Diyaliz makinesini görünce kim yaptı diyoruz, peki böbreği görünce?

Onlardaki güzelliği fark etmek lazım, ama bunun için de biraz kendimize zaman ayırmak lazım. Şu anda insanlara baktığımız zaman hep şunu görüyoruz; telefonu eline alıp böyle kaydır geç olduk, makineye döndük

Haber: Mehmet Kaplan

Şekercihan YouTube kanalındaki “Bir Bayramdır Ramazan” programının onüçüncü gün sohbeti “Kur’an’da Yaratma ve Yaratılış” başlığı altında Prof. Dr. Yunus Çengel ile gerçekleşti. Çengel, “Bizim meslek mühendislik hayal gücü güçlü bir yapıyı gerektiriyor. Biz ona yaratıcılık, yani creativity diyoruz” diyerek başladığı sohbetini şu açıklamalarla sürdürdü:

EVRENİN YARATILIŞINDA BİR PLAN, GAYE VE FAYDALILIK GÖZETİLMİŞ

“Çok kişi bu yaratıcılık kelimesini pek sevmiyor. Hani Yaratıcıyla rekabet ediyor falan gibi, bence o çok doğru bir yaklaşım değil. Sonuçta herkesin alanı belli; biz bir şeyi hayal ediyoruz, sonra var olan şeyleri kullanarak onları inşa ediyoruz. Bu anlamıyla yaratıcılık dünyadaki en aranan vasıflardan birisi bu zamanda. Hayal gücü, sonra bilgi, bilgiyle zihinde bir inşa, ondan sonra da onu bir prototipe, bir ürüne çevirmek önemli. Biz mühendisler olarak bunları yapıyoruz. Benzer şeye sanatkarlar yapıyor. Zaten sanat ve mühendislik beraber gidiyor. Sanatta ilham da epey var. En sonunda da yapılan bu şeylerin bir amaca yönelik olması.

Varlıklara baktığımız zaman, mesela diyelim ki bir dereye, tepeye gidiyoruz işte, taşlar, topraklar, tepeler, kum yığınları derken, ilk anda bir amaç görmüyoruz. Bir rüzgar esiyor, yağmur yağıyor, her şey değişiyor. Kapadokya’ya gidiyoruz, peribacalarına dışarıdan bakıyorsunuz. Şekillerde bir düzen, amaç ve faydalılık gözetilmemiş gibi geliyor. Sadece bir güzellik var, onu fark ediyoruz. Ama bir de orada yeraltı mağaralara iniyoruz. Bakıyoruz, yedi katlı evler, kare şeklinde odalar, teker teker, merdivenler, yerde mozaik yapılar. Bu bize neyi gösteriyor? Orada bir plan var, orada belli ki bir amaç gözetilmiş, belli ki orada bir ilim kullanılıyor ve belli ki onları yapacak güç, irade, sanat ve kudret var. Bütün bunları görünce işler başka bir boyuta giriyor.

Bilhassa evrenin yaratılışı, varlıkların yaratılışı, canlıların yaratılışında bu boyut gözden kaçırılıyor. Halbuki evrenin yaratılışında bir plan, gaye, faydalılık gözetilmiş ve bunu yapan bir irade, kudret, ilim ve hikmet sahibi bir sanatkar var. Bu ancak evreni aşan bir zihnin eseri olabilir. Bunları yapabilmek için zannediliyor ki fizik kanunları ve kuvvetleri yeterli. Halbuki fizik kanun ve kuvvetleriyle peribacaları örneğinde olduğu gibi sadece dışta görülen rastgele şeyler oluşabiliyor.

MÜZELERE BAKIN, İĞNELERLE DOLU

Arkeolojide kazılar yapıyorsunuz, mesela bir kaya çıktı, taş çıktı, bunlar doğal etkilerle olabilir diyorsunuz. Ama ne zaman ki ince bir çubuk buluyorsunuz, bir tarafı sivri bir tarafı da delik, diyorsunuz bakın, bu çok farklı bir şey. Niye farklı bir şey? Müzelere bakın, iğnelerle dolu. Belli ki şekil verilmiş; bu fizik kanunlarının ve kuvvetlerinin yapacağı bir şey değil. O yüzden ne diyoruz biz, o iğneyi yapan birisi var. Kim olduğunu bilmiyoruz, görmedik, tanımadık etmedik; ama mutlaka bunun arkasında bir zihin var. Bu fizik kanunu ve kuvvetleriyle rastgele olacak bir şey değil, yapan biri var diyoruz ve kimse buna itiraz etmiyor. Yani akıl mantık bunu zaten kabul ediyor, zaten başka türlü olamaz diyor. Bakın en basit bir iğne bu.

Gidin mesela antik şehirlere, bir sürü kayalar, taşlar var, tasarıma gerek yok gibi görüyorsunuz. Ama ne zaman mesela bir sütun görüyorsunuz, isterse yerde yatıyor olsun, binanın parçası olmak zorunda da değil, üzerinde sanat var, renklendirilmiş, bu bir tasarımın eseridir diyoruz. Hele bir de üzerinde yazı varsa, tek bir harfin olması bile bir zihnin elinin değdiğine hiç şüphe bırakmıyor. Bunun arkasında bir zihin var diye herkes kabul ediyor.

HER TARAFIMIZ MUCİZE

İşin ilginç yanı, mühendislik eserlerinde kimse bunlardan şüphe etmiyor. O eserlerin arkasında vizyoner ve mühendis zihinler olduğundan kimse şüphe etmiyor. İnsan yapısı olmayan şeylerde işte bir ağaçtır, kuştur; bizler kalkıp da bunlarda fizik kanunu ve kuvvetleri yaptı, yeterli süre verirseniz bunların hepsi olur demek akıllıca bir yaklaşım değil. Yani bunun arkasında muazzam, devasa bir zihin olması lazım. O zihinde bir kasıt ve irade olması lazım ve bir ilim olması lazım. Çünkü her şey ilimle yapılıyor ve bir güç kudret olması lazım.

İlimle ilgili şu örneği vereyim. Mesela bir ağaca bakın, üzerinde neyi göreceksin? Önce gözünüz meyve, arayacak, yoksa fazla bir şey yok gibi görünüyor diyeceksiniz. Ama o basit bir yaprak diye, yani yeşil bir bez parçası gibi, herhalde hayvanlar yiyor, demek çok değersiz bir şeymiş gibi gelen şey aslında bir kimya fabrikası. Niye? Işığı alıyor, havadan oksijeni değil bakın karbondioksidi alıyor. Yani bu iklim değişimine sebep olan kötü gaz onu alıyor, hammadde olarak kullanıyor ve suyu alıyor. Bunları işliyor, sonunda bunlar ne yapıyor? Şeker yapıyor, aynen bir kimya fabrikası gibi. Ne gürültüsü var, ne bacası var, ne kamyonlar malzeme getiren götürenler, ne içeride borular şunlar bunlar, ne koşuşturan teknisyenler, başka şeyler; hiçbiri yok. Ondan sonra biz ne diyoruz yaprak parçası! O yaprak parçası aslında bir enerji santrali. Bakın, biz mühendisler olarak aynısını yapmaya çalışıyoruz. Yani güneş enerjisini alıp karbondioksit vererek su ekleyerek yaprağın yaptığını yapmaya çalışıyoruz. Hâlâ beceremedik. Aslında biz muazzam bir galeride muazzam sanat eserlerinin içinde dolaşıyoruz. Ondan sonra ne diyoruz? Peygamberimiz (asm) zamanında olsaydık da, mucize görseydik de şöyle bir iman etseydik diyoruz. Bizim her tarafımız mucize. Yani muhteşemliği fark etmiyoruz. Ondan sonra birisi kalkıp da anlatınca, ne var canım bilim anlatıyor bunu, bilim yaprakta ne olduğunu izah ediyor diye bakıyoruz. İzah edince sanki iş bitiyor gibi...

DİYALİZ MAKİNESİNİ GÖRÜNCE MANTIKLI OLUYORUZ AMA BÖBREĞE GELİNCE!

Diyaliz makinalarını düşünelim. Böbreğin yaptığı işi yapıyor. Diyaliz makinasının nasıl çalıştığını biz gayet iyi biliyoruz. Onun elkitapları da var, yapım kılavuzları var, hepsi var; ve hiç kimsenin kalkıp da şu diyaliz makinesi kendi kendine oluştu diye bir iddiası yok. Nedense diyaliz makinesine gelince gayet akıllı mantıklı oluyoruz. Ama böbreğe gelince, ne var canım bunda, fizik kanunları, kuvvetleri ile olup bitiyor deyip geçiyoruz. Halbuki diyaliz makinesinin olduğu yerde de fizik kanunları, kuvvetleri var, orada neden olmuyor? Yani burada bayağı bir çarpıklık var. Bir körlük var diyelim, nedense bir kalın gaflet perdesi var, arkasını göremiyoruz ve bütün güzelliği aslında kaçırıyoruz.

Bütün fizik kuvvetleri sadece itme ve çekmedir, başka bir şey değildir. Fizik kuvvetleri ve kanunları amaç gözetmez, hiçbir şey bilmez, hayal gücü yoktur, hiçbir iradesi yoktur. Hele hayattan bahsediyorsak o bambaşka bir şeydir. Bütün bunları görmezden gelmek, fark etmemek, hayret etmemek, düşünmemek ve de hazzetmemek hakikaten büyük bir fakirlik. Arkasındaki ve ondaki güzelliği görmemek bence bir mahrumiyet. Biraz odaklansa bence insan çok farklı bir kişi olur. Dünyaya bakışı çok farklı olur. Ve hayatı acayip şekilde zenginleşir. Ve güzellikler içinde olur. Hem zihnen hem bedenen.”

MUCİZELER HER GÜN GERÇEKLEŞTİĞİ İÇİN SIRADAN OLMAZLAR

Metin Karabaşoğlu: “Yunus Hocam, siz anlatırken o gözümüz önündeki mucizeleri düşündüm. Bununla ilgili birinin bir sözü vardı. Mesela güneşin doğumu... ‘Eğer güneş her gün değil de yüzyılda bir doğuyor olsaydı, insanlar seneler önceden planlarını programlarını yapıp, saatler öncesinden uykusuz kalıp o güneşin doğuş anını seyretmeyi seneler önceden planlar ve beklerlerdi’ diyor. Şuna dikkat çekiyor orada. Her gün oluyor olması sebebiyle adiyattan, sıradan görüp, adeta görme körlüğü gibi bir şeye düşüyoruz; hep görüyor olmaktan kaynaklanan bir körlük. Mucizeye dair ben de kendimce şöyle diyorum: ‘Mucizeler her gün gerçekleştiği için sıradan olmazlar.’ Ama bizde maalesef bu durum var. Kuran’ın tekrar tekrar ‘Bakmazlar mı?’, ‘Bakın’ diye davet etmesi, aslında herkesin gördüğü, zaten her gün içinde yaşadığı kainattaki kudret mucizelerine bakıp Yaratıcıyı tanımaya bir davet. Bakın ‘Bakmazlar mı’? ‘Akletmiyorlar mı?’ ‘Düşünmüyorlar mı?’ diye tekrar tekrar bakmaya ve düşünmeye çağrı, ülfeti, ülfetle gelen körlüğü kırma çağrısı. Alışkanlıkla, böyledir zaten perdesi altında mucizeleri görmez hale gelme durumunu aşmak için bir davet...”

İSTER BİR KUŞ OLSUN, İSTER ÇİÇEK, İSTER MİDYE KABUĞU OLSUN KARDEŞİZ ONLARLA

Yunus Çengel: “Onlardaki güzelliği fark etmek lazım, ama bunun için de biraz kendimize zaman ayırmak lazım. Şu anda insanlara baktığımız zaman hep şunu görüyoruz; telefonu eline alıp böyle kaydır geç olduk, makineye döndük. Durup düşünmek yok. O kadar bizim dikkatimizi çelmeye çalışan şeyler var ki... Ve şu sosyal medya, diğer şeyler sürekli yarış ediyorlar bunun için, kavga ediyorlar. Yok kişinin dikkatini ben çekeceğim, onun gözünün önüne ben gideceğim. Bütün zaman sanki bunlara gidiyor. Yani olması gereken; şunları kapatalım, biz hiç bunlarla uğraşmayalım, oturalım şöyle biraz, gözlerimizi kapatalım ve düşünelim. Ondan sonra gözümüzü açalım, şu gördüğümüz şeylere şöyle biraz dikkat edin. Yahu bunlar ne diyorlar halleriyle? Onlarla ünsiyet peyda edelim. Sonra kardeşiz onlarla; ister bir kuş olsun, ister bir çiçek olsun, ister bir midye kabuğu olsun, sonunda belli ki aynı sanatkarın, eseriyiz, yaratılışça kardeşiz. Ve orada bir derinlik kazanmamız lazım. Bir şekilde onun arkasındaki anlamı görmeye çalışmak ve anlamaya çalışmak.

Çünkü her şey aslında bir kitap, her şey bir cümle, bizler de dahil. Sonunda herkes geliyor, dünyada belki bir cümle yazıyor ve gidiyor, yani bir şekilde bir iz bırakıyor. Kimisi küçük bir cümle, kimisi devasa bir ansiklopedi olarak yani buradan ayrılıyor, ama sonunda herkes bir anlamı ifade ediyor buradan giderken. Bütün varlıklar bunu yapıyor. Her şey anlamlı. Anlamlı bir yerde yaşamak başka, her şeyin anlamsız olduğu bir ortamda ve öyle zannettiğimiz yerde hayat sürmek o da bambaşka ve hakikaten çok boş bir hayat. Böyle bir hayat nasıl tercih edilir onu anlamış da değilim. Bu hayatta son derece anlamlı şeyler var ki, zaten insan bunu zihinden görüyor ve kalben de hissediyor. Çünkü kalp mana merkezidir. İnsan biraz şöyle kurcalayınca o manaları orada görüyor. Yani bir şekilde düşünmek, arkasındaki mesajları görmek, anlamları anlamaya çalışmak, varlıkların dilini çözmek gerekiyor. Yoksa rutine giderse o zaman insan kendisini çok ucuza satar.

KENDİMİZİ ÇOK UCUZA SATMIŞ OLURUZ

Mesela arıya bakın. Birkaç gün içinde hemen bal yapmaya başlayabiliyor. İnsana bakıyorsunuz, sıfırla geliyor; en cahil, en aciz bir varlık. O halde insanın misyonu ne? Gelişmek, başka bir şey değil. İnsan bu dünyaya sadece para kazanmak için, yerleşmek için gelmiş değil. Zihnen ve ruhen inkişaf etmek için gelmiş. Rutin şeylerle sadece geçimimizi sağlamak, ihtiyaçlarımızı görmek, ondan sonra güzelce yaşamak, bununla sınırlarsak, kendimizi çok ucuza satmış oluruz. Çünkü gerçek değerli şeyler aslında bu maddi olmayan şeyler, yani onların gelişimi. Güzel bir söz var: ‘Mesele günün sonunda kaç para kazandığın değil, o gün yaptıklarınla senin ne kadar geliştiğindir.’ Sen ne kadar değiştin, ne kadar geliştin; kalıcı olan odur. Hayran olduğumuz insanlara bir bakalım, banka hesabı kabarık olanlar değil. Tefekkürü ve farkındalığı yüksek insanlara hayranız.”

BAKIŞTAKİ KÖRLÜĞÜ YENMEK LAZIM

Mehmet Kaplan: “Hocam kendinizi tanımlarken de kullandığımız bir ifade var: eleştirel düşünce ve kendi hayatının direksiyonuna geçmek. Biz çoğu zaman içine doğduğumuz toplumun bize verdikleriyle hayatımızı devam ettiriyoruz. Misal diyelim ki bilimcilik adına birileri işte bilim açıkladı bu konuyu, bunun izahı budur ya da diyelim ki dindarlar bütün her şeyi Allah yaratıyor demekte. Sadece bunun ikisinin ortasında kalmak yetmiyor herhalde. Bilimi bu bahsettiğiniz gözle çalışabilmek ve eşyadaki ilim, irade, kudret, sanat ve hikmeti görebilmek için kendimizi insan olarak ortaya koymamız gerekiyor. Bahsettiğiniz gibi, arıdan ayrılmamız lazım sanki.”

Yunus Çengel: “Şu bakıştaki körlüğü bir yenmek lazım. Bilim bunu izah ediyor. Bu işin daha başı, sonu değil. Adını koyduk, iş bitti değil. Onun arkasına bakabilmek asıl mesele. Mesela okullarda fotosentez öğretiliyor, değil mi? Yapraklarda ne oluyor, ne güzel öğreniyorsun. Ne güzel, aydınlandık, İyi tamam aydınlandık da, biz de mühendis olarak onu taklide çalışıyoruz. Ekonomik olarak nasıl yapabilirize çalışıyoruz. Yaprak canım, ne var rüzgar esti, yağmur yağdı oluverdi diyeceğimiz bir şey değil. Arkasında muazzam bir şey var, onu görmemek büyük bir kayıp. Arkadaki şu gizli eli bir fark etmeye çalış. O senin, benim varlığımdan bence varlığı çok daha kesin. Çok daha sağlam duruyor yaptıklarıyla. Sürekli şekilde sanat eserleri, teknoloji harikaları ortaya koyuyor. Öbür türlü balarısı gibi, meslek öğrendim, her gün balımı da yapıyorum, ne mutlu bana deyip geçiyorsak, bu insanlık değil. Bunu bir aşmak lazım. Onları da yapacağız, ama onları aşmak lazım insan olmak, insan boyutuna çıkmak için. Varlıkların arkasında irade boyutu, kasıt boyutu, sevgi boyutu, şefkat boyutu, ilim ve kudret boyutu; bütün bunlar ve de diğer vasıfları görebilmeliyiz. Böyle bakınca insanın manevi kalbi gelişecektir. Yeter ki aklımızı ve kalbimizi doğru yerlere yönlendirelim.

İnsanın öyle duygular ve donanımları var ki, akıl onlardan birisi, sevgi onlardan birisi. Bunlar kullandıkça gelişen şeyler. Mesela insanın âşık olmasıyla yaşadığı değişime bakalım, öyle bir seviyor, hiçbir şey umurunda değil, ne para, ne pul… Mecnuna bakıyorsun, benden çok tatlı bir hayat yaşıyor. Bir hissin inkişafı insanı böyle yapıyorsa, düşünün dünya kadar hislerin var, hepsinin bu şekilde geliştiğini düşünsenize, insan insan olur.”

ÇOCUKLAR HOCALARIMIZ OLMALI

Metin Karabaşoğlu: “Kâinatın içindeki her bir şey bir mucize ve her biri arkasında ilim, irade, kudret, hikmet, rahmet, sevgi bütün bu sıfatların sahibi bir yapanı yaratanı bildiriyor. Kur’an’ın da bizi kâinatı tefekküre daveti bu sebepledir. Buna karşılık Kur'an’a iman eden insanların dünyasına baktığımızda, bu tefekkürden bir nasip göremiyoruz. Hatta bana çok manidar gelir. Kur’an, ‘Sivrisineği veya ondan daha küçük bir şeyi delil olarak göstermekten Allah haya etmez’ buyuruyor. Fakat kâinata tefekkür eden bir müminin çabası kimi dindar insanlar tarafından çiçek-böcek muhabbeti diye küçümsenebiliyor. Kur’an’daki bu kadar kâinatı tefekkür davetine rağmen Müslümanların bu kadar tefekkürden uzaklığını nasıl izah ediyorsunuz?”

Yunus Çengel: “Önceki gün bir makale okudum. Makale şunu diyor: Biz üç-dört yaşındaki çocuklardan çok şey öğreniriz. Ve aslında bizim hocalarımız onlar olması lazım. Hem sorular, hem de yaşam anlamında. Verdiği örneklerden birisi şu: Bakın diyor çocuğa; biz karınca görsek hemen kaçarız, çocuklar ise seyrediyor onları dakikalarca. Karıncaları izlerler. Ondan sonra o yiyecekleri almışlar. Şöyle bakarlar, nereye götürüyorlar, ne yapıyorlar, ondan sonra nereden geliyorlar? Böyle dakikalarca hayret ve heyecanla karıncaları izlerler. Bizim bu hayretle izlemeyi öğrenmemiz lazım diyor makale. Yine çocuklara bakın diyor, hiçbir zaman ne kin tutarlar, ne garaz, ne şu, ne bu. Mesela çocuğu kızdırın, biraz ağlar, bağırır, çağırır, fakat beş dakika sonra gülmeye başlar. Bize bakın, bazen aylarca yıllarca içimizdeki garazı atamıyoruz diyor. Çocuklar ara sıra canları yanar ağlarlar, ama genel halleri gülmek üzerinedir. Biz diyor, büyüdük, akıllandık ettik, gülmesini unuttuk. Çocuklara baksak, biraz özümüze döneceğiz diyor. Bir şekilde şu fıtrata, şu güzelliğe, şu iyimserliğe dönmek gerekiyor. Düşünmeye, yani tefekküre biraz daha dönmek gerekiyor. Çocuklar bunu gayet iyi yapıyor. Ne zamana kadar? Biz onları okula gönderme başlayıncaya kadar. Okula gönderiyoruz, başlıyoruz onların zihinlerini formatlamaya; ödevler, sınavlar, test soruları falan derken ne gözlemeye zaman var, ne merak etmeye zaman var, ne düşünmeye zaman var, ne hazzetmeye zaman var, ne gülmeye zaman var. O zaman sormak lazım, değer mi diye…”

ALLAH BİZE MERAK VERSİN, HAYRETİMİZİ ARTTIRSIN VE SANATINA KARŞI HAYRANLIĞA SEVK ETSİN

Metin Karabaşoğlu: “Hz. İsa’ya atfen şöyle bir rivayet aktarılır. Allah’ın rızasını kazanmak, onun sevdiği kul olmak için ne yapalım diye kendisine sorarlar. Yanında bir çocuk varmış, diyor ki, ‘İşte bunun gibi olun.’ Çocukta merak ve soru var, ilaveten bizdeki toplumsal bagajlar yok. Bu meselden şunu anlamıştım şahsen: Çocukta hayret var, hayret hayranlığa götürüyor. Biz ise Allah’ın yarattıklarına bakışta merakımızı, sorularımızı, bunlarla birlikte hayretimizi yitiriyoruz. Dolayısıyla da o mucizelere karşı bakar kör haldeyiz ve hayran değiliz.”

“Bir makalede bugünkü konuyla ilgili olarak, Kur’an’da ne kadar geçiyor diye şumulünü göstermesi bakımından çok manidar notlar görmüştüm. Mesela yaratma vasfı, Cenab-ı Hakk’ın yaratıcılığı Kur’an’da 262 kere zikrediliyor. Ayet kelimesi 382 kere zikrediliyor, çok azı Kur’an ayetleri anlamında ve çoğunluğu kainattaki Allah’ın varlığını, birliğini gösteren deliller, Allah’ın kudret mucizeleri anlamında. Yeryüzüne 451 kere atıf var, Allah’ın varlığının, birliğinin delili olarak. Göklere 310 kere atıf var. Doğrudan akla ve akletmeye çağıran ayetlerin sayısı 65, cehaleti yeren ayetlerin sayısı 25. Bakın, bakmazlar mı manasını taşıyan ayet sayısı 35, yeryüzünü gezip, araştırmaya, düşünmeye sevk eden, teşvik eden ayetler sayısı 50 ve toplamda pozitif bilimlerin çalışma alanı olan kainata bakıp tefekküre ve onları Allah’ın varlığına delil olarak görmeye çağıran ayetlerin sayısı 752. Kur’an’da ahkâm ayetlerinin, insanlar olarak bizim hayatımıza dair hükümler koyan ayetlerin sayısının 250 civarında olduğunu düşündüğümüzde, tefekkürün, kâinatı Allah’ın varlığına, birliğine delil kılmanın ne kadar merkezde olduğunu görüyoruz. Bu rakamlar Kur’an’a iman edenler olarak bizim Kur’an’ın bu dersine karşı nasıl bir ihmalkarlık ve gaflet içerisinde olduğumuzun da çok çarpıcı rakamları olarak gözüktü bana. Allah bize merak versin, hayretimizi arttırsın ve sanatına karşı hayranlığa sevk etsin hepimizi...”

“Bir Bayramdır Ramazan” programını, Ramazan ayı boyunca her gün saat 18.00’de Şekercihan YouTube kanalından takip edebilirsiniz.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Nur Talebeleri Haberleri