Kur’an-ı Kerimde geçen Peygamber kıssalarını belki çoğumuz biliyordur. Bu kıssalara sadece birer tarihi olay olarak değil, dünyevi ve uhrevi açmazlarımız, farklı problemlerimiz ve sıkıntılarımız için ilahi beyanın canlı, açık ve keskin birer mesajları olarak bakmak gerekir. Bu noktadan Kur'andaki kıssaların mesajına daha çok ihtiyacımız vardır.
Ayrıca Rabbimiz, bir ders ve ibret almamız için bu kıssalarla bize seslenmek istemektedir. O halde bu gün hep birlikte, Yüce Kitabımızda geçen Hz Yunus aleyhis-selamın kıssasındaki hissemizi almaya ne dersiniz?
Yunus (a. s)'ın münacatı, yakarışların en büyüğü ve duaların kabulüne en mühim bir vesiledir. Yunus (as)ın kıssasını özetle ifade etmek gerekirse: "Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette "La ilahe ente Sübhaneke inni küntü mine'z-zalimin" münacaatı, sür'atlı bir şekilde Onun kurtuluşuna vasıta olmuştur. "1
Yunus peygamber, balığın karnında iken bütün sebepler devre dışı kalmıştır. O'nu o şartlardan kurtaracak yalnız hükmü balığa, denize, geceye ve göğe geçebilen bir Zat olabilirdi. Çünkü gece, deniz ve balık onun aleyhinde birleşmişlerdi. Onu, ancak bu üçüne birden emrini geçiren bir Zat kurtarıp sahile çıkarabilirdi. Aksi halde bütün insanlar onun yardımına koşsalardı yine yapacakları hiçbir şey yoktu. Çünkü bu durumda sebeplerin hiçbir tesiri yoktu. Yunus (a. s. ) bu hakikati bizzat gördüğü için samimi bir yakarışla, "La ilahe illa " cümlesiyle onun sonsuz ulûhiyetine ve birliğine inandığını, "Sübhaneke" diyerek O’nun bütün noksanlıklardan uzak olduğuna, "innî küntü minez-zalimin" cümlesiyle de kendisinin haksız olduğunu belirtmiş ve hatasını itiraf ederek yardım talebinde bulunmuştur.
Bu yakarış üzerine bütün sebepleri elinde bulunduran Yüce Allah da yardımını esirgememiş; geceyi, denizi ve balığı onun emrine vermiştir. Bu suretle Allah, balığın karnını bir çeşit denizaltı hükmüne getirmiş, dalgalı denizi bir sahra haline dönüştürmüş, gökyüzünü bulutlardan arındırıp ayı, bir lamba gibi başı üzerinde bulundurmuştur. Yine bu sayede kendisini tehdit eden bütün mahlûkatı kendisine dost ve tebessümde bulunan bir şekle çevirerek selamet sahiline çıkarmıştır. 2
Öyle ise Yunus (as) ile içinde bulunduğumuz bu günkü durumu kıyaslayacak olursak: Yunus (a. s. )'ın Allah’a yakarışından önceki durumundan yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz, geleceğimizdir. Gaflet dolu bir bakışla bakıldığında geleceğimiz onun gecesinden çok daha karanlık ve dehşet vericidir. Denizimiz, üzerinde yaşadığımız şu dünyamızdır. Bu denizin her dalgasında binler cenaze bulunuyor. Yunus (as)ın denizinden bin derece daha korkuludur. Balığımız, nefsanî arzu ve isteklerimizdir. Ebedi hayatımızı sıkıp bizi Yaratıcımızdan uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu balık, Yunus (as)ın balığından bin derece daha zararlıdır. Çünkü onun balığı kısacık olan şu dünya hayatını tehdit ederken, bizim balığımız milyonlarca senelik ebedi haytımızın mahvına çalışmaktadır. 3
Bu durumda; Hazreti Yunus (as) gibi bütün sebeplerden yüzümüzü çevirip, tüm sebepler zincirini elinde tutan Allah'a yönelerek "La ilahe illa ente Sübhaneke innî küntü mine'z-zalimin" demekten başka çaremiz yoktur. "Kesin olarak anlamalıyız ki gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden gelecek, dünya ve nefsani isteklerimizin zararlarını def edecek; “yalnız gelecek, emri altında, dünya hükmü dairesinde, nefsimiz idaresi altında olan O Zat olabilir.
Şimdi kendimize soralım: "Acaba en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilen göklerin ve yerin yaratıcısından başka kim olabilir? Ve istikbalimizi ahiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu dalgalarından kurtaracak O’ndan başka kim olabilir? Evet, O'nun izin ve iradesi olmadan hiç bir şey, hiçbir cihette yardım edemez ve kurtaramaz. "4
Nasıl ki Yunus (as)ın bu yakarışıyla Yüce Allah; balığı onun için bir binek, denizi güzel bir sahra, geceyi de güzel bir mehtaba çevirdi. O halde kurtuluşa ulaşmamız için halimizin, haline çok benzediği Yunus (as) gibi biz de "la ilahe illa ente' cümlesiyle istikbalimize, "sübhaneke" ifadesiyle dünyamıza, "innî küntü mine'z-zalimîn" ile nefsimize ilahi merhametin nazarını celbetmeliyiz" ki sahil-i selamete çıka bilelim.
İşte İmanın verdiği bu bakış açısıyla geleceğe bakmayan ve geleceği Kur'an'ın aydınlığıyla görmeyen kimseler için geceler sürekli ve karanlıklar kalıcıdır. Geleceğin aydınlanması, karanlığın delinmesi ancak imanın nuru ve Kur'an’ın mehtabıyla gerçekleşir. Ancak Kur'an'ın hakikatlari çerçevesinde hayata bakan kimseler bu hakikatlerden oluşan manevi gemiye binip hayatını huzur içerisinde geçirebilir, dünya ve ahiret selametine ulaşabilirler. Nefis ise Kur’an ile terbiye edildiğinde, bizi ona değil, onu bize bir binek yaparak ebedi hayatımızda selamete götüren kuvvetli bir vasıta olur. 5
Hutbemizi şu cümlelerle bitirmek istiyorum: İnsan küçük bir mikroptan kıyametin kopmasına kadar etrafındaki her çeşit olumsuzluklardan korkan ama aynı zamanda evini, çevresini, âlemi seven ve cennete iştiha duyan bir varlık olduğuna göre: "Elbette böyle bir insanın Ma'budu, Rabbi, melcei, halaskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki umum kâinat O'nun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyarat dahi taht-ı emrindedir. Elbette öyle bir insan daima Yunusvari "La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü mine'z-zalimîn" demeye muhtaçtır. " 7
Kaynakça
1- En-Nisa (4) 164.
2-Said Nursi, Lem'lar (İstanbul 1990), s. 5.
3-Lem'alar, a. y.
4-Lem'alar, a. y.
5-Lem'alar, a. y.
6-Lem'alar, a. y.
7-Lem'alar, a. y.