Sevgili dostum;
Sana bu mektubu yazdığım birkaç gün içinde inan ki bir iki cümleyle ifade edebileceğim hiçbir fikir gelmiyordu aklıma. Zihnim de duygularım da boşalmıştı sanki. Oysa başka zamanlarda bunlar benim engellerimdi. Yani daha önceden zihnimin aşırı çalışmasından bir yerden başlama fırsatını bulamıyordum. Duygularımı da işin içine kattığımda kendimi toparlamam saatleri ve hatta günleri alıyordu.
Şimdi; fikir kırıntılarını kafamın içinde cımbızla arıyorum adeta. Zihnimin ve duygularımın gelişi güzel çalışması bir noktaya yoğunlaşmama engeldi ya, neyse ki o yok; ama günler öncesinden sana açmayı düşündüğüm hiçbir şey kalmadı bende sevgili dostum. Tam yoğunlaşma zamanını yakalayamıyorum. İçime bakıyorum; sonsuz bir karanlık çıkıyor karşıma. Öylesine ki, ne el yordamıyla ne de gözle bir şey bulup işte bu! diyebiliyorum. Zihnim ya da hafızam bir bant gibi silinmiş. Bazen anlık olurdum böyle. Bu kez daha uzun sürmüş bu ve daha da değişik türden.
Bilmem sevgili dostum senin de bu hallere düştüğün oldu mu? İnsanın kabz ve bast halleri varmış. Tasavvufi bir hal olan bu ruh özelliği bizim gibi sıradan insanlarda da olurmuş. Bir tür tutukluk hali; her şeyden kopmuşluk, bir donmuşluk, bir tepkisizlik, bir uyuşukluk, bir kararsızlık, bir isteksizlik Zihnimin ya da duygularımın kendimden uzaklaştırıp beni bir yerlere götürmelerinden şikâyet eder dururdum. Haksız da değildim hani. Şimdi de bu tamtakırlığımdan; silinmiş bant oluşumdan
Ama her halde şikâyetçi olmak, memnuniyetsiz görünmek, bir ortamdan başka ortamı istemek, kanaat etmemek, ille de bir başka şey arzulamak, maymun iştahlı olmak; bilmem ki iyi bir hal mi?
Ama sevgili dostum; belki de bu iki hali de şikâyet etme modunda yaşamam güzel. İrademin dışında gürültüler ve yine irademin dışında olanca sessizlik ya da derin bir boşluk! Aslında bu iki hal de benim değil ya da en azından kendimin olmadığı iki olgu. Belki de bu iki hale rağmen kendimi zorlayarak geldiğim noktada bir hak iddia edebileceğim. Yoğunlaşmam, çabam ve terim var çünkü. İrademin az da olsa rol oynadığı eylemlerim bana daha yakın, daha sıcak ve daha benden.
Baharın bütün belirtileriyle sökün ettiği senin de çok hoşlandığın o görkemli manzaradan uzağım; ama sana çok yakın geldim. Ancak senin hararetli arzuna cevap veremeyeceğimi bilmeni isterim. Aslında senin arzun benim de arzum. Bu tutukluk halim bunu engelliyor galiba. Çevremde kalabalıklar olsa da tam bir yalnızlık çekiyorum. Tanıdık halkası da beni bu içime kapanıklığımdan koparıp alamıyor.
Mademki bu hal kendiliğinden geliyor; buna da sabır demek geçiyor aklımdan. Bilmem bu doğru mu? Yani içimin monotonluğundan kurtulmak için göstereceğim çaba erdemin kapılarını aralar mı bana? Yoksa bir izleyici olarak mı kalsam? Bu sessizlik ve tepkisizliğin tadını mı çıkarsam? Hayatın gizemine ulaşmak sanki izleyici olmaktan geçiyor; ne dersin sevgili dostum?
Hayat akıp gidiyor. Biz iz sürüyoruz; ömrümüzün, eylemlerimizin, arzularımızın, hülyalarımızın, ihtiraslarımızın izini En kötüsü kendimizden uzak ve habersiz yol almamız. Bir iz sürerken olayların akışının gizemini göz ardı edemeyiz. O zaman gaflet olur değil mi? Gaflet, bana göre asıl monotonluğun ta kendisi. Irmağın üzerinde süzülüp giden bir yaprak misali Hayatımızın yaprağı olmak dünyaya yapışkanlığımızı ortaya koyar. Yapışkanlık bir illettir, bir tutsaklıktır sevgili dostum! İzleyici olurken bu yapışkanlık illetine bulaşacağımdan korkuyorum.
Ne dünyanın ne de ırmağın bizi götüreceği yere razıyız. Dünyanın da ırmağın da tutsağı, yapışkanı değiliz; olmamalıyız. İzleyici olmak sessizlik, tepkisizlik değil ki! İzleyici olmak bir bilinçlilik halidir, olayların gizemine erme hali Bu nedenle bu iç boşluğumdan kurtulmak istiyorum sevgili dostum!
Bu kadarını bile yazmak sana yeter. Arif olana ayan olmaz mı hiç?
Kal sağlıcakla, sevgili dostum!