Dostuma mektup (8)

Cemil KARAKULLUKÇU

Sevgili dostum;
Dün gece geç zamanlara kadar uyku tutmadı gözüme. Benim ne kadar özgür olduğumu ya da özgürce davranıp davranmadığımı sorguladım. Elbette içime yoğunlaştım. Hiç kimsenin olmadığı odamın loş ışığında kanepede otururken, özgürlüğümü sorguladım özgürlüğümü.

Sordum kendime sevgili dostum. Yaratıcı güç, benim sorumlu olduğum tek varlık. O’nu tek olarak ne denli benimsersem, o denli de başkalarına karşı özgürlüğümün netleşeceği kesin. Dün gece, yorgundum, yatmam gerekti. Bu benim doğal hakkımdı. Hakkımdı hakkım olmasına da daha önceden kendimle yatmadan önce bir fikrî parça okumam konusunda anlaşmam vardı ve onu hemen uygulamaya koymaya da kararlıydım. Ama “başka zaman yaparsın “diye de içimden beni bu anlaşmayı yerine getirmemeye zorlayan bir sese az da olsa hak verir gibiydim. Yorgunluğumu, sabahtan beri dinlenmeden yazı yazdığımı, kitap karıştırdığımı bahane ederek daha birtakım gerekçeler de önüme sürdü. Üstelik hemen yatmamı doğru bulan egom da buna destek çıktı. Şimdi benim hemen yatmam mı yoksa kendimle yaptığım anlaşma gereği okumam mı özgürlük? Kendime söz vermek bence Yaratıcıya söz verme ile eş değer. Ben Yaratıcımın eseriyim; burada bir “söz verme” söz konusu. Yorgunluğumu öne süren de benim nefsi çıkarım. Nefsim o Tekin dışında biri, yani belki de yüz binler birilerden yalnız biri. İşte o birine rağmen hemen yatmamayı istememdir, hemen yatmamamdır özgürlük.

Yatmadım sevgili dostum! Yani o Tek’in dışındaki birine rağmen yatmadığım için hadi diyelim özgür davranmış oldum. Verdiğim söz için ve bir anlamda o Tek için yatmadım. Ama bundan sonradır ki, gözüme uyku tutmadı; bundan önceki bütün davranışlarım, bütün tutumlarım, bütün duruşlarım, bütün sözde kararlarım, bütün sevgilerim, bütün aşklarım, bütün işlerim, bütün kinlerim, bütün kıskançlıklarım, bütün gülmelerim, bütün ağlamalarım, bütün yaltaklanmalarım, bütün dayatmalara boyun eğmelerim, bütün saygı beklemelerim, bütün beklentilerim, bütün bütün serüvenlerim hayalimde canlanıp durdu çünkü. Gel ayıkla pirincin taşını şimdi. Sordum kendime; bu loş odada, kendimle baş başa bu kanepede oturduğum ana değin ne kadar özgür oldum? Uyku tutar mı sevgili dostum? Sen de yoksun yanımda. İçime dikkat ettikçe bunca davranışlarımdan gönlümce özgür olduğumu “işte, işte bu!” diyebileceğim birini bulup gösteremedim.

Bu ne demekti sevgili dostum? Bunca yıldır gönlümce özgür olduğum bir davranışçık! Ben kendimden sorumluyum. Artık “var mı çevremde böylesi özgür?” sorusunu da sormuyorum. Ben kim için yaşadım şimdiye değin? Ya birilerine baskı yapıp korkuttum. Ya birileri için güldüm ve ağladım. Ya birilerini beni ilerde alkışlasın diye mutlu etmeye çalıştım. Ya birileri için çalıştım gözlerine daha iyi girmem için. Ya birilerine güç gösterisinde bulundum. Ya birilerini aşağılamakla haz duydum. Ya birilerinden saygı bekledim. Ya başkalarına şirin görünmek için vaziyet aldım.  Ya ya… Anlayacağın o Tek için, sırf O’nu razı temek için, her şeye rağmen hiçbir çıkar beklemeden yalnız ve yalnız davamın ilkeleri için bir tutum içine girdiğimi bulup özgürlük bayrağımı oraya dikerek gözlerimin önünde dalgalandıramadım. Ah dostum; nasıl gözlerime uyku tutsun?

Ben ne için yaşadım sevgili dostum? Ben bir korkuluk muyum yoksa? Ekinleri ya da çayırları bekleyen korkuluk var ya. Birbirine monte edilmiş başka bir iki sopaya elbise giydirilmiş bir korkuluk. Sahici olsun diye de başına şapka konulmuş ve koluna silahı andıran bir odun parçası tutturulmuş bir korkuluk. Bunu insan sanan yabani hayvanlar yaklaşmazmış. Kuşlarla diğer hayvanlar bundan sahici insan sanarak tabana kuvvet kaçarlarmış üstelik. Bu korkulukla konuşan bir bilgenin diyalogu da ilginçtir. Korkuluğu almış karşısına Bilge. “Biliyorum seni” demiş Bilge; “Sen uyduruk insan şeklinde bir şekilsin. Hayvanların akılları olmadığı için seni sahici insan sanıyorlar. Zavallı hayvanları korkutuyorsun. İçi boş iki odun bir çuvalsın. Gel gör ki, yazın sıcağında, kışın soğuğunda ve fırtınalarda böyle ayakta durursun. Peki senin ne kârın var? Korkuluk ne cevap vermiş sanırsın. “Ah” demiş, “Sen benim hissettiğimi bir bilsen! Bu hayvanları korkutuyor olmak çok haz verici. Her gün yüzlerce hayvan korkutuyorum ben. Üstelik sahte olduğumu da biliyorum. Ama umurumda değil.”

Sevgili dostum sadece korkuluk olmak, başkası, başkaları için yaşamak ne büyük kayıp. Ben kimim? Ne için varım? Nereye bu yolculuk? Kendim nasıl olurum? Hangi davranışlarımla “benim” diyebilirim? Otururken ben miyim? Kim için kalkıyorum? Bir nefesin hakkını verebiliyor muyum? Daha kimileri korkutmayı sürdüreceğim? Kendim için, kendim olmak için ne yaptım?

Sevgili dostum! Gece geç zamanlara kadar kendimden olan kopukluğuma kafayı taktım ya. Öyle bir an geldi ki kendimi bu korkuluktan farksız gördüm. Aklıma, kalbime, irademe ve ruhuma rağmen bir korkuluk olmak, birileri için yaşamak ya da bir hiç olmak! Tüylerim ürperdi sevgili dostum. Bu korkunç bir gaflettir, derin bir uykudur. Kanepeden kendimi yere attım. “Uyku yok sana!” dedim. Uyuyamadım. Uykuyu hak etmedim. Geç vakitte de uyuyamadım aslında. Çünkü kendime geldiğimde kollarım yere sarkık bağdaş haldeydim.

O Tek için var olmak özgürlüğümün tek dayanağı sevgili dostum! Bu olguyu ne denli işselleştirirsem o kadar varoluşumun bilincine ererim ve o zaman bütün davranışlarımda “ben” olurum. Öyle ama yıllarca bir korkuluk gibi başkaları için yaşamanın ne anlamı oldu? Ya kendimiz? Kendimizi nerelerde kaybettik sevgili dostum? Uyanma, kendimize gelme zamanımız daha gelmedi mi?

Korkuluk ha bire olduğu yerde bekler ve oldukça da haz duyar. O içi boş bir kukladır. Görevini yaparsa haz alır. Düşünüyorum da ben içi boş olarak mı gönderildim bu dünyaya? Yok, yok sevgili dostum! Benim içimi boşaltan ya da körelten. 
 
Bilmem sevgili dostum, geçmişimi sorgulamakla kötü mü yapmış oluyorum? Yoksa hiç kurcalamasam mı? O zaman kendime daha da yabancılaşmam mı? Yoksa acı da olsa bütün günahlarımı görüp onlardan ders almakla bundan sonraki hayata yeni baştan bakmak mı? Acı da olsa, bu daha doğrusu sevgili dostum. Korkuluk olmaya daha fazla tahammülüm kalmadı.

Geleceğiz bir araya elbette. Daha çok acılarım var sevgili dostum, senin de var elbette. Saatler az bize. Birlikteliklerimize daha uzun zaman ayıralım değil mi? Ah sevgili dostum; bir gün öncesine bakmaktan bile başım dönüyor. Her ne ise…

Sana da bunları yaşattığım için çok üzgünüm. Kal sağlıcakla, biricik dostum!

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.