Risale Haber-Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla, devletin din özgürlüğünü sınırlandıramayacağını söyledi. Yayla, Türkiye, Cezayir, Tunus gibi halkın büyük çoğunluğu müslüman olan laik ülkelerde siyasî ve hukukî sistemin toplumu dinden arındırma esası üzerine kurulduğu için din özgürlüğünde problemlerin yaşandığını açıkladı.
Zaman gazetesindeki yazısında din özgürlüğünün laikliğin özü olduğunu belirten Yayla, "Din özgürlüğü, insanların dinî inançta sınırsız; dini yaşamakta ve dışa yansıtmakta ise insan hakları tarafından çizilen sınırlar içinde tam bir özgürlüğe sahip olmasıdır. Burada sözü geçen haklar ve özgürlük, iktidar sahiplerinin insanlara layık ve yeterli gördüğü haklar ve özgürlük değildir, insan olarak doğuştan sahip olduğumuz haklar ve özgürlüktür. İktidar, bizim haklarımızı ve özgürlüğümüzü belirlemez, bizim haklarımız ve özgürlüğümüz iktidarın sınırlarını çizer" dedi.
Din özgürlüğü unsurunu yitirmesi halinde laikliğin toplumsal barışın aracı olmaktan uzaklaşıp, ceberut bir azınlığın topluma tahakkümünün aracı ve gerekçesi olacağına dikkat çeken Yayla, "Bütün istikrarlı demokrasilerde ister laiklik ilkesi yoluyla olsun ister laikliğe başvurmadan olsun din özgürlüğü tanınır ve korunur. Türkiye'de kâmil bir din özgürlüğünün varlığından söz edilemez. Bu yüzden, AB üyesi olması halinde Türkiye laiklik anlayış ve tatbikatını kökten değiştirmek zorunda kalacaktır" ifadelerini kullandı.
Özgürlükçü bir ülkede hiç kimsenin bir dini benimsemek ve onun gereklerini yerine getirmek zorunda olmadığını da vurgulayan Prof. Yayla, kişilerin bir dine inanmaya veya onun pratiklerini izlemeye zorlanmasının da din özgürlüğünün ihlali anlamına geleceğini hatırlattı.
Yayla şöyle devam etti:
"Laik demokratik bir ülkede siyasî ve hukukî sistem nasıl ki din kuralları üzerine kurulamazsa toplumu dinden arındırma esası üzerine de kurulamaz. Türkiye, Cezayir, Tunus gibi laik ülkelerde ortaya çıkan din özgürlüğü problemlerinin kaynağı işte bu anlayıştır. Bu ülkelerde kamu otoritesi toplumu dinden arındırma veya dinî otorite sahiplerinin tanımlayacağı bir alana sıkıştırma görevini üstlenmektedir. Daha doğrusu kendi kendine böyle bir görev biçmekte, böyle bir misyon vermektedir. Bu yüzden, özgürlüğün hamisi ve toplumsal barışın çerçevesi olması gereken laiklik ilkesi, iktidar elitleriyle toplum arasında bir tahakküm ilişkisine ve devlet iktidarının toplumun dindar kesimlerine savaş açmasına dönüşmektedir.
"Bu çarpık ve zararlı anlayışın yansımalarını yüksek yargı organlarının kimi kararları yanında akademik camiadaki ve diğer yerlerdeki bazı aydınların yazı ve konuşmalarında da görmek mümkündür. Buna göre laiklik, dinin insanların vicdanlarında kalması, toplumsal hayata yansımamasıdır. Hatta bazıları dinin bireylerin sosyal, dünyevî hayatına bile yansımaması gerektiğini düşünmektedir. Bu kimselere göre laiklik, aynı zamanda bireyin dinin baskılarından korunmasını da gerektirmektedir. Bunu yapacak olan ise kamu otoritesidir.
"Bütün bu görüşler hep dinin geri ve geçmişe ait bir şey olduğu, modern hayatla ve akıl ve bilimle bağdaşmayacağı varsayımlarına dayanmaktadır. Keza bireylerin kendi hayat yollarını çizmekten aciz ve normal şartlar altında hep edilgen varlıklar olduklarını, yani bilinçli bireysel tercih olarak dine yönelmek yerine dindar olmak ve dini yaşamak için birileri tarafından kandırıldıklarını, manipüle edildiklerini ve hatta zorlandıklarını varsaymaktadır. Bireylerin teşkilatlı dinî grupların insan hakları ihlallerine karşı korunmaları gerekli ve meşrudur. Bu tür ihlallerin başka sebeplerle yapılan insan hakları ihlallerinden bir farkı yoktur. Ancak, buradan, bireylerin icabında din alanında kendi tercihlerine karşı da korunmaları gerektiği yolunda paternalist bir sonuç çıkarılamaz. Din özgürlüğü dinden özgürlüğü de kapsar. Hayatın akışına bağlı olarak insanlar dinî veya ladinî tercihlerde bulunabilirler. Hayatlarında dine şu veya bu ölçüde yer verebilirler. Veya hiç yer vermezler. Bu tamamen kendilerinin bileceği, kendilerini ilgilendiren bir iştir.
"Din özgürlüğünü esas alan bir laiklik, gerçek ve doğru anlamda laikliktir. Bu sayede toplumsal çeşitliliğin unsurları barış içinde bir arada barınabilir ve dinî ve ladinî hayat tarzları bir rekabet içinde yaşar. Bu rekabet hem bireysel özgürlük alanını genişletir hem de medenîleşmenin ve iktisadî ve sosyal alanda gelişmenin yolunu açar. Buna karşılık, kamu zoruyla dinden özgürlük, yani devlet iktidarının vatandaşları dinden uzaklaştırma veya dinî inanç ve pratikleri kendince biçimlendirme, keyfî biçimde sınırlandırma çabaları toplumsal barışı berhava eder; toplum kesimlerini birbirine karşı kışkırtır; barışçı rekabeti değil yıkıcı soğuk savaşı ve düşük şiddetli çatışmayı besler.
"Türkiye'nin cumhuriyet dönemi laiklik serüveni bir anlamda din özgürlüğü ile dinden özgürlük nosyonlarının mücadelesinin tarihidir. Ülke demokrasiye geçişle birlikte mecburen ve olması gerektiği gibi din özürlüğüne yönelmiştir. Ancak, din özgürlüğünü değil dinden özgürlüğü savunan tek parti dönemi anlayışı bu yönelişe şiddetle karşı çıkmıştır. Ve her geçen gün zayıflamasına rağmen bu tutumunu hâlâ devam ettirmektedir. Oysa, din özgürlüğünün gerçekten tesis edilmesi bireysel olarak dinden özgürlük isteyenleri de rahatlatacak ve hayat tarzlarını garanti altına alacak yegâne yoldur.