Sevgili dostum;
Henüz bir hafta geçmedi ki, içim senin için yanıp tutuşuyor. Senin her zaman yanımda olmanı ne kadar istiyorum. İstiyorum değil, adeta can atıyorum. Bilmem, acaba böyle sıklıkla ulaşan mektuplarımdan rahatsız oluyor musun?
Rahatsız oluyor musun mu, dedim? Ben seni bilmem miyim hiç? Benim için sen canını verirsin. Benim bir kılıma dokunulmasını istemezsin sen. Belki de öyle inandığım için böyle yazdım. Sen beni bilirsin değil mi? Her mektubum benim sana ulaşan ellerimdir, kalbimdir, ruhumdur. Her mektubum çözülen bir düğümdür, içimde, işte şuramda, kalbimde ya da beynimin ta içinde... Bu nedenle sağanak gibi yağsa mektuplarım, yine de rahatsız olmazsın sen. İçimin tüm düğümlerinin çözülüşü mektuplarımla sana yapacağım itiraflara bağlı. Benim iyiliğim için her zorluğa katlanacağını adım gibi biliyorum. Bildiğim için, hayalen bile olsa yaz sevgili dostum, yaz! sesini kulaklarımla da duymak istiyorum, gözlerimle de görmek. Mektubumu okuduğunda sevgiyle doyurulmuş bu emir kipli cümleni söyleyeceğini biliyorum.
Mektubuma başlamadan az önce, zifiri karanlıkta, yapayalnız, daha önce seninle, birlikte ikimiz, saatlerce sessiz gezdiğimiz o tepe var ya, işte o tepeye çıktım. Yalnız gökyüzü görünüyordu. Ara sıra yıldızların yanıp sönerken bozdukları sessizliğimin dışında en küçük bir ses gelmiyordu kulaklarıma. Çok sevdiğin cırcır böcekleri de yoktu orada. O kadar sessizlik vardı ki, kalbim bir davulun vurmasından daha net geliyordu bana. İnan, kalbimin vuruşunun da kulaklarıma gelmesini istemiyordum. Sessizliği ne kadar sevdiğimi bilirsin. O sessizlikte senin gibi içime yoğunlaşırım ben. Duygularımın kalabalığına dalarım. Etrafımdaki danslarını izlerim. Ritimlerine uyum sağlarım. O kalabalıktan birini yakalayıp kenara çekebilirsem, ne güzel! Bana olan küskünlüğünün kaynağına inmeye çalışırım. Benden olan parçanın bana düşmanlığına anlam vermem ya, onu aramızda konuşuruz işte. Diğer duygularım dansın verdiği sarhoşluktan ayılmadan önce aramızdaki barışı sağlayabilirsem, işte bu karanlığa rağmen sessizlikte amacıma ulaşmış sayarım kendimi.
Bu gece de öyle yaptım ya. Az sürdü sessizliğim ama. Bir duygum içimi savaş alanına döndürdü. İnanır mısın tüm duygularım bağından çözülmüş mandalar gibi ortalığı talan ettiler. Belki birkaç saniye süren sessizliğimi alıp götürdüler. Şimdi içim bir savaş alanının gürültüsünden beterdi. Ne toz kaldı ne duman. Geride binlerce leş bıraktılar. İçimin sağ kalanları ise her leşin üzerinde ağıt yakarak iç dünyamı sıcakta delikleri kapalı bir arı kovanına çevirdiler, içimi dağladılar. Dışarıdan da köpek havlamaları geliyordu kulağıma. Yıldızlar kayıyordu. Uçaklar geçiyordu gürültüler bırakarak. İki gürültünün arasında kaldım ben. Kerpetenin iki kıskacı arasındaydım. Nefesim kesilmişti.
Kaçtım o ikimizin de hoşlandığı tepeden. Karanlıkta koşuyordum. İki gürültüden kurtulmak istiyordum; içimin kanlı savaşından ve bir de dış dünyanın hay huyundan. Koşuyordum. Bir an durdum. Elimde olmadan ne koşuyorsun, seni kovalayan mı var? diye söylendim ve durdum. Bir gökyüzüne, yani evrene ve bir de içime baktım. Bu ne benzeyişti Allahım! Ha ben ha evren Ama terazinin iki kefesine konulsak, benim olduğum tarafın çok daha ağır geleceğini hissetmiştim. Evreni tahterevalli gibi yukarıya kaldırdığımı gördüm bile. Sesler kesildi. İçim duruldu. Geriye dönmek istedim. Ama dedim; zamanı geri döndüremem ki!
Sevgili dostum! Birkaç saniyecik kadar sessizlik fazla mı bana? Duygularımın dizginlerini ele geçirmek için bu kadar sessizliği yaşayacak bir zaman parçasına sahip olmayacak mıyım? Kanlı içimin savaşlarını ne zamana dek izleyeceğim? Berrak içimle şöyle dünyaya, evrene ve evren kadar geniş içime ne zaman seyre dalıp lahuti bir zevkin içinde olacağım? İçimizi çok mu ihmal ettik sevgili dostum? Senin de aynı dertten sancılı olduğunu biliyorum.
Onun için yazıyorum ya sana bunları. Çekinmiyorum artık. Bakamadık içimize şimdiye kadar. Kenetlendi duygularımız. Aklımıza da, kalbimize de, ruhumuza da onlar sahip çıktı. Tutsak aldılar kendimizi, aklımızı, kalbimizi ve hatta vicdanımızı. İşte görüyorsun, bir denemede başarılı olamadım. Kendimden kaçtım adeta. İnan ki, teşbihte hata olmaz herhalde, istiap haddini aşan yükle ha bire koşup kaçan eşeğe benzettim kendimi. Günahlarımla birlikte duygularımı ve bir o kadar da onların bir yerlerden aldıkları ağırlıkları yükleniyordum.
Ah sevgili dostum! İçimin senin de bildiğin karmaşalıklarından çok üzgünüm.
Tuşlara vurmak üzere iki parmağımı kaldırdım. Ama yeter dedim şimdilik. Kal sağlıcakla gözümün nuru...