Bismillahirrahmanirrahim
Hayattârâne mütemâdiyen çalkalanan ve dağılmak ve dökülmek ve istilâ etmek fıtratında olan denizler, arzı kuşatıp, arz ile beraber gayet sür'atli bir surette bir senede yirmi beş bin senelik bir dairede koşturulduğu halde, ne dağılırlar, ne dökülürler ve ne de komşularındaki toprağa tecavüz ederler. Demek gayet kudretli ve azametli bir Zâtın emriyle ve kuvvetiyle dururlar, gezerler, muhafaza olurlar.
Sonra denizlerin içlerine bakar, görür ki: Gayet güzel ve ziynetli ve muntazam cevherlerinden başka, binlerce çeşit hayvanatın iaşe ve idareleri ve tevellüdat ve vefiyatları o kadar muntazamdır; basit bir kum ve acı bir sudan verilen erzakları ve tayinatları o kadar mükemmeldir ki, bilbedahe bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin idare ve iaşesiyle olduğunu ispat eder.
Sonra o misafir, nehirlere bakar, görür ki: Menfaatleri ve vazifeleri ve varidat ve sarfiyatları o kadar hakîmâne ve rahîmânedir; bilbedahe ispat eder ki, bütün ırmaklar, pınarlar, çaylar, büyük nehirler, bir Rahmân-ı Zülcelâli ve'l-İkramın hazine-i rahmetinden çıkıyorlar ve akıyorlar.
Hattâ o kadar fevkalâde iddihar ve sarf ediliyorlar ki, "Dört nehir Cennetten geliyorlar" diye rivâyet edilmiş. Yani, zâhirî esbabın pek fevkinde olduklarından, mânevî bir cennetin hazinesinden ve yalnız gaybî ve tükenmez bir menbaın feyzinden akıyorlar demektir.
Meselâ, Mısır'ın kumistanını bir cennete çeviren Nil-i mübarek, cenup tarafından, Cebel-i Kamer denilen bir dağdan, mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor. Altı aydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa, o dağdan daha büyük olur.
Halbuki o dağdan ona ayrılan yer ve mahzen, altı kısımdan bir kısım olmaz. Varidatı ise, o mıntıka-i hârrede pek az gelen ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette o muvazene-i vâsiayı muhafaza edemediğinden, o Nil-i mübarek âdet-i arziye fevkinde bir gaybî cennetten çıkıyor diye rivayeti gayet manidar ve güzel bir hakikati ifade ediyor.
İşte, deniz ve nehirlerin denizler gibi hakikatlerinin ve şehadetlerinin binden birisini gördü. Ve umumu bil'icmâ denizlerin büyüklüğü nisbetinde bir kuvvetle Lâ ilâhe illâ Hû der ve bu şehadete denizler mahlûkatı adedince şahitler gösterir diye anladı. (Şualar -Ayetü-l- Kübra)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ÂDET-İ ARZIYE : Yeryüzünün coğrafi kanun ve âdeti.
BİLBEDÂHE : Açıklıkla, açıktan, meydanda olarak, besbelli, ap açık bir şekilde.
BİL'İCMA : Topluca.
CEBEL-İ KAMER : Kamer Dağı.
CENUB : Güney.
CEVHER : Asıl,maya, öz, temel, kök, kıymetli taş.
ERZAK : Rızıklar, nîmetler.
ESBÂB : Sebepler.
FEVK : Üst, üzeri.
FEVKALÂDE : Olağanüstü.
FEYZ : Bolluk, bereket; ilim, irfan; mânevî gıdâ; şan, şöhret; ihsan, fazîletli.
GAYBÎ : Gaybe âit ve onunla ilgili; hazırda olmayan, görünmeyenlere âit; âhirete âit.
HAKÎMÂNE : Her şeyi belli bir gaye ve fayda gözeterek yaparak.
İÂŞE : Geçindirmek, beslemek, yaşatmak.
İDDİHAR : Biriktimek, toplamak, depolamak.
KADÎR-İ ZÜLCELÂL : Büyüklük sahibi ve her şeye gücü yeten Allah.
MAHZEN : Hazîne veya defîne gibi şeyleri koruyacak yer; erzak yeri; yeraltı.
MÂNİDAR : Bir mânâ ifâde eden, nükteli, ince mânâlı.
MENBÂ : Kaynak, merkez.
MINTIKA-İ HÂRRE : Sıcak bölge.
MUNTAZAM : Düzene girmiş, intizamlı.
MUVÂZENE-İ VÂSİA : Geniş denge.
NÎL-İ MÜBÂREK : Mübârek Nil, Mısır'ın en büyük nehri.
NİSBET : Münâsebet, yakınlık, bağlılık, oran, ölçü; rağmen, inat olarak, inat olsun diye.
RAHÎMÂNE : Şefkat ve merhametli bir şekilde.
RAHÎM-İ ZÜLCEMÂL : İsim ve sıfatları çok güzel olan ve yaratıklarına karşı sonsuz şefkat sahibi Cenâb-ı Hak.
RAHMÂN-I RAHÎM-İ ZÜLCELÂL-İ VE'L-İKRAM : Sonsuz ikrâm, haşmet, şefkat, merhâmet sahibi ve bütün varlıkların rızkını veren Allah.
RİVÂYET : Peygamberimizden işittiklerini veya Sahabeden duyduklarını, birisinin başkasına anlatması.
RİVÂYET : Peygamberimizden işittiklerini veya Sahabeden duyduklarını, birisinin başkasına anlatması.
SARF : Harcama, masraf, gider; Gramer, dilbilgisi.
ŞEHÂDET : Şâhitlik; Allah tarafından Peygamberimize bildirilen herşeyi kabul ve tasdik etme
TÂYİN : Yerini belli etme, belirli kılma.
TEVELLÜDÂT : Doğumlar.
VÂRİDÂT : Gelirler.
VEFİYAT : Vefâtlar, ölümler.
ZÂHİRÎ : Görünüşte, dıştan, maddî yüze ait.
ZİYNET : Süs.