Çığlık atmak istiyorum avazımın çıktığı kadar. Şehrin sokakları dar geliyor. Koşuyorum koşuyorum. Ayak seslerim bedenimi sarsarak kulaklarıma kadar geliyor. Beynimin kıvrımlarında yankılanıyor. Bitmeyen caddeler.. sonu gelmez sokaklar… Taş kaldırımların üzerinden, şehrin betonlaşmış soğuk çehresinden rüzgâr letafetinde sıyrılıyorum. Birden bire cennet gibi bir parkın içerisinde buluveriyorum kendimi.
Havuz başındaki boş bir banka oturuyorum. Havuzun orta yerindeki fıskiyenin şırıltısı, ördeklerin suyu dalgalandırarak yüzüşleri, az da olsa ferahlandırıyor beni. Ördeklerin kanat sesleri ve ara sıra da ötüşleri birbirine karışıyor. Şair olasım geliyor. Kara, sarı, yeşil, alacalı bulacalı ördeklerin bir sanatçı gibi göle yazmalarını şiire dökesim geliyor. Ne yazık ki, şair değilim. Edipler gibi tasvir marifetim de yok.
Kendimi dinliyorum. Kalp atışlarım sükûnete ermedi daha. Biraz da terliyim. Şiddetli nefes alıp veriyorum. Koşmazdan evvel bunların hiç farkında değildim. Kalbim gümbür gümbür ötüyor, ördeklerle yarışırcasına. Nefesim gırtlağımdan fırtına gibi çıkıyor. Hafif esen rüzgâr, hem kulağıma, hem tenime değiyor. Etrafıma göz atıyorum. Her şey çok güzel.
Çevremdeki bu güzellikleri, manaları, zihnimde canlandırıp yoğurmaya ve yorumlamaya kabiliyetim yok. Kelimeler ise, kifayetsiz. Hisseme tükenmiş, orası burası bit yeniği kelimeler düşmüş olmalı. Dilim lal, zihnim dumur halinde, duygularımsa ihtilalde. Etrafımda olup bitenlerin, değişimlerin, halden hale geçişlerin seyircisi ya da iyi bir gözlemcisi bile olamıyorum. Hayat hızla akıyor, bense hamakat derecesinde bakakalıyorum.
İşte sabah oldu, güneş doğdu. Öğle, akşam derken zaman akıp gidecek. Ağaçlar, çiçekler, kuşlar, ördekler, rüzgârın her şeye dokunarak geçişi belli bir zaman sonra mazinin karanlığına gömülecek. Bütün bunları tutamıyorum. Hepsi de ya parmaklarımın arasından ya da kevgire dönmüş dimağımın deliklerinden akıp gidiyor. Dedim ya acizim. Elimde değil. Hiç olmazsa manalarını tutabilir miyim? Aslında vakıf olduğum her şey hafızamda kayıtlı. Biliyorum onların hepsi belki de birkaç güne oradan da silinip gidecek. Bunca güzel şeylerden bir eser kalmayacak. Çoğu tortu olarak zihnimde ağırlık yapacak. Atılası muzahrafat haline gelecek. Nerede o zihnimin duvarlarını zinetlendirecek elmas ve pırlanta hakikatler?
Kelimeler de canlanır mı? Cilalanır, parlatılır mı? Onlar da birer elmasa, pırlantaya veya yıldıza dönüşebilir mi? Zihnimden dilime doğru inebilirler mi? Bütün bu olanları, manaları, duygularımı, hayallerimin cevelanını, kalbimin hatıratını böylesine parlak kelimelerle dökebilir miyim? Döksem bile bunlar o derin manaların ve pırlanta hikikatlerin yerini tutar mı? Elbette tutmayacak ama belki tatlı bir hatıraya ve belki de okuyanların hislerini titreterek yeni kelimelere ve seslere dönüşecekler. Kimyevi unsurların birbirlerine karıştırıldıklarında ve muameleye tabi tutulduklarında yeni sonuçlar doğurması gibi, belki de benim bu yazdıklarım hem bana, hem de başkalarına yeni fikirler, yeni hayaller ve yeni duygular doğuracak. Kelimelerin kimyası değişecek, belki de terakki ve kemalatın beşikliğini edecek.
Olaylar kelimelere, kelimeler, seslere, sesler manalara, manalar yeni fikir ve duygulara dönüşerek devam edip gidecek. Radyolardan, televizyonlardan, internetten başka başka dönüşümlere maruz kalarak yeniden gözümüzde canlanacak, kulağımıza ses olarak girecek ve bizi geliştirip dönüştürmeye hayatımızın sonuna kadar devam edecek.
Birçok şeyi duymasam da, söylemesem de hissedebiliyorum. Hislerim de bazen kelimelere, kelimeler, seslere, sesler, sevinçlere, kederlere, neşelere, hüzünlere, ağlamalara, gülmelere, feryatlara kahkahalara dönüşüyor.
Ben dönüşüyorum, benimle birlikte her şey dönüşüyor. Her an, her saniye, her saat yeni bir haşre mayalanıyorum.
Artık çığlık atmak da istemiyorum, koşmak da. Caddeler, sokaklar kısa, şehir daha bir sevecen ve sıcak. Sükûnet içinde dönüyorum.
Zerre dönüyor, şems dönüyor, kâinat dönüyor. Bütün sır bu dönmekte saklı. Biliyorum ki, dönmezsem dönüşemeyeceğim.