Bediüzzaman Said Nursi, Rumi 10 Temmuz 1324, Miladi 23 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet ve Hürriyet'in ilanında İstanbul'dadır. 26 Temmuz 1908 tarihinde Meşrutiyetin ilanının üçüncü gününde Sultanahmet meydanında yapılan mitinginde "Hürriyete Hitap" adında bir nutuk irad eder. Daha sonra Selanik Hürriyet meydanında bu nutku tekrar eder.
İstanbul'da pek çok ulemanın Şeriata aykırıdır diye karşı çıkmalarına karşın Meşrutiyetin ilanını hararetle alkışlar. Ayasofya, Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye camilerinde de umum ulema ve talebeye hitaben müteaddit vaazlar ile şeriatın ve Meşrutiyetin münasebetini anlatır. Peygamberimizin (sav) "Kavmin efendisi ona hizmet edendir" hadisini "Şeriat âleme gelmiş; ta istibdadı ve zalimâne tahakkümü mahvetsin" şeklinde izah eder. Bediüzzaman dinin siyasi hayata bakan yönünün "Hakikat-i Meşrutiyet-i Meşrua" olduğunu savunarak Meşrutiyet ve hürriyete sahip çıkmıştır.
Bediüzzaman'ın bu konuda en güçlü delili Asr-ı Saadet ve Hulefâ-i Raşidin'in "Hilafet Dönemi"dir. Nursi, Asr-ı Saadet'i örnek göstererek "adalet, meşveret ve kanun hâkimiyeti" prensipleri çerçevesinde belirlediği bu modelin aslında "Meşrutiyet, demokrasi ve Cumhuriyet"ten başka bir şey olmadığını ifade eder. Bediüzzaman yine "Hürriyetin en geniş şekli Cumhuriyettir" diyerek Cumhuriyetin hürriyete en fazla değer veren siyasi bir sistem olması gerektiğini anlatmaktadır. Aksi takdirde hürriyetten yoksun bir Cumhuriyet içi boş bir istibdattan başka bir şey değildir.
Bediüzzaman Said Nursi, Meşrutiyetin ilanından sonra Sadaret; yani Başbakanlık vasıtası ile doğu vilayetlerine ve aşiretlere elli-altmış telgraf çekmiş ve "Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer'iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz" diyerek hürriyetin ve demokratikleşmenin en çok doğu vilayetlerinde yaşayanlara faydalı olacağını bundan yüz sene önce haber vermiştir.
Yine İstanbul'da yirmi bine yakın hemşerilerine, aldanmamaları için Meşrutiyeti ve hürriyeti anladıkları dille anlatır. "İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adâlet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; san'at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zirâ husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur. Hükümetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz" diyerek onları ikaz eder ve onların hürriyete sahip çıkmalarını ister.
Bediüzzaman'ın bundan bir asır önce söylediği "Dünyevî saadetimiz Meşrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarar görüyoruz" sözü bugün de geçerliğini korumaktadır. Günümüzde bütün dünyada yükselen değer olarak Hürriyet ve Demokrasi hareketi gelişerek devam ederken, bundan yüz sene önce Demokratikleşme konusunda günümüze de ışık tutacak açıklamalarda bulunan Bediüzzamanın görüşlerine kulağımızı tıkamaya devam etmek, ülkeyi İstibdat ve baskı ile idareye mecbur edecek ve geleceğin dünyasında günümüz idarecilerini mahkûm edecektir.