İtikat, ibadet, muamelat ve ahlaki kural ve prensipleriyle din bir bütündür.
Ve dinin gerçek gücünden istifade de ancak bu bütünlüğü korumak ve hayata geçirmekle mümkündür. Bütünden beklenen netice, parçadan elde edilemeyeceği, topluluktan beklenen maksat tek fertte görülemeyeceği gibi, bölünmüş bir dinden ve onun bazı prensiplerinden de bütünden beklenen netice elde edilemez, topluca yaşandığında ancak vücut bulabilecek semereler, onun bir veya bazı prensiplerini yerine getirmekle gerçekleşemez. Kategorize edici partikül din anlayışı da indirgemeci atomik din yaklaşım ve yorumları da dini tanımlamada eksik, dinden gaye ve maksadı izahta yetersizdir.
İslam'ı diğer semavi dinlerden ayıran en önemli hususiyet, bütün hayatı kuşatıcı olması, dünya ve ahrete ait bütün ihtiyaçlara açılımlı olarak cevap veriyor bulunmasıdır. Bu hususiyettir ki, kendi müntesipleriyle diğer dinlerin müntesipleri arasında önemli bir farkı da hâsıl eder. O da şudur: Bir Müslüman her türlü pozitif değer ölçüsünü dininden öğrenir, öğrendiklerini tatbik nispetinde de diniyle olan irtibatını kuvvetlendir, irtibatındaki kuvvet seviyesinde de dininden maddi manevi pek çok hususta istifade eder. Aksi hal ise aksini doğurur. Yani, irtibatını gevşettiği nispette dinden istifadesi azalır, dinden istifadesi azaldığı nispette de pozitif değerlerden mahrum kalır. Hele bu mahrumiyet, iman, ibadet, ahlak noktalarına uzanırsa insanlıktan da çıkar; onu bu düşüşten kurtaracak başka bir merci de bulamaz.
Hâlbuki diğer dinler, indikleri dönemin şartları sebebiyle, teklifleri sınırlı, açıklamaları mücmel, kapsamları İslam'a göre çok dar olduğundan o dinlerin müntesipleri, insani değerlere ve içtimai ahlaka ait pek çok hususu dışarıdan elde etmeye mecburdurlar. Dolayısıyla, dinden ellerini gevşetseler de onlarda pozitif bazı değerler bulunabilir, dinden uzaklaşmalar, onlarda insani değerlerden, içtimai ahlaktan da bütün bütün uzaklaşma neticesini vermez. Bu açıdan da bir Müslüman'la bir Yahudi ya da Hristiyan, bu noktada birbirine kıyas edilemez. Edilse yanlış olur.
Değer atfında, kasıt, niyet, bakış açısı önemli birer faktördür. Aynaya bakan insan, eğer kastı kendisine bakmak ise önce kendini sonra aynayı görür. Kastı aynaya bakmak ise önce aynayı sonra kendisini görür. Birincisine doğrudan bakış, ikincisine tebeii ya da ikincil nazar denilir. Ayrıca uzak mesafeden en büyük şeyin dahi küçük görüleceği malumdur.
İslam'a bakışta, ona değer atfedişte de durum böyledir. İslam öncelikle bir dindir ve neticeleri de bazı hukuki konular dışında genelde uhrevidir. Dünyevi maslahatlar ise maksat değil sadece tercih ettirici konumunda bazı fayda ve yararlardır. Dinin gaye ve maksadı öne çekilmez ve bazı dünyevi faydalar esas alınırsa, o din Allah'a has kılınan din olmaktan çıkar, halis olamadığı için de dünyevi faydalar da gerçekleşmez. Buradaki kusur ve eksiklik dinde değil, dinin öncelikli gaye ve maksadından sapmalarda aranılmalıdır. Nitekim dini küçümsemeler, görmezden gelmeler de kişilerin dinden çok uzaklarda bulunmalarında ya da imanlarının zayıflığında, belki de yokluğunda aranılmalıdır. Hâşâ ki, dinin zayıflığında veya küçüklüğünde değil...
Bir de ülfet ve alışkanlığın körletici etkileri sonucu vahiyle alakası kalmamış kültürel Müslümanlığın eksilerine ait faturalar da gerçek İslam'a değil kültürel Müslümanlığa kesilmelidir...
Bugün