Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Ankebut Suresi 24-27. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
24 . Kavminin (İbrâhîm’e) cevâbı ise: “Onu öldürün yâhut onu yakın!” demelerinden başka bir şey olmadı. Bunun üzerine Allah onu ateşten kurtardı. Şübhesiz ki bunda, îmân edecek bir kavim için nice ibretler vardır. (*)
25 . Ve (İbrâhîm onlara) dedi ki: “(Siz) ancak dünya hayâtında aranızdaki muhabbet(e vesîle olmasın)dan dolayı, Allah’dan başka birtakım putları (ilâh) edindiniz. Sonra kıyâmet günü bazılarınız bazınızı inkâr edecek ve birbirinizi lâ‘netleyeceksiniz. Varacağınız yer ise ateştir; (o gün artık) sizin için hiçbir yardımcı da yoktur!”
26 . Bunun üzerine Lût ona (İbrâhîm’e) îmân etti. (İbrâhîm:) “Doğrusu ben Rabbime hicret ediciyim. Muhakkak ki, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Hakîm (her işi hikmetli olan) ancak O’dur” dedi.(2)
27 . Ve (biz) ona İshâk’ı ve (torunu) Ya‘kūb’u ihsân ettik; hem peygamberliği ve kitâbı onun neslinde(n gelenlere vermeyi mukadder) kıldık; ona dünyada da mükâfâtını verdik. Hiç şübhesiz o, âhirette de sâlih kimselerdendir.
(*) “Ateş dahi, sâir esbâb-ı tabîiye (tabîat sebebleri) gibi kendi keyfiyle, tabîatıyla, körükörüne hareket etmiyor. Belki emir tahtında (altında) bir vazîfe yapıyor ki, Hazret-i İbrâhîm (AS)’ı yakmadı ve ona, ‘yakma!’ emrediliyor. (...) Hazret-i İbrâhîm’in cismi gibi, gömleğini de ateş yakmadı ve ateşe karşı mukāvemet hâletini vermiştir. İbrâhîm’i yakmadığı gibi, gömleğini de yakmıyor.
İşte bu işâretin remziyle ma‘nen şu âyet diyor ki: ‘Ey Millet-i İbrâhîm! (Ey Müslümanlar!) İbrâhîmvârî (onun gibi) olunuz. Tâ gömlekleriniz, en büyük düşmanınız olan ateşe hem burada, hem orada bir zırh olsun. Rûhunuza îmânı giydirip, Cehennem ateşine karşı zırhınız olduğu gibi, Cenâb-ı Hakk’ın zeminde sizin için sakladığı ve ihzâr ettiği (hazırladığı) bazı maddeler var. Onlar sizi ateşin şerrinden muhâfaza eder. Arayınız, çıkarınız, giyiniz.’ İşte beşerin mühim terakkıyâtından ve keşfiyâtındandır ki, bir maddeyi bulmuş ateş yakmayacak ve ateşe dayanır bir gömlek giymiş.” (Zülfikār, 25. Söz, 85-86)