Bütün ilişkilerde olduğu gibi dış politikada da din ve ahlakın yeri olacak mı, olmayacak mı? Dış politikanın ekseninde menfaat (çıkar) mı bulunacak? Menfaatle ahlak ve din çatıştığında ibre menfaatten yana mı dönecek (eksen böyle mi kayacak)?
Bu soruya cevap ararken sayın Türkmen'in şu ifadesine bakalım:
"...duyarlılık başkadır, duygusallık başkadır. Hükümetin tavrında daha çok duygusallık var. Bakın... Büyük bir Arap nüfusu var, hele hele Körfez ülkelerinde çok fazla para var ama, Filistin sorunu Araplar için önceliğini son zamanlarda kaybetmiş gibi. Bazı Amerikan düşünce merkezlerinin de kanaati bu yönde."
Bu cümleler açık ama biraz daha açacak olursak şu manaya geliyor: Bizim için öncelikli ve önemli olan Arapların parasıdır, maddi çıkarımızdır. Araplarla iyi ilişkiler kurmak için artık Filistin'i kullanmaya gerek yoktur; çünkü Filistin sorunu onlar için önceliğini kaybetmiştir.
Eğer din ve ahlak dışı çıkar esas alınacaksa bu söze bir diyecek olmaz; ama dine ve ahlaka bakıldığında "Müminler kardeştir", "Zulüm nerede varsa orada başı ezilmelidir", "Filistin davasını menfaat için kullanmak ahlaksızlıktır", "Birileri yanlış yapınca, zulme destek verince bunu örnek almak veya buna uyum yapmak meşru değildir". Bizim kültürümüze göre (Mesela Sadi'nin Gülistan'ına bakın) "İnsanoğulları birbirinin organları gibidir; çünkü hepsi aynı asıldan yaratılmıştır". Bir yerde mümin olsun olmasın, Türk olsun olmasın bir ferde veya topluluğa zulüm varsa Müslümanlar ona karşı duyarsız kalamazlar. Ümmet en büyük İslam cemaatidir; cemaatten ayrılanı kurt kapar. Bu cemaat şuuru ve vücudu gerçekleşmeli, geliştirilmeli ve insanlığın hayrına olarak devreye sokulmalıdır.
Sayın Tükmen diyor ki:
"Şimdi Arapların en büyük problemi İran. Körfez ülkelerine, 'İsrail'in nükleer bombası mı daha tehlikeli yoksa İran'ınki mi' diye sorun. Hepsi İran diyecek..."
İşte buna katılmamız hiç mümkün değildir. Körfez ülkeleri eğer İran'ı İsrail'den daha tehlikeli görüyorlarsa -ki, bu iddianın tahkika muhtaç olduğu kanaatindeyim- gözleri kör, kulakları sağır olmuş veya İsral-ABD koalisyonu tarafından afsunlanmışlar demektir. İranlıların Şii oldukları, bazılarının mezhebi yayma faaliyetlerinin bulunduğu doğrudur; ama "Biz Müslümanız, masum insanlara da zarar vereceği için atom bombası atamayız" diyen de onların en büyük din rehberleridir. Buna karşı İsrail'in Gazze'de nükleer silah kullandığı sabittir.
Ve diyor ki:
"Doğrusu şu ki Müslümanlar bir şeyler yapıyorlar. 'Müslümanlar hiçbir zaman şiddet kullanmıyor' diyebilir misiniz? Sudan, Taliban, El Kaide... Bunlar Ay'dan mı geldiler? Şiddet kullanmanın Müslüman'ı, Hıristiyan'ı yoktur. 1950'lerde, 60'larda dünyada bütün teröristler Hıristiyan'dı, şimdi Müslüman..."
Hristiyanları bilmem, ama Müslüman olan bir kimse ceza, meşru savunma ve savaş dışında şiddet kullanamaz. Savaşta da din adamları, kadınlar, çocuklar, işinde gücünde olup savaşa katılmayan halk öldürülemez. İslam budur; bu kırmızı çizgileri çiğneyenler, çiğnedikleri sürece Müslüman değillerdir, suçları da İslam'a yüklenemez.
Ve diyor ki:
"Türkiye'nin bugün en öncelikli sorunu Filistin meselesinin çözümü değil, Kürt meselesinin çözümüdür. Kendi önceliklerimizi bilmeliyiz. Başka ülkelerin sorunlarının gündemin başköşesini işgal etmesi doğru değil. Filistin meselesi halledilmese, bana fazla bir şey olmaz. Ama halledilmeyen Kürt meselesi toplumsal çatışma yaratma tehlikesi taşıyor..."
İktidarın Filistin meselesini, Kürt meselesinin önüne aldığı tespiti doğru değildir. Gemi olayı yüzünden Filistin meselesi gündemi işgal etmiştir, ama bu öncelik gelip geçicidir; işler normalleşince Filistin meselesi makul sırasına yerleşir. Kürt meselesine gelince, böyle bir meselenin bulunduğunu daha fazla bu iktidar dillendirmiştir, çözüm için de -yerindeliği tartışmaya açık olmakla beraber- çaba göstermiş, ama muhalefet tarafından asla destek görmemiştir. Ayrıca bu meselenin halli, ırkçı ve ayrılıkçı temayülleri güçlendiren hak ve hürriyetler tanımakla olmaz, bizi bin yıldır bir arada tutan değerlere öncelik vermek elzemdir.
Yeni Şafak