Gayret ne büyük bir hazinedir. Hayatınıza candır; dertlerinize şifadır; ömrünüze berekettir. Ancak, hayatta her şey iyi gidiyorsa bilin ki, işler aslında pek de iyi değildir. Ashâb-ı Kirâm hayatlarında her şey olması gerekenden daha iyi gittiğinde kendilerinden şüphe ederler, acaba bir kusur mu işledik ki dünya hayatımızda işler hep yolunda gidiyor diye Cenâb-ı Allaha duaya yönelirlermiş.
Gayretli olan, çalışan insan farklı halâta düşecektir. İyi günü de, kötü günü de olacaktır. Mâlum, imtihan sırrı. Gayretiniz her zaman iyi ve doğru neticeyi vermeyebilecektir. Çünkü takdir hakkı hep Allahındır. Çalışmak ve dünya hayatında bir şeylerle meşgul olup, imtihanını şeref ve haysiyetiyle tamamlamak zorunda olan ise insandır.
Bir iş seyahatim sırasında yolum Çanakkaleye düşmüştü. Aç karnımı doyurmak için tercih ettiğim yerler genelde esnaf lokantaları olur. Çok seyahat edenler bilir, böyle yerler daha sağlıklı ve temiz beslenme için idealdir. Şehirlerarası otobüs terminali karşı sokaklarından birine dalmıştım. Karnımı doyurmak için yer arıyor, biraz da zaman geçiriyordum. Bir esnaf lokantasına rast geldim ve girdim. Nezih bir ortam, hoş bir karşılama ve arkasından tatlı bir sohbet. O lokantanın sahibi göçmen olduğunu, çok uzun yıllardır Çanakkalede bu lokantayı işlettiğini söyleyerek, başından geçen bir olayı aradan hayli zaman geçmesine rağmen aynı heyecan ve memnuniyetle anlatmıştı. Ben de sizlere aktarayım:
O gün sıradan bir gün. Akşamdan sabaha kadar hazırlıklar yapılıyor, yemekler pişiriliyor. Sabah erken saatlerde de çorba servisi yapmak üzere kapılar açılıyor. Sabah 06.00 kapı açık. Saatler 12.00ye geldiğinde de kapılar açık fakat, hiç müşteri yok. Saat 17.00. Hala müşteri yok. Yemekler boşa gidecek diye üzülüyor işyeri sahibi. İşini de çok seviyor. Yemekleri satamadığı için değil, çöpe gideceği için üzülüyor; çünkü o yemekler, -iş ahlâkı gereği- ertesi gün satılmazmış (ben de bildiğimi sandığım bir yanlışımı düzeltiyorum böylece).
Saat 18.30a gelmek üzere ve kapıda 18-19 yaşlarında genç bir delikanlı. Parası olmadığını kısaca izah ederek, kendisine ücretsiz yemek vermesini istiyor. Lokanta sahibi yemekler boşa gideceğine bari şu garibana yarasın diyerek Gel diyor. Ne isterse veriyor. Karnını doyuran o genç teşekkür ederek kapıdan çıkıp gidiyor. Lokanta sahibi kapı önüne o gencin arkasından çıkıyor ama o genç ortalarda yok. Fesubhanallah diyerek içeri tekrar giriyor. Ve 15 dakika sonra, yemeklerin altındaki bein-marie (ben mari) söndürülmek üzereyken kapıdan müşteri olarak 4 kişi giriyor. Arkalarından 15 kişilik bir grup daha ve diğer müşteriler. Daha sonra da tüm yemekler 2 saat içinde tamamen tükeniyor.
Herkesin aklına o genç ile ilgili mâlum adres gelmiştir eminim. Ama benim ilgimi çeken kısmı orası değil. Böyle bir hizmet sektöründe faaliyet gösteren orta ölçekli bir işyeri sahibinin tevekkülüdür. Bu hadiseler olurken hiç feveran yok, serzeniş, şikayet yok. İş nasılsa olmadı diyerek erken saatte kapıları kapatıp, yemekleri heba etmek yok. Son âna kadar duaya devam yani.
Elbette ki fiili duaya devam yanında, kavli dua da lazım. Neticeyi Allaha bırakabilmek için çaba göstermek gerekiyor. Nerede ve ne iş ile ilgili olursa olsun, çabanızı gösterirsiniz, dualarınızı edersiniz; sonra takdir edilene razı olursunuz. Ama önce dua edersiniz. Acizlik göstermeden, bahaneler bulmadan, miskinlik ve rahat kucağına düşmeden, başka gayret ehlini karalamadan
Dördüncü Mebhas :
Eğer desen: "Birinci Mebhasta ispat ettin ki, kaderin her şeyi güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır, çirkinlik de güzeldir. Halbuki, şu dâr-ı dünyadaki musîbetler, beliyyeler, o hükmü cerh ediyor."
Elcevap: Ey şiddet-i şefkatten şedid bir elemi hisseden nefsim ve arkadaşım! Vücud hayr-ı mahz, adem şerr-i mahz olduğuna, bütün mehâsin ve kemâlâtın vücuda rücûu ve bütün maâsi ve mesâib ve nekâisin esâsı adem olduğu delildir.
Mâdem adem şerr-i mahzdır; ademe müncer olan veya ademi işmâm eden hâlât dahi şerri tazammun eder. Onun için, vücudun en parlak nuru olan hayat, ahvâl-i muhtelife içinde yuvarlanıp kuvvet buluyor, mütebâyin vaziyetlere girip tasaffî ediyor ve müteaddit keyfiyâtı alıp matlûb semerâtı veriyor ve müteaddit tavırlara girip Vâhib-i Hayatın nukuş-u esmâsını güzelce gösterir. İşte şu hakikattendir ki, zîhayatlara âlâm ve mesâib ve meşakkat ve beliyyât sûretinde, bâzı hâlât ârız olur ki; o hâlât ile hayatlarına envar-ı vücud teceddüd edip zulümât-ı adem tebâud ederek hayatları tasaffî ediyor. Zîrâ, tevakkuf, sükûnet, sükût, atâlet, istirahat, yeknesaklık, keyfiyâtta ve ahvâlde birer ademdir. Hattâ en büyük bir lezzet, yeknesaklık içinde hiçe iner. (Sözler, 465)