Doç.Dr. Osman Can’ın "Yargı Sistemimiz ve Geleceği" konferansından notlar
Türkiye Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen "Yargı Sistemimiz ve Geleceği" konulu konferansın konuşmacısı Anayasa Mahkemesi eski Raportörü Doç Dr. Osman Can’ idi.
Bir buçuk saat süren konferanstan alabildiğim kadarıyla notları aktarmak ve paylaşmakta fayda mülahaza ettim.
Sayın Osman Can, oldukça canlı, heyecanlı olduğu kadar kavramlara açıklık getirdiği cümleleri, hem bilimsel, hem de sade ve akıcıydı.
Zaman nasıl geçti şahsen anlamadım. Böyle genç, birikimli, konusuna son derece hâkim, kendinden emin, cesur bir anayasa hukukçusu.
Türkiye’de, geleneksel tabu sayılan konuları o kadar usturuplu ele alıyor ki, bu sözleri söylemek oldukça ciddi cesaret isteyen bir iş doğrusu. Osman Can şu an Türkiye için çok büyük bir değerdir. İlgililer kıymetini bilmeli ve kendinden önümüzdeki süreçte istifade edilmeli.
Şimdi kısa başlıklar halinde konferans notlarını aktarmaya çalışalım.
Osmanlı döneminde yapılan 1876 Anayasasının yapılmasından 1921, 1924, 1961 ve en son 1982 anayasalarının hazırlanma ve uygulanma süreçlerini değerlendirdi.
Her biri anayasa hakkında yapılabilecek ortak değerlendirme için söylenebilecek genel bir tespit şudur;
Bir önceki Anayasa bir sonrakinden daha özgürlükçü olduğu gerçeğidir. Yan bir sonra yapılan öncekinden daha kötü demektir.
Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında yapılan 1924 Anayasası 1925 yılında çıkarılan “Takrir-i Sükûn Kanunu” ile geçersiz kılınmış, açıkça ihlal edilmiştir. 1946 yılına kadar. Hatta 1950 de Demokrat Parti dönemine kadar.
Ne gariptir ki, 27 Mayıs darbecileri Demokrat Partilileri anayasayı ihlal ile suçlamışlardır. Halbuki, kendileri 1924 anayasasını kökten ihlal etmişlerdir.
27 Mayıs Anayasasını hazırlayanlara, demokratikleşmeye, hak ve özgürlüklere karşı gelenler; sağınıza solunuza bakın aynı düşüncedeki insanlardır. Bu gün de görebilirsiniz.
27 Mayıs ihtilalini fikir zemininde hazırlayanlar üniversiteler olmuştur. Turhan Feyzioğlu’nun çıkardığı bir dergi bu düşüncenin başını çekmiştir. Asker de silahı ile sahneye koymuştur.
61 Anayasasının metninde sınırsız düşünce özgürlüğü yer almaktadır.
O zamanın Anayasa komisyonu sözcüsü Muammer Aksoy’a bu konu sorulmuştur. Yani düşünce özgürlüğünün sınırsızlığı konusudur.
Cevap olarak 27 Mayıs darbesini ima yoluyla dahi eleştirmek düşünce özgürlüğü içinde mütâlâ edilemez denilmiştir.
27 Mayıs darbecilerin yaptığı anayasa ile kör topal seçilmişlerden oluşan siyasi iktidara karşı iktidarlarını sürekli kılan kurumlar oluşturulmuştur.
Hükümet hangi siyasi iktidar olursa olsun Hâkimiyetin kullanılmasında daha etkili muktedir kurumlar vardır.
27 Mayıs darbesi sonrası devletin ekonomisi çok zor durumda olduğu bir durumda hanımlar altınlarını bağışlamışlardır. Bu bağışlarla Oyak kurulmuştur. O günlere dayanan yapılardır.
OYAK, albay ve üstündeki subaylara olağan üstü imkânlar sağlayan, subayların hanımlarına makam aracı koruma tahsis edilen bir kuruluştu. Bunların kaynağı milletin hanımlarının bağışlarından sağlanmıştır.
Biliyorsunuz İş bankasının kuruluş sermayesi de Hindistan’ın bugün Pakistanlı hanımların zinetlerinin bağışlarıdır. İstiklal harbine yardım için göndermişlerdir.
Halen yürürlükte olan temel kanunların birçoğu, tek parti döneminde ve ihtilal dönemlerinde çıkarılan kanunlardır. Milletin seçtikleri temsilciler yapmamıştır o kanunları maalesef.
1963 yılında anayasa mahkemesi düşünce özgürlüğünün sınırsızlığına bir sınır tanımı yapıyor. 27 Mayıs darbesini ima yollu eleştirmek dahi düşünce özgürlü sınırları içinde sayılamaz deniliyor.
Bu güne kadar yapılan anayasaların hiç birinin toplumun talepleri ile bir ilgisi yoktur.
Anayasa Mahkemesi, Ordu, Danıştay, Yargıtay gibi kurumlar anayasa ile toplumun etkisinin dışında iktidarlarının sürekliliği üzerine kuruludur.
***
Şu an 1982 Anayasasıyla o sisteminin içinde yaşıyoruz.
27 Mayısçıların yaptığı anayasada konulan değişmez üç maddeye rağmen 82 anayasasının tamamına müdahale edilmiştir. Değişmez maddeler üçten beşe çıkarılmıştır.
Anayasada değişmez maddeler mevcut anayasa için söz konusudur. Yeni yapılacak anayasa için değiştirilemez diye bir kavram söz konusu olamaz.
12 Eylül 1980 den sonra yapılan 19882 Anayasasını kimler yapmıştır?
Siyasi bağlantısı olmayan, politikayı değersiz olarak kabul eden memurlarda oluşturulan danışma meclisi tarafından yapılmıştır. Bu taslağı hazırlayan ekibin başına da Prof. Dr. Aldıkaçtı getirilmiştir.
Mâlum danışma meclisinin hazırladığı taslak darbeci generallerin Milli Güvenlik Konseyinin önüne konulmuş. Onlar da şurasını çıkarın, şunu değiştirin diyerek son şeklini vermiştir.
Hukukçulardan oluşturulan komisyona taslak anayasa metni için bir rapor hazırlaması görevi verilmiştir. Raporun gerekçelerini yazarken MGK’nın yaptığı değişiklikleri göstermişlerdir. Hukuki gerekçelere değinmemişlerdir.
Anayasalarda bize ait hiçbir şey yoktur. Yani anayasada millet yoktur.
Yargının, mahkemelerin yapısında da yine millet yoktur. Halbuki, yargı kararlarında “Türk Milleti” ibaresi vardır. Ama millet yoktur. Millet kendisi hakkında karar verecek mahkemelerin oluşturulmasında milletin sözü söz konu değildir.
Bir anayasa yapılırken ülkede her kesimin, her bireyin, her görüşün her inancın talepleri yansımalıdır.
Hukukçulardan oluşan bir komisyonun dünyanın en iyi anayasasını yapsa dahi doğru bir yol değildir.
Toplumun talepleri, ihtiyaçları, bütün siyasi, partilerin tümü, sivil toplum kuruluşları gruplar, komisyonlar oluşturarak anayasa metni hazırlayabilir.
İşin teknik yönünü uzman hukukçular tarafından talepler formülize edilir.
Hukukçuların rolü teknisyenliktir. Kural koyamazlar. Metin yazamazlar. Şekil yönünden teknisyenliktir sadece görevleri.
Bir anayasada temel hak ve özgürlükler ne kadar çok tanımlanırsa o kadar çok sınırlama var demektir.
Anayasaların bir metin yönü vardır, bir de yazılı olmayan ve uygulamada asıl geçerli olan “karar” yönü vardır. Temel hak ve özgürlükler sayılmasına rağmen kararlar anayasayı hazırlayan iradeye göre uygulanır. Başörtüsü ile ilgili metinlerde bir sınırlama yoktur. Fakat yazılı olmayan “karar” a göre engel konulmaktadır.
Eğer anayasa milletin taleplerinin formülize edilmiş şeklinde yapıldığında “karar” iradesi milletin olacaktır. Hak ve özgürlükler konusunda sorun yaşanmayacaktır.
Osman Can, bürokrasinin yüz yıllık geleneksel toplumdan kopuk durumu hakkında yaptığı değerlendirme de ilginçtir.
“Bürokrasi yüz yıldır milletten kopuktur. Üst bürokraside görev alanlar belirli noktadan sonra halkla aralarına bir mesafe, duvar koymaktadırlar, kendilerine özgü bir mantık yürütmektedir” dedi.
İki yıl içinde toplumun taleplerinin yer aldığı Anayasanın yapılmasına artık kimse engel olamayacaktır. Mevcut iktidar partisi dahi. Yoksa kaybederler.
Yani anayasaya, muhalefet partileri, küçük partiler dahi karşı çıkamayacaklardır.
Üniversiteler bugün için gerici kurumlardır. Gericilik üretiyorlar.
27 Mayıs darbesine üniversite öğrencileri tetikleyici rol almışlardır.
Bugün ise üniversite öğrencileri demokratik, özgürlükçü bir anayasanın yapma sürecini etkileyici, tetikleyici rol üstlenebilirler.
Sorular bölümünde mevcut anayasa değiştirilmek istenildiğinde meşruiyet, aidiyet konusu gündeme geldi. Milletin ait olmadığı bir anayasa var, bir tarafta da değiştirmek isteyen irade hakkında meşruiyet tartışmaları var. Meşruiyet ile aidiyet arasındaki mesafe oldukça fazladır. Bu nasıl halledilecek diye bir soru soruldu. “Meşruiyetin kaynağı halktır, millettir. Meşruiyetini halktan almayan hiçbir yasa meşru değildir” diye cevapladı.
Bir anayasa metninde temel hak ve hürriyetler yer almaz.
İngiltere’de yazılı bir anayasa yoktur. Şu an için demokratik hak ve hürriyetler bakımından en geniş özgürlüklerin uygulandığı bir ülkedir.
“Sonuç olarak gelecek için oldukça iyimserim” diye sözlerini tamamladı Doç Dr. Osman Can…
Konferans sonunda Osman Can’a bir plaket verildi.
2011 Yılın fikir adamı ödülüne de Sayın Osman Can layık görüldüğü açıklandı. Ödül töreninin Nisan ayında yapılacağı duyuruldu.