İnsan sosyal bir varlıktır; ille de konuşacağı, sevişeceği, dertleşeceği ve gerektiğinde yanında ağlayıp sızlayacağı birini ister, arar. Yalnız hayat çekilmez, uzun bir süre konuşmadan durulmaz. Dostsuz insan eksiktir; açtır, susuzdur. Yalnızlıkta insanın içine korku girer. Hele manevi yalnızlık acıdır, tam bir işkencedir.
Uzun yıllar fiziki yalnızlığı deneyenlerden biridir Robinson; ancak insanın bulunmadığı adada kölesi Cuma yanındaydı.
Ne olursa olsun, insan için doğru olan, sosyal olmanın bir gereği olarak, ancak topluluk içinde kişiliğinin tamamlanabildiğidir. Peygamberler de geçici olarak, belki de toplumlarının yol göstericiliğine hazırlanma aşaması olarak yalnız başına yaşadıkları olmuştur. Peygamberimiz, vahyin gelişine yakın, yakınlarından ve halkından uzak, Hıra mağarasına çekilip yalnız başına tefekkür ettiği çok olurdu. Hıra’daki bu tefekkür, Peygamberimizin vahyi karşılamasının bir ön hazırlığıydı belki. Bir amaca yönelik, özellikle toplumla yeniden buluşma amaçlı, bekleyiş ve doluş anlamında bir yalnızlığın faydalı olduğu kesin. Ama uzun yıllar toplumdan kopuş olan bir uzlet hoş görülmez. Yalnız hayat, “ben” olarak yaşama, “biz” bilincine terstir. Bireyin en çok muhtaç olduğu özgürlük de, “biz”in içinde yaşanır; insan “ben” olarak ne denli özgür olsa yine de eksiktir.
İnsan tek başına değil, asıl mutluluğu topluluk içinde tatar. Birinin ya da birilerinin yanında empati yaparak bazılarına en azından duygusal yardım eder, bazılarıyla sosyal iletişim kurar; zehirli duygularını boşa çıkartır ve buna karşılık olumlu duygularla dolar. Gülenin yanında güleç olur, somurtmuşun yanında ise kışı, donmuşluğu ve haşinliği yaşar. Toplum hayatının en can alıcı noktası, bireyler arasında görülen çarşı-pazarda yapılan alışverişler kadar önemli olan duygusal alışverişlerdir. Duygusal alışverişlerin durması durumunda sevecenlikler, canlılıklar ve empatik tutumlar da silinip gider. Artık böyle bir toplumda soğuk rüzgârlar esmeye başlar, her yerde görülecek olan sevgisizliktir.
Araştırmacı Daniel Kahneman, çevremizdekilerden kimin daha çok mutluluk verici olduğunu belirlemek için ekibiyle birlikte bin Amerikan kadını arasında bir test uygulamış. Onlardan belirli bir zaman içinde tüm etkinlikleri, ne yaptıkları, kimlerle zaman geçirdikleri ve ne hissettiklerine ilişkin değerlendirmeleri istemişti. Kadınların mutluluk derecelerini en çok etkileyen, gelirleri, işleri ve evli ya da bekâr olmalarından çok, birlikte zaman geçirdikleri insanlardı. Sonuç olarak, insanın en çok haz aldığı etkinlik, sosyalleşme, yani birlikte sohbet edip sevişmek ve en az keyif verense her gün gidip gelinen işyeri ve işyerinin baskısı, monotonluğu olduğu ortaya çıkmıştı.
Birlikteliklerde, en çok mutluluk verenler kimlerdi?
Sıralamada dost grubu başta yer almıştır. Sonra akrabalar, sonra eşler, sonra çocuklar, sonra işle ilgili olanlar, yani müşteriler, öğrenciler vs, sonra mesai arkadaşları, sonra amirler ve daha sonra da yalnızlık.
Dost grubunun herkesin önünde yer almasının elbette bir özelliği vardır. Dostla rahatça konuşulan başka biriyle asla konuşulamaz. İyi bir dost çok dertlere devadır; duygusal gıdadır, candır, hayattır. Dostu olmayan bir başınalığıyla için için yanıp kavrulur.
Bu sıralamada, en sonda olmasına rağmen, kimi zaman yalnızlığın da insanı mutlu edici bir faktör olarak belirişi ise ilgi çekicidir. Bir dosttan, bir arkadaştan ya da bir yakından sıcak ilgi göremeyen duygu yoğunluğuna sahip birinin imdadına yalnızlık yetişir. Yalnızlığın en güzeli, en rahatlatanı ve en şifa vereni ise “Bir”le, yani Yaratanla olanıdır. Bu yalnızlıktan çok, yaratılanlardan uzak ancak asıl var olanla olan birlikteliktir. İnsan kendi türünün yanında alamadığı nefesi Yaratıcısının yanında almaya başlar; teselli ve yeniden hemcinslerinin yanına dönme gücünü bulur. Bu açıdan yalnızlık bir taraftan iyi bir dost görevini görürken, diğer taraftan da hakkını verenlere sağaltıcı, şifa verici bir faktördür.