Meddah
Efendiiim! Hoş gelip safâlar getirdiniz. Evlerinizden çıkıp şu mekâna girdiniz. Gelmeseydiniz, siz bilirdiniz. Bu akşam sizlere kadîm dostum Mişon’un mârifetlerini anlatacağım.
Mişon Galata köprüsünün başında limon satıyordu. Akşam eve giderken bir-kaç tâne alayım dedim. Ba’zen dış görünüşüne aldanıp susuz, kupkuru limon alıyorum. Hanım demediğini bırakmıyor. Zerzavatçı Nâdir öğretti: limonun dişisini almak lâzımmış. İçi bol çekirdekli olurmuş. Suyu bir sofraya yetermiş. Bu def’a tabladaki limonları mıncıklayıp içini anlamaya çalışayım dedim. Keşke insanlar da öyle olsa; dışından mıncıklayınca içindekini tahmîn edebilsek…
Neyse, tablada ellemedik limon bırakmadım. Baktım Mişon öfke ile beni seyrediyor. Dayanamadı, sordu:
-: Vire kuzum, sıkmadik limon bırakmadin. Ne ariyorsin? Cevap verdim:
-: Dişisini, Mişon, dişisini… Mişon, gözlerini kocaman kocaman açtı:
-: Vire kuzum, câriye yapacaksin yoksa şorbaya sikacaksin?
-: !!??
Mişon her gün başka bir eşya satar. Mevsimine göre kavun, karpuz, limon, portakal, elma, havuç veyâ mendil, peşkîr, havlu, yelpâze.. aklınıza ne gelirse… Geçen sıcak günde, yine baktım köprünün girişinde elinde süslü – püslü yelpâzeler… Hava da sıcak mı, sıcak. Bir tâne alayım, yolda ben kullanırım; evde hanıma hediye ederim. İki uçlu kâr. Sıkı bir pazarlıktan sonra bir adet seçip aldım. Sallaya sallaya beş – on adım yürümemiştim ki, yelpâze ikiye ayrılmaz mı? Bereket daha fazla uzaklaşmamıştım. Hemen döndüm. Mişon elinde bir yelpâze, çığırtkanlık yapıyor:
-: Ayde yelpâze yeldiii! Serinletir, dinlendirir! Ayde ucuuuz! Yaklaştım:
-: Mişon, ne çürük bir mal verdin. On adım gitmeden yırtıldı. Soğukkanlı, tebessümle cevap verdi:
-: Nasil kullandin? Hayretle baktım:
-: Nasıl olacak! (Elimdeki yırtık yelpâzeyi sağa sola sallayarak) işte böyle. Güldü:
-: Vire kuzum, (elindekini yüzüne dikey ve sâbit tutarak) yelpâzeyi bööle tutacaksin; (kafasını namazda selam verir gibi, sağa sola hızlı hızlı sallayarak) kafani sallayacaksin… demez mi?
Mişon’un altı yedi yaşlarında bir oğlu var: adı Salamon. Sevimli yaramaz. Baktım kolu sargıya alınmış.
-: Hayrola, Salamon, ne oldu? Geçmiş olsun, evlâdım. Durup gülümsedi:
-: Saolasin amca. Duştüm.
-: Nerden çocuğum? Anlattı:
-: Babam beni yevdeki dolabin üstüne çikardi. Kollarini açti.
-: Ayde oluum, babanin kucağina atla.
-: Düşerim baba.
-: Atla oluum, seni tutarim.
-: Tutamazsin baba.
-: Ayip ayip, babana yüvenmiyor misin?
-: Yüveniyorum, ama tutamazsin.
-: Atla kucağima, adee, bak ne olacak.
-: Baktim israr ediyor. Atladim. Ama, babam kenara çekildi; beni tutmadi. Ağladim. Kolum incindi.
-: Aaay, aaay, işte tutamadin.
-: Bu sana ders olsuun. Ayatta babana bile yüvenme!
-: !!??
Mişon’un rehinci Avram’a yüklü bir borcu varmış. Bir türlü ödeyemiyormuş. Kaç kere vâdeyi uzatmış. Bir türlü parayı temin edememiş. Bir gece, borcunu düşünmekten uykusu iyice kaçmış. Gece saat bir mi, iki mi; bakmış uyuyamıyor. Kalkmış, Avram’ın evine gitmiş. Kapıyı çalmış. Avram üst kat penceresinden, uyku sersemi seslenmiş:
-: Kim ooo, yecenin bu vaktinde?
-: Yabanci deyil, Avram, benim Mişon.
-: Ayrola?
-: Ani sana borcum vardi ya!
-: Eee, ne olmuş?
-: Duşündüm, duşündüm, uykum kaçti.
-: Alacağimi mi yetirdin yoksa?
-: Yok caniim! Baktim uyuyamiyorum; bu borcu ödemeye yücüm yetmiyor. Onu söyleyeyim de senin de uykun kaçsin…
-: ??!!