük bir hakikati ifşa edasıyla; “Devlet yönetmenin temel kavramı adalet ve zulümdü” diye ahkâm kesen, âdaletin Kur’an’ın en mühim maksadlarından olduğunu bilmeyen veya gizlemeye çalışan birini, edebli ilk mekteb çocukları gibi dinlemeye devam eden dinleyiciler var oldukça, her saçmalık yeşerecek bir zemin bulur.
"İbadet beyni sulandırır" diyen Cündioğlu’nun hiçbir ibadette bulunmuyor olmasını, onun adına temenni ederim. Zirâ, hükmünü doğrulayacak şahane bir örnek olur varlığı. Başta Peygâmber Efendimiz (A.S.V) ve sonrasındaki Raşid Hâlifeler kadar dinde samimî, ibadette ısrarcı insan da, devlet ricâli de yoktur. Cündioğlu, ya sözünün şuurunda değil, ya düpedüz küfrü tervic için çırpınıyor.
Dindarlaşan yöneticilerin akıllarının azaldığı, yorumlama kabiliyetlerinin zayıfladığını söyleyebilmek için Cündioğlu’nun ne içtiğini, cidden kestiremiyorum. Nitekim hezeyanını nas kat’iyetinde görmüş olacak ki, onun için “imana gerek yok” diyerek küfrü bayraklaştırıyor.
Biliyorum, ehibbası gibi, dinî tekliften kaçmak için çıkış arayanlar da hükümlerimizi ağır, Cündioğlu’nu makul bulmakta devam edecekler. Bazıları kırk türlü delil bulmak için kafa yoracak, hattâ bütünü ihata edemeyen bazıları bana Üstad Bediüzaman’dan bile Cündioğlu lehine deliller bulmaya çalışacaktır.
Eminim ki, Üstad’ın devlet idaresinde veya dünyevî işlerde salâhat ile maharet çatışmasında, mahareti tercih etmesini Cündioğlu’nun hezeyanlarına tatbik etmeye çalışanlar bile çıkacaktır. Gülünç duruma düşmesinler, diye bu kaydı düştüğümü inşallah atlamazlar.
Bir kısmı da düşünceleri yanlışsa, doğrunun ne olduğunu niçin yazmıyorsunuz, diye üslûb ve belagat dersini hatırlatacak. Kalkıp Cündioğlu’na imanın aklı zayıflatmadığını izaha teşebbüs, abesle iştigal değil, akla da, iz’ana da, tarihe de, insanlığa da hakaret olur.
Bütün bu tabloda asıl acı, elîm ve tehlikeli olan; dinleyicinin kuzu sessizliği ile hatîbi dinlemekte devam etmesi, en ufak bir itirazda bulunmaması, sual sormaması; hiç değilse kalkıp sessizce salonu terketmemesidir. Hele de iktidar partisinin vekil ve bakanlarının bu hezeyanları sonuna kadar nasıl dinleyebildiklerini anlamak mümkün değil.
Gerçekten de iyi gitmeyen bir şeyler var!
Cündioğlu’nu kulaklarınızla dinlemek isterseniz tıklayınız