Risale Akademi’nin tertiplediği Barla Lahikası Müzakereleri bereketlenerek devam ediyor. Kendilerine tevzi edilen mektublar üzerinde bir hafta boyunca ciddi ve derin çalışmalar yapan müzakereciler çalışmalarının semerelerini birbirlerine gösteriyor ve müdavele-i efkar ediyorlar. İzleyici katılımcıların da sual ve takviyeleri ile zenginleşen sunumlar kalblere ve ruhlara yeni pencereler açıyor. İşte bu hafta müzakere edilen meselelerden birkaç katre:
- Bu mektubları okudukça Risale-i Nur’un ne olduğunu yeni baştan idrak ediyoruz. Diyebiliriz ki; anlamaya başlıyoruz “Risale-i Nur ne imiş, Bediüzzaman Said Nursi kim imiş, saffı evvel talebeler nasıl insanlar imiş”.
- Risale-i Nur, kuru kafalara hayat veriyor. Bir ürünü olmayan beyinleri semeredar ediyor. Maddeye takılıp kalan akılları kalbin nuru ile takıntılarından kurtarıyor.
- Risale-i Nur, düşmanlarını ilzam ediyor. Delillerle ve bürhanlarla onları ilzam ediyor. İlzam etmek onların Risale-i Nur’a iltihak etmesi demek değildir. Cerh edilemez deliller karşısında mukavemet edememeleri ve tecavüze son vermeleri demektir. Mütecaviz bir tek düşmanın tecavüze son vermesi ise onlar belki yüzler adamın saldırılarının önünün kesilmesi demektir.
- Risale-i Nur şeytanı da ve nefsi de ilzam eder. Bu, nefsin ve şeytanın iştiyak ve aşkla hizmetimizi desteklemesi demek değil sadece susup kabullenmesi demektir. Nefisten iştiyak ile hizmet etmeyi talep etmek belki de muhali taleptir. Daim büyük cihada devam etmek, bizi hizmetten alıkoymak için fırsat kollayan şeytana karşı teyakkuzda bulunmayı gerektirir. Bu da Risalelerdeki harika silahları (13.Lem’a, Hücumat-ı Sitte ve kendi nefsimizi ilzam eden risaleleri tesbit edip) mahirce kullanmayı gerektirir.
- Sabri Ağabey, Üstada yazdığı bir mektubda Hulûsi Beyefendim benim ikinci üstadımdır diye yazıyor ve Üstad da bu mektubu Hulûsi Bey’e gönderip “kardeşin senin için bunu diyor bak” manasında onların irtibatlarını kuvvetlendiriyor.
- Risale-i Nur bizi ihya ediyor, diriltiyor. Biz ölmüş idik Risaleler ile dirildik ve diriliyoruz.
- Hulûsi Bey, Şükür Risalesi için diyor: insanı şükür nehrinin menbaına, şükür dağının tepesine, şükür çığırının şerahına çıkarıyor. Hakikatle merifete götürüyor. Demek marifete giden yoldur hakikat. Risale-i Nur hakikatten marifete giden yolu açmış. Haza min fadli Rabbii.
- Yine Şükür Risalesini alıp okumasını Hulûsi Beyefendi böyle tarif etmiş: çok susamıştım, şeker şerbetinizi Besmele ile içmeye başladım…
- Risale-i Nur’u kana kana içenler kimlerdir? Çok susayanlar, çok muhtaç olanlar, çok müştak olanlar.
- Sabri Ağabey’in, Barla Lahikasının 85. Maktubu olan (erisale tasnifine göredir) mektubundan anlıyoruz ki; Risaleler çok kıymetli hem de içinde çok mallar olan bir umumi mal gibidir. Ancak ona malik olan onu satabilir, pazarlayabilir, gösterebilir. Alım satım adabını da bilmesi gerekir ki kıymetten düşürmeden ve muhataba şifa ve deva olacak tarz ile onu sunabilsin. “bayii ve dellal” tabirleri gösteriyor ki Risale-i Nur’un bayisi ve dellalı olmak var. Yani; dağıtıcısı, sunucusu, servis sağlayıcısı var. Bu ise “zilyed” olmay gerekli kılar. Elinde bir şey olmayan neyin bayisi olabilir? Demek sahib olacak ki onu pazarlayabilsin. Bunun için kitabı okumak gerek arttır lakin yeter şart değildir. Lahika mektubları da bayilerin ürünlerini sergilediği bir ‘fuar ve sergi alanı’ gibidir.
- Risaleleri müzakere ve mütalaa edip anlamaya gayret ettikten sonra anladıklarımızı yazmak neşir hizmetidir. Ağabeylerin Üstada bildirdikleri his ve düşüncelerinden şimdi çok istifade ediyoruz ve Risaleleri anlamanı kotlarını alıyoruz.
- İman hakikatlerinin izah ve isbat edildiği kitaplar (Sözler, Lemalar, Mektubat, Şualar gibi) imandır. Lahikalar ise bu hakikatlerin yaşanması olan “hayat”tır.
- Hayata hayat olan kitaplar mutlaka uygulayıcıları ve müntesibleri ile bütündürler ve beraberce anlam kazanırlar. Kur’an hayatımıza hayat olan, ruh olan kitabımızdır. Allah’ın kelamıdır. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam ve Sahabeleri de uygulama pratiğini bize ders verirler. Bu zamanda Kur’anın manevi mucizesi olan Risale-i Nurlar da Üstad Bediüzzaman ve saff-ı evvel talebeleri (Allah onlardan ebediyyen razı olsun) ile bir bütünlük ifade eder. Madem Risalelerin açtığı yol Kur’anın cadde-i kübrasıdır elbette metodu da Kuranî metod olacaktır ve olmuştur. Kitabı yaşayanları nazara almaksızın kitaba nazar etmek bizi kitabı doğru yorumlamaktan uzaklaştırır ve kitabın gösterdiği yolsan sapmaya sebeb olur.
- Üstad ve saff-ı evvel talebeleri birbirlerine şahısları üzerinden bağlı değiller, iman ve Kuran üzerindne bağlılar. Bu nedenle sürdürülebilir bir birliktelikleri vardır. hatta berzahta bile sürdürülebilir bir birliktelikten bahsediyoruz. (“Berzah yolunda nurani yoldaşlarım”)
- Eğer biz Risalelere bağlı olacak isek fakat birbirimize yük geliyor isek, şahıslarımız üzerinden bir bağ kurmuş olabiliriz. İman ve Kuran üzerinden, iman ve Kuran hakikatleri mecmuası olan Risaleler ve Risale-i Nur hizmeti üzerinden enesiz ve nahnü ile olan bir birliktelik; sürdürülebilir ve taşıması ağır olmayan, fıtratı zorlamayan bir birlikteliktir. Bu zeminde olmayan bir araya gelmekler ise bir daha görüşmemek temennisi ile ayrılık ile neticelenmesi kaçınılmazdır. Risalalerin fıtrî olarak tesis ettiği birliktelik beraber haşrolmaya giden, ebede bakan bir birlikteliktir. Hulûsi Bey de sevgili üstadına “madem biz Allah için birbirimizi seviyoruz. Öyle ise Allah için olan sevmeklerin 32. Söz’de gösterilen semerelerini alacağız” demiştir.
- Bediüzzaman, kendi hakkındaki senaların bulunduğu mektubları Lahika mektubları içine almakla beraber haşiyeler ile mektubun içine nüfuz ederek bu senalara iştirak etmediğini belirtmiştir. Bununla yazı hayatında olanlara da bir ders vermiş ve katılmadıkları görüşleri, iştirak etmedikleri bilgisi ile beraber yayınlamanın sakıncası olmadığını da ders vermiştir.
- Hüsrev Ağabey; kendisini çok meşgul eden fakat kıymeti bulunmayan vaziyetten Üstadının mektubu ile çıktığını Üstadına müjde veriyor. Biz de kıymetsiz ama çok meşgul olduğumuz hallerimizden bizi kurtaracak mektublarımızı lahikalardan bularak kendimizi tedavi edebiliriz ve etmeliyiz. Bu mektublar bin doktorun yapamadığını yapabilecek kadar tesirlidir. Yeter ki biz müteveccih olup “burada şifa bulacağım” inancını taşıyalım.
- Üstadlarına: “sizi bize veren Allah’a minnettarlığımızı tahdid edemeyiz” diyen talebeler, tevhide halel verecek ve şahsı minnet ve perestiş odağı haline getirecek hallerden ve ifadelerden (halleri ile ifadeleri birdir zaten) beridirler.
- Saff-ı evvel talebelerin mihverinden hiç çıkmadıklarını, odaklarını değiştirmediklerini, moda tabiri ile eksen kayması yaşamadıklarını görüyoruz. Hedefleri hiç değişmemiş ve hedefe giderken meşveret ile hareket etmişler. Her Saff-ı evvelin de bir ayrı çizgisi olmuş, birler ve beraberler ve kıyamete kadar gelecek bütün insan fıtratlarına numune-i imtisaller. Her talebenin kendi rol modelini seçerken bunu fark etmesi mühim. Hem kendimizi bilmeli hem bize nasıl bir rol modelin önderlik edebileceğini fark etmeliyiz ki fıtratımızı zorlamadan ve insicamı bozmadan yol alabilelim.
- Hulûsi Ağabey; Barla Lahikasının başında da yer alan Yirmisekizinci Mektubun Yedinci Meselesi çok büyük bir müjde verdiğini diyor.
- Hulûsi Beyefendi; okuduğu tim risalelerin (Sözlerin), Üstad ile ilk mülaki olduğunda aldığı derslerin şerh ve izahları olduğunu diyor. Demek adeta Üstadına kendisinden bir kanal açılıyor da o kanaldan Risaleler vasıtası ile daimi bir varidata mazhar oluyor.
- Üstad,kendisinden ilm-i cifir ders almak isteğini bildiren talebelere, bunun çok ehemmiyetli olan hakiki vazifeden alıkoyacağını diyor.
- Risale-i Nur; beşerin zulmetli simasına nurlar saçıyor, tevhid haricindeki her türlü akideyi zir-ü zeber ediyor, şakirtlerine gülümseyerek tatlı bir yüzle bakıyor, hoş ve pek şirin bir lisan ile söylüyor. Her halde hakiki talebelerin de tatlı bir sözü gülümseyen bir yüzü olsa gerek ve tevhide münafi en küçük hale de mahal vermeyecek bir tavırları ve nurlu yüzleri…
- Risale-i Nur’a kadarki eğitim geleneğinde hocasına şevk veren ve telifatına iştirak eden talebeye rastlanmıyor. Bu günümüze çok mesajlar bulabiliriz bu halden. Hizmette arkadaşı ve kardeşinden kendini yüksek tutmak, hiyerarşik bir yapılanmaya gitmek Said Nursi’nin hem de düşmanlarının bile tasdiki ile, Bediüzzaman iken yapmadığıdır.