İnsanın yaratılış amacının "taallümle tekemmül" olduğunu izah eden Bediüzzaman'ın en önemli meselesi hayatı boyunca eğitim olmuştur. Kendisini eğitime adayan Bediüzzaman Doğu'da bir üniversite açılması amacı ile 1907 yılında İstanbul'a geldi. Amacı Ortadoğu'da açılan bu üniversite sayesinde Türk, Arap, Kürt, Ermeni ve diğer unsurların birliğini ve beraberliğini sağlayarak Osmanlı'nın parçalanmasını önlemek ve İslam birliğini temin etmekti.
Projesini uygulamak amacı ile Sultan Abdülhamit ile görüşmeyi planlayan Bediüzzaman'ın bu isteği gerçekleşmedi. Daha sonra Sultan Reşat'ın Kosova seyahatine katıldı. Padişahın Kosova'da yapmak istediği üniversite projesine katkıda bulundu. Kendisine "Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslam'ın merkezi hükmündedir" dedi ve böyle bir üniversite için söz aldı. Ancak 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı ve dünyada gelişen olaylar ile Osmanlı'nın yıkılması sonucu proje gerçekleşmedi.
Daha sonra 1922 yılında geldiği BMM'de aynı konuyu gündeme taşıdı. 163 milletvekilinin imzasını taşıyan önergesi kabul edildi. Van'da bir üniversite için 150 bin lira tahsisat ayrıldı. Ancak bu da o zamanki hükümetin "laiklik" ile ilgili düşünceleri yüzünden gerçekleşmedi.
İlk olarak 1954 yılında, DP'nin Erzurum'da bir üniversite kurma teşebbüsü üzerine Bediüzzaman "İşte bu benim üniversitem" diyerek bu üniversiteye sevinçle sahip çıkar. Hatta bu konuda 1.4.1954 tarihli Ulus gazetesinin Erzurum Üniversitesi aleyhindeki yazılarına cevap vermiştir.
Yine hayatının 55 yıllık gayesi olan böyle bir üniversite açma teşebbüsünden dolayı zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes'i tebrik eder. Aynı zamanda, bu meseleye dair Amerika ve Avrupa'da istişare ettikleri halde, hayatını böyle bir amaç için geçiren birisi olarak kendisinin fikrinin alınmamasına gücendiğini ifade eden bir serzenişte bulunur.
Değişen dünya şartları ve teknolojik gelişmelere paralel olarak eğitimde de yeniden yapılanma ve gelişim sürecini başlatmak isteyen Bediüzzaman'ın bundan yüz sene önce ortaya koyduğu proje gerçekten dikkate değerdir. Bediüzzaman kendisini anlayamayanlar için "On üçüncü asrın minaresinden, sureten medeni ve fikren mazinin en derin derelerinde bulunanlara" hitap ettiğini söyler. Ancak "Nesl-i Cedit" adını verdiği yeni bir neslin bu projeyi gerçekleştireceğini belirtir. Erzurum'da açılan üniversite Bediüzzaman'ın yarı amacını gerçekleştirmiştir. Asıl amacı olan "din ve fen ilimlerinin beraber okutulduğu bir "Medresetü'z-zehra" henüz gerçekleşmemiştir.
Bediüzzaman'ın bu projesinin çok iyi tahlil edilmesi gerekir. Bu proje, Bediüzzaman'ın önermiş olduğu ve çare olarak sunduğu bir eğitim projesi olan "Medresetü'z-zehra" projesidir. Bediüzzaman bunu "din ve fen ilimlerini beraber okutarak akla, vicdana ve kalbe beraber hitap etmek, çeşitli dillerde eğitim yaparak yöre halkını bir arada tutmak ve Ortadoğu'daki milletleri fikir birliği etrafında birleştirmek, kabiliyet eğitimi vererek istidatları nemalandırmak, ihtisas alanları açarak akademik eğitim vermek, fen ilimlerini okuyan mektepliler ile din eğitimi alan medrese mensuplarını aynı amaç etrafında birleştirmek" şeklinde özetlemiştir. Tabii ki bunun açılımında çok geniş bir kültür ortamı oluşacaktır. Bu da Ortadoğu'da büyük bir uyanışa ve sonuçta yüksek bir medeniyete zemin hazırlayacaktır.
Doğuda "din hissi"nin hâkim olduğuna vurgu yapan Bediüzzaman yapılacak olan bir gelişim hamlesinin dini referanslarla ve dini atmosfer içinde gerçekleşmesi gerektiğini her zaman belirtmiştir. Eğitimde de bunun önemi üzerinde durarak dini ilimlerle beraber verilecek olan fenni bilgilerin hem gerçeği yansıtması, hem eğitimin birliğini sağlaması, hem de İslam kardeşliği ile birbirine sıkı sıkıya bağlı olan Müslüman milletlerin birliğini temin etmesi açısından önemi büyüktür.
Üniversite eğitiminde "araştırma" ve "ihtisaslaşma" çok önemlidir. Bu demokratik eğitimin de temel unsurlarındandır. Kabiliyete göre, ihtisasa dayalı bir eğitimde ilim dalları arasında birlik ve bütünlük, birbirinden faydalanma ancak "demokratik bir eğitim" anlayışı ile sağlanabilir. Bu da araştırma, müzakere ve münazara usulünün uygulanması iledir. Bu hususa da önem veren Bediüzzaman devlet işlerinin meclisler tarafından yürütüldüğü bir çağda ferdi kabiliyetlerin yetersiz kalacağını düşünerek "ilimde ihtisaslaşma" yanında "Meclis-i mebusan-ı ilmiye" adını verdiği "İlmi şuraların" kurulmasını ve işletilmesini ister. Çünkü ilimlerin tekâmülü ile artık "bir şahıs birçok fenlerde ihtisas sahibi olamaz" "Umuma el atmak da umumu terk etmektir." Öyle ise "taksimu'l âmâl ve teşrik-i mesâi" kaidesi ile amel etmek gerekir. Bu da ilmi şuraların ve ortak tebliğlerin gerçekleşmesiyle olur. Bu daha etkin ve gerçekçi olacak ve bu durum insanların itimadını da sağlayacaktır.
Bediüzzaman günümüzde yapılacak ilmi çalışmaların bireysellikten kurumsallığa yönelmesinin ve ihtisas heyetlerince yapılmasının gerekliliği üzerinde de durur. Kur'an tefsirinin dahi bir heyet tarafından yapılmasını önerir. Tabii ki böyle bir şuranın da yüksek ilmi heyetlerden oluşması gerekir.
Bütün bu hususları bundan seksen sene önce gündeme getiren Bediüzzaman'ın fikir ve önerilerine bu gün daha çok ihtiyacımız olduğu bir gerçektir.