Dinlerin ortak değeri insan hakları

Emrullah BEYTAR

Hak, insanın yaşamına varlığıyla anlam kazandıran, yokluğuyla da insan yaşamını anlamsızlaştıran ve insan olmaktan ıskat eden bir kavramdır. Hak, insanın var olmasıyla beraber hayatı boyunca sahip olduğu ve ölmesiyle hayatta kalan insanlara devredebilecek bir olgudur.

İnsan hakları aktivistleri arasındaki tartışma konularından biri de insan haklarının bir din, felsefe ve ahlak olup olmadığı konusudur.

Tore Lindholm’a göre “insan hakları bir din, felsefe ve ahlak olmadığı gibi, modern felsefenin bir parçası da değildir. Ancak modern hayatın sonucunda yaşanılan bazı problemlerle birlikte ikinci dünya savaşından sonra” ortaya çıkmıştır. Lindholm’a göre insan hakları kavramı yenidir ve bazı problemlerin yaşanması neticesinde ortaya çıkmıştır.

İnsanlık tarihi boyunca haksızlıkların var olduğu ve bu haksızlıkların karşısında duran erdemli bir sınıfın da olduğu nakledilir. Böyle bir haksızlık ve bu haksızlık karşısında mücadele eden bir sınıf olduğuna göre, buna bir isim konulmalıydı.

Semavi dinler başta olmak üzere bütün dinler, insanın önemine vurgu yapmıştır. Yahudilikte “insanın tanrı suretinde yaratıldığı” belirtilmekte (Tekvin 1/26-27 ve bununla “insanın diğer bütün varlıkların üstünde bir yer teşkil ettiği ve yaratılışın nihai amacını temsil ettiği” Tekvin 1-2/23) anlatılmaktadır.

Hıristiyanlık metinlerinde de yine insanın tanrı suretinde yaratıldığı zikredilmekte, günahkâr yaratılmış olması bile insanın değerli oluşuna zarar vermez. Kitab-ı mukaddeste, tanrıya karşı gelmeden insan haklarına saldırılamaz. Çünkü insan tanrı suretinde yaratılmış ve dolaysıyla insan hayatı kutsallık kazanmıştır.

Hinduizm’de, tüm varlıklar birbirine dönüşebildikleri için mutlak bir ayırım yoktur. Bütün evren canlılarla doludur ve bütün hayat kutsaldır. Çünkü ilahi ruhtan kaynağını alır.

Budizm’de, hak tanımı geniştir ve insanla tabiattaki diğer herhangi bir canlı arasına mesafe koymadan hayvanları, hatta bitkileri bile içerir. Budizm’de insan hakları tanımı, insan olmayan ama bilinç taşıyan diğer canlılar açısından da yapılmaktadır.

Budizm’de insanın değerli bir varlık olduğu ve herkese eşdeğer bir saygının gösterilmesi gerektiği inancı temel ilkelerdendir.

İslam’da ise, insan hakkı kavramı Allah’ın iradesine dayanır. Çünkü, insana hilafet görevi vererek (Bakara 2/30), yeryüzünde adaleti tesis etme sorumluluğu yükletilmiştir. Adalet tesis edilirken gözetilmesi gereken noktalardan en önemlisi insan haklarıdır. Bu anlamda bireye öncelikle yaşama hakkı güvencesi verilmeli ki birey kendini rahat hissedip rahat hareket edebilsin. İslam’a göre, insan en güzel biçimde yaratılmış (Tin 95/4) ve İslam, bireyin can, mal, akıl, din ve neslin korunmasına özel bir önem vermiştir.

Hz. Muhammed (sav)’in peygamber olmadan önce içinde ateist ve farklı dinlere mensup erdemli insanlarla beraber Hılfu’l-Fudul adında kurmuş oldukları teşkilatın içinde vermiş olduğu hak mücadelesinin asıl dayanağının ahlak ve fıtrat olduğu gerçekliği ortaya çıkmaktadır. Çünkü, zulme maruz kalan kişilerin din, ırk, renk ve kültürlerine bakılmaksızın savunuyor olmaları gerçeğinin altında fıtrat ve ahlak yatmaktadır.

Son dönem İslam âlimlerinden Said Nursî, insan haklarını öncelikle fıtratla ilişkilendirmekte ve “fıtraten medeniperver olan insanın ebna-i cinsini hukukunu muhafazaya mecburdur” diyerek insanın bozulmamış fıtratına vurgu yapmıştır.

Nursî, ayrıca “sadece kendi nefsini düşünenlerin insan olamadıklarını, olsa olsa masum olamayan canavar birer hayvan olduğu” sözüyle de mücadelenin ahlakiliğine vurgu yapmıştır.

ICCPR ve ICESCR’nin önsözdeki ortak maddeleri olan madde ikide açık şekilde şu ilkeyi benimsiyor: “İnsan haklarının kaynağı kişinin asli ve fitri haysiyetidir” diyerek de insan fıtratına vurgu yapmıştır.

İnsan hakları kavramı her ne kadar tamamlanmamış bir değer olsa da, dinlerin bu değere çok önem atfettiği aşikârdır. Gelinen nokta itibariyle devletlerini uluslararası çıkarlarını korumada ahlaktan ziyade ulusal/devlet çıkarları kriter alındığından dolayı dinlerin insana ve buna bağlı olarak insan haklarına verdiği önem de anlaşılmadığı gibi insan hakları kavramının devletlerin uluslararası siyasetlerinin bir aracı haline dönüştürmüşlerdir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, dinlerin ortak değeri olan insan hakları ve mücadelesini çifte standartsız bir şekilde savunan sivil toplum kuruluşlarının varlığı insanlık için bir kazanımdır.

Dinlerin insana ve insan haklarına vermiş olduğu önemli değere rağmen insan hakları mücadelesinin dayanağı ahlak ve fıtrat olduğu belirgin bir şekilde anlaşılmaktadır.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.