-Şâir, edîb, bestekâr, mûsıkîşinâs, mutasavvıf, bir güzel İstanbul efendisi olan muhterem Dr. Câhid Öney’e sıhhat ve uzun ömürler dileyerek-
[Nây anlatdı ve hıfzeyledi ma’nâyı kalem;]
Çünki, görmüşdü o ilk ta’lim-i esmâyı kalem.
Biri kalbin, biri aklın dilidir, kökleri bir;
[Hakkıdır, kardeşi bilmişse eğer nâyı kalem!]
[Levh-i mahfûza tekaddüm ne büyük şey, yâ Rabb!]
Ne şereflendi görüp neş’e-i ûlâyı kalem!
Etme mürted, onu şeytâna uyup sen; çünki
[İbtidâ secde edip yazdı elif – bâ’yı kalem!]
[“Oku!” emreyledi, öğretdi kalem tutmasını;]
Vererek kàbiliyetler sana Mevlâ-yı kalem.
İlmi nakletmeğe bir vâsıta kılmış beşere;
[Rabbimin, âleme bir lûtfudur i’lâ-yı kalem!]
[Muktedîr elde coşar.. bil ki suhûf olsa semâ,]
Getirir, nokta eder orda Süreyyâ’yı kalem.
Vasfeder Hâlik’ı; evsâf-ı İlâhî bitmez,
[Tüketir, olsa mürekkeb yedi deryâyı kalem!]
[Eylesin nâmını hep medh ü senâ İslâmın;]
Emre uy, fethediversin koca dünyâyı kalem.
Zülfekàr asr-ı saâdetde nasıl yapdı; bugün
[Yıldırımlar gibi çarpsın bütün a’dâyı kalem!]
[Pek günâh âlet edinmek onu şahsî çıkara;]
Bil, şikâyet edecek Hakk’a bu da’vâyı kalem.
Amelin cinsine uygun olur elbet de cezâ;
[Yapma yâ Rabb, sakın, kimseyi rüsvâ-yı kalem!]
[Dedi Câhid: “Kalemin kudreti Hâlik’dandır.”]
Ede tasdîk bunu Ekrem, çeke tuğrâyı kalem.
Şühedâ kan, ulemâ bunda mürekkeb akıtır,
[Et cihâdında sebât; va’d eder ukbâyı kalem!]