Hasan Mürsel'in yazısı
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ben ebemin beşiğini tıngır mıngır sallarken yaşanılan bir dünya varmış.
Yeryüzü henüz dümdüz yemyeşil, gökyüzü masmavi olan bir dünya varmış. Hz Adem'in ilk çocukları henüz hayattaymış. Dinazorlar, mamutlar uçurumlardan zıplıyor, albatroslar; Adem'in torunlarını dağlardan denizlere, yerlerden göklere uçuruyormuş. Bu uçurmalar bayramdan bayrama, düğünden düğüne oluyormuş.
İşte yeryüzü böyleyken gözden uzak, insanların teknolojikmen olduğu bir ülke varmış. Bu ülkede akıllı, bilgili ama hayalperest bir kral yaşarmış. En çok istediği şey ise, vatandaşlarının "ölümsüzlük ülkesinde mutlu yaşama"sıymış.
Düşünüp taşınmış bu amaca uygun bir çiftlik kurmuş. Ülkenin en güzel topraklarını bu çiftliğe ayırmış.
Ülkenin en zeki, en akıllı, en sağlıklı ve anası babası olmayan, en yoksul çocuklarını bu yetiştirme çiftliğine yerleştirmiş. Ülkenin, dünyanın hatta öbür dünyaların en iyi eğitmenlerini de bu çiftliğe getirtmiş .Her şey ama her şey, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, tasarlanmış. Uzay ötesi fetih topraklarından bakıcı kadınlar getirtilmiş. Bu kral bir çeşit tanrı kral olduğu için yapamayacağı çok az şey varmış!
Sonunda yetiştirme eğitimleri başlamış. Çocuklar ana babasından koparıldığı ve çok da akıllı olduklarından çok geçmeden bu eğitime ısınmaya başlamışlar. Çocukların önce geçmişleri, beyin temizleme cihazlarıyla temizlenmiş. Doğdukları ve geldikleri yere ait iz ve eser kalmamış. Sağlam, virüssüz, başarılı eğitim için, bu olmazsa olmaz bir şartmış.
Bu eğitimin temel felsefesi 'dinsiz mutlu eğitim' programıymış. Nihai amacı ise, 'sonsuz mutlu yaşamayı' gerçekleştirmekmiş.
Süper tasarımlı bir program uygulanıyormuş. Bir yanı çelik gibi sağlam, öbür yanı gül gibi kokulu yumuşakmış. Bu iki çizgi içinde kalarak herşey yapılabiliyormuş.
Okuma, yazma, spor, resim, müzik bir yanda. Matematik, mantık, mühendislik öbür yanda. Sosyal psikolojik, eğlenceli hayat her yerde varmış. Uzay ötesi, okyanus dibi, yanardağ içi seyahatleri programa bağlı geçekleşiyormuş.
İsteyen öğrenci karınca yuvasında arkadaşıyla geceleyip yaşayabiliyormuş. Dileyen Pasifikos okyanusunda, mercan kayalıklarında, samanyolu balığı üstünde arkadaşlarıyla kamp yapabiliyormuş. Galaksoslar arası eğitim gezileri, öğrenci gurupları arasında pek yaygınmış. Vegos yıldızına tatile gitmek, en seçkin talebelere mahsus bir ödülmüş. Vegos Hz. Adem ve sevgili eşinin bir zaman yaşadığı cennetin süper bir çakmasıymış. En başarılı öğrenciler burdan çiftliklerine dönmek istemezmiş. Döndüklerinde kolayca unutamaz, akıllarından çıkmaz, rüyalarına girermiş.
Günler ayları, aylar yılları kovalamış gitmiş. Benzersiz hayat akıp gidiyormuş. Yemeklerde sınır ve ölçü de yokmuş. İstediğin zaman istediklerini yerlermiş. Tek veya arkadaşıylarıyla.
Kilo sorunu da yokmuş. Doyup doymamaya öğrenci karar veriyormuş. Sayısız çeşit veya tek çeşit. Bir bagaj dolusu kirazosu bir öğünde yiyen de, tüm balık çeşitlerini bir öğünde karışık kızartma yaptıran öğrenci de varmış.
Her öğrenci istediği biçimde atletik fitmiş. Çünkü yediklerini bir ağaç gibi terleyerek atabiliyorlamış. İsteyen; buluttan buluta takla atıp fazlalıklarını buharlaştırıyormuş. Elbise ihtiyacı diye bir şey de yokmuş. Çünkü anlık istediği kıyafeti giyebiliyormuş. Kim ne elbise hayal ederse o kıyafeti giyiveriyormuş. Pazar, elbise dolabı, yıkama ütüleme derdi de yokmuş. Üzerindeki elbiseyi arkadaşının gözbebeğinde görüyor, gözüne bakarak değişiklik yapıyorlarmış. Yine koku sürme, boyanma da mesele değilmiş. Kokular da anlık his ve heveslere bağlıymış. İsteyen kaplanos isteyen ceylanos ya da porsukos kokusuyla kokulanbilyormuş. Kokuların uygunluğunu en yakın arkadaşının burnuna dokundurup test edebiliyorlarmış.
Rüyaları da isteğe bağlıymış. Ama geçmişlerini, ana babalarını rüyada görmek yasak ve imkansızmış. Bu formatlaşmış kimliklerini bozuyormuş. Aldıkları eğitime de aykırıymış.
Bir de sınırsız şekil ve biçim vücut değiştirebilirlermiş. Bu anlık istek ve arzulara bağlıymış. Güzellik merkezine veya bıçak altına yatmaya gerek yokmuş. Yakında kralın, anında ve arzuya bağlı cinsiyet değiştirme izni verebileceği konuşuluyormuş. Şimdi tek hedef sonsuz mutluluğun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğiymiş. Bu süper eğitim merkezinin biricik amacı da buymuş. Bu 'ultra ötesi' gayenin gerçekleşmesi, eğitim çiftliğinden mezun 'ultra ötesi' öğrencilerin başarısına bağlıymış.
Bu hedefe kitlendiler ve çabaladılar. Ter dökmediler, uykusuz ve aç susuz kalmadılar. Soğuk sıcak sıkıntısı çekmediler. Sadece hayal ettiler, hedefe kitlenip çalıştılar, çalıştılar. Ve araştırıp tartıştılar.
Umutları artıkça arttı. İpuçları çoğaldı, büyüdükçe büyüdü. Sevinçler, ödüller birbirini kovaladı.
Ödül şampiyonu birinci, daima Adamos'tu. Bu genç bütün tasavvur, mekan ve zamanlar ötesi bir adamos oğlu adamostu. Ülke kralının varisi olarak görülüyordu. En yoksul, en zayıf bir anababanın tek evladıydı. Adamos ebeveynini unutmuş, onlar da adamosu görmediğinden unutmuştu. Bu genç "sonsuz mutluluk ülkesini" bulacak ülkenin biricik veliahtıydı.
İşler yolunda giderken iki büyük sorun başgösterdi. Birincisi Adamos'un dayanlmaz anababa hasreti. Kökler onu çağırıyor ama o gidemiyordu. İkinci sorun daha büyüktü. Yaşadıkları, yaşamadıkları hatta görmedikleri galaksiyosların ötesine geçmek. Öteleri görmek. Daha önemlisi ise bu evrenlerin (varsa) sahibiyle, sanatçısıyla tanışmak görüşmekti. Adamos'un içine büyük bir tanışma aşkı düşmüştü. İçten içe göynüyerek yanıyordu. Arkadaşlarının çoğu karşı cins ve yeyip içme aşkıyla yanarken, Adamos 'tanrıyı tanıma' aşkına düşmüştü. Bu aşkın yanında, adamos oğullarından Leyla-Mecnun aşkı, Pasifikos'ta damla bile değildi. Bu fikrini en yakın arkadaşına açmak istedi ama arkadaşı sadece bönbön baktı.Oysa onun anlayacağını ummuştu. Bir kere arkadaşıyla bunu çok konuşmak istedi. Öfkelenen arkadaşı, biyoniks sesler çıkararak Adamos'tan uzaklaştı. Adamos'un arızalandığını ve kafayı yediğini düşünmeye başlamıştı. Ama bunu kimselere söylemedi.
Adamos iyice bunalıyordu. Kimselere açılamıyordu. Bu çiftlikte herkes, herşey ona yabancıydı. Korkunç bir dünyaya düşmüştü. Hiç beklemiyordu. Hiç hayal etmemişti bunu. Ülkenin psikoloğuna gizlice gitmek istedi. Ama gördü ki, ülkede psikolog filan yoktu. Kimse böyle bir şeyi bilmiyor, tanımıyordu. Her sorduğu kimse, 'o ne ki' deyip biyoniks cızırtılar çıkartarak uzaklaşıyordu.
Benliği ızdırap içinde kıvranıyordu. Aklı başına bela olmuştu. Aile kökünü tanımak, galaksiyos sahibini tanıma isteği canını iyice acıtıyordu. İçinin en derin noktasında kanama başlamıştı. Kan kaybediyordu. Canı hiçbir şeyi yapmak istemiyordu. Oysa binbir çeşit balık kızartmasını ne çok severdi. Bir oturuşta, istiridye kabuğunda sunulan yüzbir kilo karışık ızgarayı bazen üç dakikada, bazen üç saatte yerdi. Zaman ve mekan sorunu olmayan bir ülkede yaşıyordu. Bu menüyü bazan tek bazen yakın arkadaşıyla yerdi. Bazen kızıl gezegenosun kızılkaya zirvesinde, bazen de Venos gezegenin en dibinde yosunlu derinlikte yerdi.. Burası 'Meyremana çukuru'nda 11 km derinliğin en dip noktasıydı!.
İçinde gittikçe büyeyen iki sorun Adamos'u dert küpü yapmıştı. Ya intihar edecek ya da tanrısına kavuşacaktı. Rizikoya girmişti artık.
Geri dönemezdi. Ülkede gözden uzak bir yer aramaya başladı. Ama her nokta küresel biçimde 360 derecelik açılardan devamlı gözetleniyordu. Kendini çırılçıplak hissetti. Ülkedeki herkes heran gözetleniyordu. Ülkede güvenlik böyle sağlanıyordu. "Saydam" bir 'diktataryos rejimos' hüküm sürüyordu.
Adamos'un saklanacağı tek kör nokta kralın gece karanlıkta dinlendiği, kameriye'nin direk dibiydi. Çünkü kameraların bu noktayı görmesi yasaktı. Kimse bu karanlık noktayı zumlayamazdı. Bu kör noktada kral kalp ve yürek yiyerek besleniyordu. Böylece ölümsüzlüğe kavuşacağını düşünüyordu. Burda inzivaya çekilmesi imkansızdı. Gitti kendini kuzey kutupos buzlarına fırlattı yüzdü yüzdü olmadı. Ateşi kırkbire çıktı düşmedi. Sonra Taklamakos çölüne uçtu. Yürüdü yürüdü içindeki üşümeyi geçiremedi. Sonra Atlantikos okyanusunun Haviyos adalarınada yüzdü, sörf yaptı olmadı. İçindeki mutsuzluk üzüntü geçmedi, azalmadı. İç kanama büyüyor, Çin işkencesi devam ediyordu. İçten dışa dıştan içe topuzlar inip inip çıkıyordu sanki. Ateşi 66 dereceyi bulmuş ama terleyemiyor, sanki nefes alamıyordu. Ne zamandır arkadaşı olmadığından aynaya da bakamıyordu. En kötüsü de buydu. Kendini göremediğinden kendini hatırlıyamıyordu. Bunamaya doğru gittiğini hissediyordu. Ana baba ve çocukluk hatırası, çiftliğe gelirken silinmişti. O zaman kaptığı bir virüs Adamos'u hafızasız ve benliksiz konuma getiriyordu. Dayanılacak gibi değildi .İçindeki 'ben' duygusu ile "biz" duygusu ve "O", tanrı duygusu da toz gibi uçuşuyordu.
Son bir çare olarak Everos zirvesine çıkmalıydı. Çıktı ve zirvede esen yeller tüm galaksiyosun elektiriğini üretecek kadar güçlü esiyordu. Ama Adamos'a bir fısıltı bile değmiyordu! Fakat yaratıcı Adamos a çaresizlik duygusu vermemişti. Ümidi henüz kaybolmamıştı. 9999 metredeki kızılkayanın başına akbaba gibi tünedi. Başını iki eli arasına alıp düşünmeye başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı ama o da ne? Ağlayamıyordu. Ağlama duygusu yok olmuştu. Dinsiz genç yetiştirme çiftliğine yatılı olarak girdiği anda, bu duygunun çekideğini de çıkarmışlardı.
Adamos çıldırdı, delirdi, höykürdü. "Biyonik adamos" nasıl bağırırsa öyle bağırdı. Ülkesinde kral, arkadaşları, eğitmenleri Pasifikos dipleri, mercan kayalıkları, Sahratos'daki gümüş karıncalar bu höykürüşü duydular. Çoğu korkudan kulaklarını kapadı. "Veliaht Adamos delirdi ve intihar edecek" dediler.
Adamos kararlı ve çevik bir şekilde sırt çantasını çıkarttı. Cesaret hapını içti. Önce "ölümsüzlük gömleğini" sonra "yakar ve acıtır" gömleğini giydi. Bu ikisine "ikiz amyantos" deniyordu. Doğuya doğru uçmaya başladı. Işık doğudan geliyordu. Umut da doğudan gelmeliydi. Uçtu uçtu ve Vezüvos ile füjiymos yanardağlarının ortasına kondu. Hangisinin bacasından içeri dalsa daha uygun olurdu? Bunu düşündü. Bu yanardağlar galaksiyosun en yakışıklı ve zirve dağlarıydı. Çok bekleyemezdi. Çünkü 'sonsuz yokluk tehlikesi' belirmişti. Her an sonsuza kadar yok olabilirdi. Herşeyi göze alır ama sonsuz yokluğu göze alamazdı. Sonunda seçimini yaptı. Fujiymos'un; lav püskürten bacası Adamos'u adeta çağırıyordu. Fujiymos'un (- &) derinliğindeki bacası Adamos'u bekler gibiydi.. Ateş onu çağırıyordu!
Adamos, ani bir hateketle, Pasifikos'ta öğrendiği en özgün çivilemeyle bacadan daldı. Bir uğultu ve "uuuppp"! sesinden başka bir şey duyulmadı. Galaksiyos halkları, kamçı sesi gibi yırtıcı bir ses duydular. Hep beraber 'keşke no'lur toprak olsaydık' dediler. Ama tuhaf ki, işlerine kaldığı yerden devam ettiler.
Dinsiz genç yetiştirme çiftliğine bu haber anında ulaştı. Zaten Adamos'u arıyorlardı. Ülkenin "dijitalos saydamos" kıralı herkesi çiftlik meydanına topladı.
"Ey dinsizler çiftliğinin sahte cennet sahipleri! Adamos cehenneme gitti. Cehenneme kadar yolu var. Bizler 'ölümsüzlük ülkesinde mutlu yaşama ülkümüzden' bir nokta bile sapmayacağız. Bu uğurda araştırma ve çalışmaya devam edeceğiz. Bu çiftliği daha da güçlendireceğiz. Bu ülkedeki 'sahte cennet' ölene kadar bize yeter de artar. Hain veliaht Adamos'a gelince, onun hainliğini anasının kucağından koparırken anlamıştım aslında. Fakat işler/ güçler araya girince unuttum gitti. Bu kadarcık kusuru kralınıza çok görmeyin. Bu hataya sizi mutlu etmek için çalışırken düştüm. Ölmeden önce bir daha olmayacak. Dinsizos milleti ise, büyük baba Adam' dan beri var. Kıyamet kopana kadar da var olacak. Ama bizim adamos gibi, 'cahil yobaz'lar da 'gerçeği aramak adına' hainliklerine devam edecekler şeklinde nutuk çekiyordu...