Diş fırçalamak orucu bozar mı? 11 ayın sultanı Ramazan ayına girmemizle birlikte orucu bozan ve bozmayan durumlara yönelik aramalar artmaya başladı. Bu durumlardan en çok arananı ise diş fırçalamanın orucu bozup bozmayacağı idi. Haberimizde diş fırçalamanın orucu bozar mı sorusuna cevap verdik. İşte orucu bozan ve bozmayan durumlar...
a) Kazâ ve Kefâreti Gerektiren Durumlar
Orucu bozup hem kazâ hem de kefâreti gerektiren durumların başında rama-zan günü oruçlu iken yapılan cinsel ilişki gelmektedir. Zaten Peygamberimiz oruç kefâreti hükmünü, o zaman vuku bulan böyle bir cinsel ilişki olayı üzerine ver-miştir. Oruç kefâreti konusunda eldeki tek örnek ve delil de budur. Bu bakımdan bütün fıkıh mezhepleri, Ramazan günü oruçlu iken bilerek ve isteyerek normal cinsel ilişkide bulunmanın, hem kazâ ve hem de kefâreti gerektireceği konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bir şey yiyip içmenin kefâreti gerektirip gerektirmediği konusu ise mezhepler arasında tartışmalıdır. Hanefîler, bilerek ve isteyerek bir gıda veya gıda özelliği taşıyan her türlü maddeyi almayı da bu hükme kıyas ederek, bu durumda da hem kazâ hem de kefâret gerekeceğini söylemişlerdir.
Peygamberimiz zamanında cereyan eden ve oruç kefâretinin gerekçesi olan olay şudur:
Bir adam "Mahvoldum" diyerek Peygamberimiz'e gelmiş ve ramazanın gündüzünde eşiyle cinsel ilişkide bulunduğunu söylemiş, bunun üzerine Peygamberimiz;
- Köle âzat etme imkânın var mı?
- Hayır, yok.
- Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?
- Hayır. Bu iş de zaten sabredemediğim için başıma geldi.
- Altmış fakiri doyuracak malî imkânın var mı ?
- Hayır.
Bu sırada Peygamberimiz'e bir sepet hurma getirildi. Peygamber bu hurmayı adama vererek yoksullara dağıtmasını söyledi. Adam "Bizden daha muhtaç kimse mi var?" deyince Peygamberimiz gülümseyerek "Al git, bunları ailene yedir" diyerek adamı gönderdi (Buhârî, “Savm”, 30; Müslim, “Sıyâm”, 81; Ebû Dâvûd, “Savm”, 37).
Bilerek ve isteyerek kaçınılması gereken üç şey (yeme, içme, cinsel birleşme) dışında bir sebeple orucun bozulması durumunda kefâret gerekmeyip sadece kazâ gerekir.
b) Sadece Kazâyı Gerektiren Durumlar
Oruç yasaklarının başında yeme ve içme geldiğini, oruçlunun kasten yiyip içmesinin kazâ ve kefâreti gerektirdiğini biliyoruz. Buna ilâve olarak Hanefî fakihleri, beslenme amacı ve anlamı taşımayan ve esasen yenilip içilmesi mûtat (normal, alışılmış) olmadığı gibi insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi durumunda da orucun bozulacağını, fakat bunun kefâreti gerektirmeyeceğini söylemişlerdir. Çiğ pirinç, çiğ hamur, un, ham meyve yemek veya fındık, badem ve cevizi kabuğuyla yutmak böyledir. Bunlar yiyecek maddesi olmakla birlikte, bunların bu şekilde yenilmesi normal değildir ve hem de bunlar bu halleriyle insanın iştah duyacağı ve yemek isteyeceği şeyler değildir. Fakihler, şehvetin normal cinsel birleşme dışında tatmin edilmesinin de aynı kapsamda değerlendirileceğini belirtmişlerdir.
Fakihler ağza giren yağmur, kar veya doluyu isteyerek yutmayı, su içme kapsamında değerlendirerek orucu bozacağını; fakat, kişinin kastı olmaksızın boğaza inen yağmur, kar ve dolunun orucu bozmayacağını söylemişlerdir.
Kusma, kasten yapılmadığı durumlarda orucu bozmaz. Kasten yapıldığında ise, sadece ağız dolusu olması halinde bozar.
Baştan beri ortaya koymaya çalışılan oruç tutma esprisi ve orucun anlam ve amacıyla pek bağdaşmayan muhtemel bütün davranışları ve olayları tek tek sıralamak mümkün olmadığı için bu konuda şöyle bir açıklama getirmek doğru olur: Orucun anlamı, Allah rızâsı için, gerek beslenme gerekse tat ve keyif alma kasıt ve arzusu içeren yiyip içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, özetle nefsi iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmektir. Bu yasağın ihlâli sayılan her davranış orucun mâna ve gayesine aykırıdır. Yeme, içme ve cinsel ilişki sayılan her davranış orucu bozar, kazâ edilmesini gerektirir. Kasıtlı olarak yapılırsa hem kazâ hem kefâret gerekir.
Bayılma ve delirmenin orucu bozan şeylerden sayılması, esasen oruç yasaklarının ihlâli ile ilgili olmayıp, bütün mükellefiyetlerde ön şart olan bilinçlilik halinin geçici veya sürekli olarak yitirilmesi ile ilgilidir. Bu halin kapladığı günlerin kazâ edilmesinin istenmeyişi de aynı sebebe bağlıdır.
Unutarak bir şey yemek ve içmekle oruç bozulmaz. Peygamberimiz oruçlu olduğunu unutarak yiyip içenlerin oruca devam etmelerini, onları Allah'ın yedirip içirdiğini söylemiştir (Buhârî, “Savm”, 26; Müslim, “Sıyâm”, 17). Fakat yanlışlıkla (hata) yiyip içmek bundan farklı olup Hanefîler'e göre orucu bozar. Meselâ; bir kimse oruçlu olduğunun farkında olduğu halde kasıtsız olarak yanlışlıkla bir şey yese veya içse, diyelim ki abdest alırken ağzına aldığı sudan yutsa veya denizde yüzerken su yutsa orucu bozulur ve kazâ lâzım gelir.
Şâfiîler orucu bozma kastı bulunmadığı için yanlışlıkla bir şey yiyip içmenin orucu bozmayacağını söylerken, Mâlikîler orucun anlamının (imsak) ortadan kalkmış olduğu gerekçesiyle, ister unutma isterse yanlışlık sonucu olsun, bir şey yiyip içmekle orucun bozulacağını söylemişlerdir.
Sabah vaktinin girip girmediği konusunda şüphesi bulunan kimse yiyip içmeye devam ederken o esnada ikinci fecrin doğmuş olduğu ortaya çıksa oruç bozulur ve kazâ etmesi gerekir, kefâret gerekmez. Aynı şekilde güneşin battığını zannederek iftar ederken güneşin henüz batmadığı anlaşılsa yine kazâ gerekir. Ancak, bu durumda kefaretin gerekece?ini söyleyenler de vardır. Zira kişi, her iki durumda da zannı ile hareket etmiş ve yanıldığı ortaya çıkmış ise de zanların kuvvet derecesi aynı değildir. Birinci durumdaki zan güçlüdür; çünkü aslolan gecenin devam ediyor olmasıdır. İkinci durumdaki zan ise, bunun tersine zayıftır; çünkü aslolan gündüzün devam ediyor olmasıdır. Bu bakımdan güneşin batıp batmadığından şüphe eden kimse hemen iftar etmemeli, durumun netleşmesini beklemelidir. İmsak ve iftar vakitlerini gösteren bir takvim ve saatin bulunmadığı durumlarda kişi, kendi bilgi ve tecrübesiyle ictihad ederek ona göre davranır.
Unutarak yiyip içtikten sonra orucunun bozulmuş olduğu zannıyla veya gece niyetlenemeyip gündüz niyetlendikten sonra, gündüz yapılan bu niyetin niyet sayılmayacağı zannıyla günün geri kalan kısmında bilerek bir şey yiyip içmek veya cinsel ilişkide bulunmak orucu bozar.
Orucu bozacak fakat kefâreti de gerektirmeyecek bir davranıştan sonra, kişinin yiyip içmeye başlaması halinde, kural olarak kefâretin gerekmeyeceği belirtilmişse de, burada aslolan kişinin oruç tutma veya bozma konusundaki gerçek niyetidir. Amellerin niyetlere göre olduğu şeklindeki genel dinî ilkenin anlamı da budur.
Bir şey yiyor veya içiyorken imsak vaktinin girdiğini anlayan kimse derhal yemeyi ve içmeyi bırakmalıdır. Bile bile yemeye veya içmeye devam etmesi halinde Hanefî imamlara göre bu kişiye kefâret gerekir.
c) İlâç Kullanmanın ve İğne Yaptırmanın Hükmü
Ağızdan alınacak hap, şurup ve pastil gibi şeylerin orucu bozacağında görüş birliği bulunmaktadır. Çünkü bunlar doğrudan mideye inmekte, esasen tedavi amaçlı olsa bile dolaylı olarak beslenme niteliği de taşımaktadır.
Göze, burun veya kulağa damlatılan ilâcın orucu bozup bozmayacağı konusu ise tartışmalıdır. Kimi âlimler, göze damlatılan ilâcın orucu bozmayacağı, kulak ve burna damlatılanın bozacağı görüşünde ise de, bunlardan burun içinin yemek borusuyla ve mideyle doğrudan bağlantısının bulundu-ğu, gözün dolaylı olarak boğaza açıldığı, kulağın ise mideyle böyle bir bağ-lantısının bulunmadığı düşünülürse, bunlardan sadece buruna konan ilâçlar hakkında ihtiyatlı olmak gerektiği sonucu çıkar. Böyle olunca, burna enfiye çekmek, boğaza inecek şekilde bol miktarda su çekmek gibi davranışlar orucu bozar. Bu organlara konan ve tamamen tedavi amaçlı ilâç ve damlalar ise orucu bozmaz. Çünkü bu son sayılan davranışın yeme ve içme, yani beslenme ve oruca karşı direnç kazanma faaliyeti sayılması isabetli olmaz.
İğne yaptırma meselesine gelince: Deri altına veya adaleye zerkedilen veya damardan yapılan iğnenin orucu bozup bozmayacağı konusu, ilk fakihlerin, yaralayıp vücuda giren bıçak vb. katı cisimler ile derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozup bozmayacağına ilişkin tartışmalarına göre belirlenmeye çalışılmıştır. Şöyle ki;
a) Ebû Hanîfe'nin “derin yara üzerine sürülen ve karın veya beyne ulaşan ilâcın/merhemin orucu bozacağı” yönündeki görüşünü alanlar, iğneyle vücuda bir şey zerkedilmesi durumunda orucun bozulacağını ileri sürmüşlerdir. Bu görüşte hareket noktası, tabii yollar dışından da olsa vücuda bir şeyin girmiş olmasının orucu bozacağı fikridir. İğne veya damar yoluyla alınan ilâç, serum veya aşı vücudun içine akıtılmış olmakta ve bütün vücuda yayılmaktadır. Beslenme sayılıp sayılmayacağı tartışılsa bile, bunların vücudu güçlendirdiği ortadadır. Bu şekilde alınan ilâç, gerek ağızdan alınsın gerekse iğneyle zerkedilmiş olsun, hiçbir şekilde kefâret gerektirmese de orucu bozar ve kazâyı gerektirir. İlâç almak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimselerin ya o gün oruç tutmamaları ya da ilâç almayı ve iğne yaptırmayı sahur ve iftar vakitlerine almaları gerekir.
b) Buna mukabil Ebû Yûsuf ve Muhammed'in “derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozmayacağı” yönündeki görüşünü esas alanlar ise iğneyle vücuda bir ilâcın zerk edilmesi durumunda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir. Ebû Yûsuf ve Muhammed, oruca "normal yollardan vücuda bir şey almaktan kaçınmak" şeklinde bir anlam yükledikleri için yaraya sürülen merhemin, karna veya beyne ulaşmış olmasının bir önemi olmayacağını, dolayısıyla bu durumda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir. Eskiden fetvahâne ve daha sonra 1948 yılında Ezher Üniversitesi Fetva Komisyonu tabii delikler dışından vücuda giren bir şeyin orucu bozmayacağı yönünde fetva vermiştir. Çünkü bu tedavi yönteminin, ağız yoluyla ilâcın yutulmasına benzemediği açıktır. Bu noktadan hareketle, astım ve nefes darlığı sebebiyle ağza sıkılan spreyin zerrecikler halinde içeri gittiği doğru olsa bile bunların akciğerden öteye geçmediği ve mideye ulaşmadığı, gıda ve susuzluk giderme özelliği de taşımadıkları; bu sebeple bunların da orucu bozmayacağı ileri sürülmüştür. Ayrıca belli hastalıklara karşı korunmak maksadıyla yapılan aşıların hükmünde de tartışma bulunmakla birlikte, bu tür aşılarla vücuda mikrop verilerek bağışıklık kazandırmaya çalışıldığı, dolayısıyla bunların beslenme amaçlı olmadığı söylenerek oruca zarar vermeyeceği görüşü ağırlık kazanmıştır.
Hangi görüş alınırsa alınsın, burada inisiyatif, tercih, karar ve tabii ki sorumluluk mükellefe ait olacaktır. Söz konusu olan şey bir ibadettir ve Allah rızâsı için yapılmaktadır. Bu bakımdan, oruç tutan bu şuurdaki insanların gerekmediği halde, hiç açlık, susuzluk ve sıkıntı hissetmeden oruç tutmak için bu yola tevessül edeceklerini düşünmek son derece anlamsızdır. Çünkü aklı olan herkes gayet iyi bilir ki içeriği boşaltılmış ve anlamı yozlaştırılmış ve göstermelik hale getirilmiş bir ibadetin hiçbir faydası olmadığı gibi, böyle yapan kişi sonuçta sadece kendi kendisini kandırmış olacaktır. Esasen dinimiz hasta olan veya tedavi sürecinde olan kişilerin oruç tutmamasına ruhsat vermektedir. Bu bakımdan ilâç kullanmak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimseler, hem iyi bir tedavi görüp sağlığına kavuşmak, hem de ibadetlerini ileride huzûr-ı kalp ile ve içe sinerek yapabilmek gayesiyle tedavileri tamamlanıncaya kadar oruç tutmayabilirler. Bu tamamıyla kendilerinin karar vereceği bir konudur. Bununla birlikte bu kimseler, ramazan ayında herkesle birilikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve bu ibadet ayının mânevî havasından kopmak istemiyorlarsa, oruç için başka bir engelleri de yoksa, ikinci grup fakihlere ait olan ve ağırlıklı bulunan fetvayı esas alabilir, oruçlu oldukları halde tedavi ve aşı amaçlı iğneleri yaptırabilirler.
ORUÇ TUTMANIN FARZ OLMADIĞI DURUMLAR
Yolculuk: İslâm, insanlara üstesinden gelemeyecekleri mükellefiyetleri yüklemez. Emirler takat ölçüsündedir. Yolculuk ise, zaman zaman meşakkat ve sıkıntıların olduğu bir durumdur. Böyle bir durumdaki Müslüman yolculuğun vereceği meşakkat karşısında oruç tutmada zorlanabilir. Bundan dolayıdır ki Cenab-ı Hakk, Bakara suresinin 184. âyetinde bu durumdaki kimselere oruç tutmama noktasında ruhsat vermiştir. Seferde iken oruç tutmayan daha sonra kaza eder. Ancak dileyen kimseler, yolcu oldukları halde bu orucu tutabilirler.
Hastalık: Yüce Yaratıcı, oruç tutamayacak kadar hasta olan kimselere de ruhsat vermiş, oruç mükellefiyetinden onları istisna etmiştir. Bunlar iyileştikten sonra tutamadıkları orucu kaza ederler. Burada hastalığı tam olarak tarif etmek gerekir. Hastalık, insanın hayatî fonksiyonlarının muntazam şekilde seyir etmemesi veya etraftan gelen uyarılara cevap verilmeme hali olarak tarif edilebilir. Hastalık, oldukça ciddi ve tedavi gerektiren bir durum olabileceği gibi basit bir rahatsızlık da olabilir. Bu ayırımı yapmayı yani oruç tutup tutmaması gereken kimseleri ayırmayı İslâm, Tabib-i Müslim-i Hâzık'a, (müslüman mütehassıs hekime) bırakmıştır. Tabiatıyle rastgele bir kimseye danışarak oruç tutmamak Allah katında o şahsa manevî mesuliyet yükler.
Gebelik ve çocuk emzirmek: Gebe olan ya da çocuğunu emzirme durumunda olan kadınlar, gerek kendilerine, gerekse çocuklarına bir zarar gelmemesi için, oruç tutmama noktasındaki ruhsata dahildirler ve daha sonra müsait olduklarında kaza ederler. (Bkz: İbn Mâce, Sıyâm 3)
Yaşlılık: İslâm, oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kimselere ruhsat tanımış, tutamadıkları her gün için bir fakir doyurmak suretiyle bu onları bu ibadetten muaf tutmuştur.
Aşırı açlık ve susuzluk: Oruçlu olan bir kimse, aşırı açlık ve susuzlukla karşı karşıya kalsa, orucun, onun beden ve ruh sağlığını ciddi boyutta etkileyeceğinden endişe etse yahut doktor bu hususta kendisine tutmaması noktasında rapor vermiş olsa, bu kimse de oruçtan muaf tutulmuş olup, sağlığına kavuştuğunda, tutamadığı günler kadar tutmak suretiyle bu ibadeti yerine getirmiş olur.
İkrah: Yani zorla oruç tutturulmamak halidir. Birisi oruç tutana, "Orucunu bozmazsan seni öldürürüm veya bir uzvunu keserim" diye tehdit etmişse, dediğini yapmaya gücü yetiyorsa, oruçlunun orucunu bozması mübah olur.
ORUCU BOZMAYAN ŞEYLER NELER?
* Unutarak yemek içmek ve cinsî münasebette bulunmak. Unutarak yapılan bu işler orucu bozmaz. Ancak oruçlu olduğunu hatırladığı anda, bu işleri yapmayı bırakması gerekir.
* Birinin unutarak yiyip içtiği görülürse, eğer yiyip içen adam, güçsüz, zayıf ve ihtiyar birisi ise hatırlatmamak daha iyidir. Zira bu, Allah'ın, o kimseye, güçsüzlüğüne merhameten orucunu unutturmak suretiyle ikram ettiği bir rızıktır. Unutarak yiyip içen kimse güçlü, kuvvetli biri ise hemen hatırlatılmalıdır.
* Uyurken ihtilâm olmak.
* Hanımını öpmek, elle tutmak, okşamak.. Bu durumda meni gelmedikçe oruç bozulmaz.
* Kadına el sürmeden sadece bakmak veya şehevî konuları düşünmek sebebiyle tahrik olup meninin gelmesi.
* Geceden cünüp olan kimsenin, yıkanmayı sahurdan sonraya, oruçlu vaktine bırakması.
* Ağza gelen balgamı yutmak.
* Kafasından burnun içine gelen akıntıyı çekip yutmak.
* Denize, yahut başka bir suya dalınca, kulağa su kaçması.
* İstek dışı olarak boğaza sigara Dumanı gibi keyif verici bir duman girmesi.
* Boğazına toz veya sinek kaçmak. Gözyaşı veya yüz teri ağza girecek olsa, eğer bir-iki damla kadarsa orucu bozmaz. Ancak tuzluluğu bütün ağız içinde hissedilecek kadar çok olup oruç hatırda iken yutulursa orucu bozar.
* Sahurdan dişleri arasında kalmış nohut tanesinden küçük bir şeyi yutmak.. Nohut tanesinden büyük olursa orucu bozar.
* Hariçten susam veya buğday tanesi kadar bir şeyi ağzına alıp yavaş yavaş ve tadı boğazına varmayacak şekilde çiğneyip yok etmek.
* Kendiliğinden gelen kusuntu, yine kendiliğinden geriye gitse, ağız dolusu bile olsa orucu bozmaz. Kusma isteğiyle ağza getirilen az miktardaki kusmuk ise kendiliğinden içeri gitse orucu bozmaz. Fakat miktarı ağız dolusu ise orucu bozar.
* Kan aldırmak.
* Göze sürme çekmek.
* Derideki gözeneklerden içeri giren şeyler orucu bozmaz. Buna binaen, vücuda sürülen yağ veya yıkanılıp soğukluğu içeri nüfuz eden su, orucu bozmaz. Çünkü bunlar yoluyla içeri girerler.
* Baş veya karındaki bir yaraya konulan ilâç, vücuttan içeri girmedikçe oruç bozulmaz.
ORUCU BOZUP YALNIZ KAZÂYI GEREKTİREN DURUMLAR
* Yenilip içilmesi normal, alışılmış olmayan ve insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozar ve sadece kazayı gerektirir. Taş, toprak, çiğ pirinç, çiğ hamur, un gibi insanların normalde yemediği şeyleri yemek orucu bozar ve sadece kazayı gerektirir.
* Henüz içi olmamış yeşil cevizi yemek. Veya bademi, fındığı ve kuru fıstığı kabuğuyla birlikte çiğnemeden yutmak.
* Arka yola fitil koymak, ilâç akıtmak.
* Burna ilâç çekmek.
* Kulağın içine yağ damlatmak.
* Boğaza huni ile bir şey akıtmak.
* Karında veya başta bulunan herhangi bir yaraya sürülen ilâcın vücuttan içeri nüfuz etmesi.
* Boğaza kaçan yağmur, kar veya doluyu istemeyerek yutmak.
* Abdest alırken boğazına veya burna su çekerken genzine hata ile suyun kaçması.
* İsteyerek boğazına veya burnuna duman çekmek. Sigara, anber gibi lezzet ve keyif verici bir duman olursa kefaret de gerekir.
* Ramazan günü zor kullanmak suretiyle yapılan cinsel ilişkiden dolayı, bu işe zorlanan kimseye sadece kaza gerekir, kefaret gerekmez. Zor kullanmak, can almak, bir organı kesmek veya bunlardan birine sebebiyet verecek şekilde dövmekle yapılan zorlamadır. Üzüntü ve acı verecek derecede olan dövmek veya sadece hapsetmek suretiyle yapılan bir zorlamadan dolayı Ramazan orucunu bozmak kaza ile birlikte kefareti de gerektirir.
* Dişleri arasında kalan nohut tanesi kadar olan bir şeyi yemek.
* Kendi isteğiyle dışarı kusmak. Bu kusma ağız dolusundan az da olsa orucu bozar.
* Ağız dolusu kendiliğinden gelen veya isteyerek getirilen kusmuğu mideye çevirmek.
* Sahur vakti geçtiği halde, geçmedi zannıyla sahur yemek.
* Güneş battı, iftar oldu zannıyla oruç bozmak.
* Ramazan orucundan başka bir orucu bozmak. İsterse kasden olsun..
* Ramazan orucunu tutmaya niyet etmeden gündüz yiyip içmek de sadece kazâyı gerektirir. Kefaret icab etmez. Çünkü kefaret oruç tutmamanın değil, tutulan orucu bozmanın cezasıdır. Fakat böyle bir şey günahtır. Tevbe etmek gerekir.
* Kan yutmak. Çoğunluğunu tükürük teşkil eden ağızdaki az kanı yutmak orucu bozmaz.
Türktime