Bir parçayı değerlendirirken bütün içindeki yeri ile değerlendirmek esastır.
Botanik bilimi bitkileri, zooloji hayvanları ila ahir inceliyor fakat bütün resmi göz ardı ederek…
“Bütün bu yaratılmışlar bir maksat için yaratılmışlar ve başıboş değiller.” Bu temel kaide oturtulmadan yapılan bütün inceleme ve araştırmaların insanlık ailesini getirdiği yer bir uçurum kenarıdır ve işte biz hepimiz şimdi uçurumun kenarındayız. Lâkin bu uçurumun kenarında harika manzarayı seyre dalmışız.
Çoğumuz en dar dairedeki lezzet ve menfaatlerini önceleyerek ve yüksek hamiyeti olanlar da toplumsal realite ile aralarına uzun hem çok uzun mesafeler koyarak nereye kadar gideceğiz acaba? Hakikatleri ve hakiki halimizi dillendirenler de sevilmeyen adam ilan edilmişler.
Yazıya başlığı evvelden koymuş olmakla pek de iyi etmedim belki ama başlığın çerçevesine geleyim.
Dînî konularda denge ve muvazeneyi korumak dünya ve ahirete bakan neticeleri açısından çok mühim. Din içinde sadece bir tek noktaya nazarları hasretmek ve din alanı içindeki diğer konuların mihenklerine vurmadan hareket etmek deaş ve el-kâide gibi örgütlenmelere sebep olmuştur. Elbette bu örgütlerin temeli dış güçler tarafından atılıyor olabilir ama elemanlar içerden. Bu sapkın yapılanmalara dahil olanların elinde ilmî bir mihenk yok mu?
İnsanları –güya- bir âyetin kıstasına göre ölçüp tartarak mümin ve kâfir olarak ayırt etme refleksi ancak materyalist asrın siyah mı beyaz mı dayatmalarının neticesi olabilecek bir durum.
Peki mâkul olan nedir?
Din söz konusu olduğunda hiç de etraflıca araştırma yapma gereği hissetmiyor toplumun ekseriyeti. Eğer baştan dinden uzak kalmak çabasında ısrarlı ise “zâten dindarlar” diye başlayan cümlelerin yekunu bile beş para etmiyor. İnsanların yüzde sekseninin ehl-i tahkik olmadığı bir gerçek. Bilimin, teknolojinin bu kadar ilerlediği bir zamanda insanlar kendileri araştırmak zahmetine girmektense işlerine gelen ön kabullere sarılmayı veya güvenmeyi tercih ettikleri kaynakların yönlendirmelerine tâbi olmayı tercih ediyorlar.
Bir tek noktadan ve bir tek kritere göre netice çıkartmak veya hüküm vermek elbette sağlıklı bir neticeyi doğurmuyor. Bir tek iyiliği için büyük cinayetleri işleyenler hoş görülebiliyor. Veyahut bir tek kötülüğü nedeniyle onca iyilikler yok sayılıyor.
Dine hizmet gayesi olanların dindeki muvazene ve ahengi yakalamaları hayatî önem arz ediyor. Bir şahsı sevip sevmemesi üzerinden insanları çatal kaşık dizer gibi kategorize etmek sağlıklı bir tebliğin mânisidir her halde.
Takvanın zihin, irade, his ve latife-i Rabbaniyenin gayeleri olan marifetullah, muhabbetullah, ibadetullah ve müşahedetullah dörtlüsünden müteşekkil olduğu hakikatini es geçip etek boyu ve başörtü büyüklüğü ile ölçmek hakikat zemininde ne kadar anlamlı… (Elbette bu tesettürü hafife almak manasına gelmiyor. Takvanın maddi ölçülere sığmadığını madiyyun bir asırda anlamak kolay değil belki.)
Din alanında bir konuyu değerlendirirken tek bir cihetten bakmamak, evvela imanın esaslarını ve şimdiye kadar gelen sahih geleneği bilmek esastır.
Allah’a hamd olsun ki İslam’ın bizden evvelki bütün kaynaklarının netice ve hülasası olan Risale-i Nur bize din alanında muhakeme kabiliyeti veriyor.
En çetrefilli konulardan biri olan kader konusunda bile açık misallerle izah getiriyor. Eğer biz bugüne dek kader konusunda yazılanları okumaya ve bir netice almaya yeltensek ne muhayyilemiz, ne akıl ve fikrimiz, ne ömrümüz kifayet eder. İlmî noktada asrın sefahatinin kör ve sağırlaştırmasından az çok hepimiz pay almışız. Bizzat ve fiilen içinde olmayanlar bile aynı havayı solumanın ve şahit olmanın ıstırabını çekiyorlar.
Güzel bir mantık örgüsü içinde akamayan bu yazıyı güzel bir cümle ile tamamlayalım diye düşünüyordum fakat fark ettim ki hep devir lâzım geliyor getirdiğimiz delillerde. Yani; Risale-i Nur’un kendinden önceki kaynakların bir zübdesi, hülasası ve bu asrın ihtiyaçlarına mükemmel cevap veren bir Kur’an tefsiri olduğunu Risale-i Nur’un içinden bir cümle ile ispat etmek devri gerektiriyor. Yani Risale-i Nur’un kıymet ve ehemmiyetini Risale-i Nur ile isbat etmeye çalışıyoruz. Okuyanlar zaten ehemmiyet ve kıymetini takdir ediyorlar. Okumayanlara da tavsiye ediyoruz ki bir tek meseleyi mesela Miraç hâdisesini bir evvelki kaynaklardan okusunlar bir de Risale-i Nur’dan Sözler mecmuasının 31. Söz’ünden okusunlar. Ve hakkaniyet ölçüleri içinde tartsınlar vesselam…
Yusuf Kaplan’ın bir cümlesini de burada zikretmek isterim:
“Bediüzzaman’ın çağdaş İslam düşüncesinde bir milad olduğu tezini öne sürüyorum. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin çağdaş İslam düşüncesinde milad olmasından kastettiğim şey, önce, kendisinden önceki bütün İslam düşüncesi fikriyatını ve fiiliyatını sil baştan tasvir, tarif ve tahlil etmiş olması ve sonra da kendisinden sonraki kuşaklara İslam düşüncesinin nasıl bir görünüme, muhteva ve forma sahip olabileceğini göstermiş olmasıdır.”