Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Hûd Suresi 1-4. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
1 . Elif, Lâm, Râ. (1) (Bu,) Hakîm (her işi hikmetli olan), Habîr (herşeyden haberdâr olan Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir Kitab’dır.
2 . Tâ ki Allah’dan başkasına ibâdet etmeyesiniz! (Ey Resûlüm! De ki:) “Şübhesiz ki ben, size O’nun tarafından (gönderilmiş) bir korkutucu ve bir müjdeleyiciyim.”
3 . “Ve Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki, sizi (dünyada) belirli bir vakte kadar güzel bir ni‘metle faydalandırsın ve (âhirette) her fazîlet sâhibine mükâfâtını versin! Eğer yüz çevirirseniz, artık şübhesiz ki ben, sizin üzerinize (dehşeti)büyük bir günün azâbından korkarım!”
4 . “Dönüşünüz ancak Allah’adır. O ise, herşeye hakkıyla gücü yetendir.” (2)
1- “Sûrelerin başlarındaki hurûf-ı mukatta‘a (Elif, Lâm, Mîm gibi tek tek yazılan harfler) İlâhî bir şifredir. Hâs abdine (husûsî kulu Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a) onlarla bazı işâret-i gaybiye (gizli işâretler) veriyor. O şifrenin miftâhı (anahtarı) o abd-i hâs’dadır (ASM). Hem onun veresesindedir (vârisi olan âlimlerdedir). Kur’ân-ı Hakîm, mâdem her zaman ve her tâifeye (topluluğa) hitâb ediyor. Her asrın her tabakasının hissesini câmi‘ (içine alan) çok mütenevvi‘ vücuhları (çeşitli yönleri), ma‘nâları olabilir. Selef-i Sâlihîn (Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe‘-i Tâbiîn) ise, en hâlis parça onlarındır ki, beyân etmişler.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 241)
“الٓمٓ: Üç harfiyle üç hükme işârettir. Şöyle ki: Elif, هٰذَا كلَامُ اللّٰهِ اْلاَزَلِيُّ[Bu, Allah’ın ezelî kelâmıdır] hükmüne ve kazıyesine; Lâm, نَزَلَ بِه۪ جِبْر۪يلُ [Onu Cibrîl indirdi] hükmüne ve kazıyesine; Mîm, عَلٰي مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةِ وَالسَّلاَمُ [Muhammed (ASM)’a] hükmüne ve kazıyesine remzen ve îmâen (remiz ve îmâ ile) işârettir.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 29)
2- “(Cenâb-ı Hakk) herşeye kadîrdir. Hiçbir şey O’na ağır gelmez. Hiçbir şey dâire-i kudretinden hâriç olamaz! Kudretine nisbeten, zerreler yıldızlar birdir. Küllî, cüz’î (büyük, küçük) kadar kolaydır. Cüz’ (parça), küll (bütün) kadar kıymetlidir. En büyük, en küçük kadar kudretine nisbeten rahattır. Küçük, büyük kadar san‘atlıdır, belki san‘atça küçük, büyükten daha büyüktür. Bütün mâzîdeki (geçmişteki) acâib-i kudreti olan vukūât (meydana gelenler) şehâdet eder ki; o Kadîr-i Mutlak (sonsuz kudret sâhibi olan Allah),bütün istikbâldeki (gelecekteki) acâib-i imkânâta (olabilecek şeylere) muktedirdir. Dünü getiren, yarını getirdiği gibi; mâzîyi îcâd eden (yaratan) o Zât-ı Kadîr, istikbâli dahi îcâd eder. Dünyayı yapan o Sâni‘-i Hakîm, âhireti de yapar.” (Mektûbât, 20. Mektûb, 67-68)