Bütün mevcûdat, güya lisan-ı hâl ile Hazret-i Veysel Karânî gibi şöyle münâcaat eder ve derler ki;
“Ey ilâhım ! Rabbim sensin. Çünkü ben bir kulum. Nefsimin terbiyesinden âcizim. Demek beni terbiye eden sensin.
Hem sensin Hâlık! Çünkü ben rızka muhtacım ve ona elim yetişmiyor. Demek rızkımı veren sensin.
Hem sensin Mâlik, mülkün gerçek sahibisin. Çünkü ben bir memlûk ve köleyim; benden başkası bende tasarruf ediyor. Demek benim sahibim sensin.
Hem sen izzet sahibisin, yücesin. Ben ise zelîlim; halbuki üzerimde bir izzet ve onur cilvesi görünüyor. Demek senin izzetinin âyinesiyim.
Hem sensin sınırsız zengin. Çünkü ben muhtaç ve fakirim; bana bu hâlimle ulaşamayacağım bir zenginlik veriliyor.
Demek mutlak zengin sensin, veren sensin.
Hem ölümü olmayan devamlı hayat sahibi sensin. Çünkü ben ölümlüyüm; dirilmem ve ölmem de senin dâimî hayat sıfatının cilvesi görünüyor.
Hem sensin Bâkî. Çünkü ben fâniyim; ömrümün sona ermesinde senin varlığının devamlı ve bâkî olduğunu biliyorum.
Hem sen şeref sahibi yüceler yücesisin. Çünkü ben kötülükler içinde bocalıyorum; demek şeref ve haysiyet senden geliyor.
Hem sonsuz ihsan sahibi sensin. Ben ise günah işleyen bir kulum. Fakat pişman olup tevbe edince bana ihsan kapıları açılıyor.
Demek ihsanınla bağışlayıp sonsuz güzellikler bahşeden sensin.
Hem günahları affeden yalnız sensin. Ben ise günahkârım. Demek günahları affedecek senin kapından başka kapı yoktur.
Hem büyüklük ve azamet sahibi sensin. Ben ise hakîr ve küçüğüm. Küçüklüğüme bakarak senin büyüklüğünü her türlü övgüden daha yüce olduğunu anlıyorum.
Hem kuvveti bütün kâinatı rahmet hediyeleriyle dolduran ve istekleri en güzel şekilde karşılayan sensin. Çünkü ben aciz ve zayıfım bende zayıflığın aksine bir güç görünüyor. Demek güç ve kuvvet senden geliyor.
Kâinatı rahmet hediyeleriyle dolduran ve istekleri en güzel şekilde karşılayan sensin. Çünkü ben sözlerimle ve hâlimle yalvararak istiyorum, dileniyorum. Demek veren, hediye eden sensin.
Hem va’dinde ve sözünde emîn olunan ve görenlerin, güvenenlerin güvenini boşa çıkarmayan sensin. Çünkü ben korku ve kaygı içindeyim; sana dayanıp güvendiğimde bütün korkularımdan kurtuluyorum. Demek emin olan ve güven veren sensin.
Hem cömert olan sensin. Çünkü ben miskinim ve hayatıma lâzım olan şeyleri elde etmekten âcizim. Fakat âcizliğime rağmen bir zenginlik içindeyim. Demek cömertçe ihsan eden sensin.
Hem dualara cevap veren sensin. Çünkü ben hâlimle ve dilimle dua edip istiyorum, niyaz edip yalvarıyorum. Arzularım yerine geliyor.
İsteklerime cevap veriliyor. Demek arzu ve isteklerime cevap veren sensin.
Hem her türlü hastalığa şifâ veren sensin. Çünkü ben hastayım. Hastalıktan her kurtuluşumda senin şifâ verici tecellini görüyorum.
Demek her türlü hastalığa şifâ veren sensin.”
Evet ne muhteşem bir dua, yakarış ve teslimiyettir bu...
''Bütün mevcûdatın, külli ve cüz'î her birisi Veysel Karanî gibi bir münâcat-ı ma'neviyye sûretinde bir âyinedârlıkları var. Acz ve fakr ve kusurlarıyla, kudret ve kemâl-i ilâhîyi ilân ediyorlar.''(Mektubat; 20.mektub, 2.makam, s, 357-358)
Zira yine irfan sahibi bir zâtın buyurduğu gibi; “acz ve fakrını görüp dergâh-ı ilâhiyyeye iltica etmek, mevcûdat-ı âlemin tarîki olduğu gibi; enbiyalârın da tarikıdır. Husûsan Allah'a karşı en ziyade acz ve fakrını görüp izhâr eden İbrahim (as) ile Rasûl-i Ekrem (asm) 'ın tarikıdır.
Evet, şu kâinatta vücud nâmına ne varsa hepsi, o Ma'bûd-i Zülcelâl olan Ganiyy-i Ale'l -ıtlak'ın hazinesinden gelmektedir. Mevcûdat lisân-ı acz ve fakr ile her şeyi yalnız O'ndan isterler.”
Yâ Vedûd, sevgilerin en yücesi...! Seni o yüce ruhlu Hazret-i Veysel Karanî’nin kalbinden dökülen tazarru’ ve yakarış çığlıklarıyla andıktan sonra, içime sığdıramadığım o zamana kadarki en büyük sevinçle, heyecanla, coşkuyla dolu olarak o yolun yolcusu olmaya karar verdiğim günlerimi hatırladım. O yolda seni bulduğum, seninle/senin rızanla buluştuğum o yolun zorluklarını, engebelerini bir hamlede aşıp kandan irinden deryaları geçerek bir hamlede karşı tarafa varıp maksûduma kavuşmak için tutuştuğum o yıllarımı, o yollarda gidenlerin hâlinin başkalığını hayretle temaşa ediyordum. Zira bir başka âlemin pırıltıları vardı gözlerinde. Her bir bakışta ayrı bir nur, ayrı bir parıltı...Zira onlar yürek insanlarıydılar. Hak âşığı ve Hak rızası sevdalısıydılar. Nerede ve hangi şartlarda olursa olsun bütün hareketlerini O'nun hoşnutluğuna bağlamışlardı...
Adanmış hayatların ötelere bakışı bir başka…Ne de olsa Ondan gayrısının zevâl ve fenâya mahkûm olduğunun idrâkı içinde “Yâ Bâkî Entel Bâkî” nin teneffüs ve terennümüyle bir başka âlemin kapısını aralıyorlardı.
Ey aşk-ı ilahi, katlanamazdık kendimize bile, bizi esmâ ve sıfatının tecellîlerini anlamak için vâr ettiğini bilmeseydik. Enfüsî dâiredeki ENE’nin mahiyetini, âfâkî dâiredeki tabiatın esrârını çözemeseydik İlâhî mesajınla, hâlimiz nice olurdu? Yara bere olsa da her yanımız Eyyüp misâli, yara bere içinde kalsakta dehrin dehlizlerinde; günah mikrobunun enfekte ettiği cılız ve âciz sesimizi hep duyduğunu düşünmek, hatta kalbimizin en ufak hâtıratını bilip, en küçük zîhayatın en cüz’î ihtiyacını görüp niyazını işittiğini ve fiilen cevap verip hiç birini cevapsız bırakmayacağını tefekkürle idrak ve iz’an etmek, ne büyük bir lütuf, ne bulunmaz devlet, ne derin bir selamet ve saâdet…
Yâ Rebbanâ! Gerçek olan yalnız Sensin. “Vâcibü’l-Vücûd” Sensin. Mâsiva (Allah’tan gayrısı) “Mümkinü’l-Vücûd”dur”, O’nun âyineleri, yansımaları ve gölgelerdir. Esmâ’nın yansımaları bizim kalbimizi tam kuşatmasaydı, bir hiç olurduk.
'Ey Ganiy-yi Ale'l- ıtlak ! Bizde görülen zenginlik senindir. Ey Kadir-i Rahim ! Bütün mevcûdat, fakirlik lisanıyla ''yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz'' diyerek ilticâ, tazarrû’
ve duâ ile Senin vüs'ati-i rahmetine karşı küllî bir mukabelede bulunur ve bütün ihtiyaçlarımızı ancak Senin hazine-i rahmetinden isteriz...
Biz ne kadar acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şükr-i mutlak ve şevk-i mutlak içindeysek; sen de o kadar, Kudret-i mutlak, gınâ-yı mutlak, ni'met-i mutlak ve cemâli-i mutlaksın...
Yâ İlâhî! Ne kadar iyilik, güzellik ve ni'met varsa, doğrudan doğruya o Cemîl ve Rahîm-i Mutlak'ın hazine-i rahmetinden ve hususi ihsânâtından gelir.
Ey aşk-ı ilâhi! Bizim değerimiz hiç şüphesiz senin Zât-ı Akdesi’nin değerinden gelir. Kamet ve kıymetimiz; intisabımız, imânımız, tazarru’ ve niyazımız nisbetindedir. Sen Vâcibü'l Vücudsun, Vahid, Ehad, Ferd, Samedsin. Ey nurların Nûru, ey Melik, ey Azîz, ey Kahhâr, ey Rahîm, ey Vedûd, ey Gaffar!
Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur...
NOT: Önümüzdeki Mevlid kandilinin yeni fetihler ve dirilişlere vesile olması dileğiyle muhterem okuyucularımızın ve İslâm âleminin kandilini tebrik ediyorum. N. K