Dua; “Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmektir” der sözlükte. Dini terimde ise; insanın bütün benliği ile Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesidir. Allah ile kul arasında bir irtibattır.
Risale-i Nur’da ise, yirmi dördüncü Mektup’un Birinci Zeylinde başlı başına bir konu olarak ele alır. Furkan süresinin 25. ayeti olan دُعَۤاؤُكُمْ لاَ لَوْرَبِّى بِكُمْ يَعْبَؤُا مَا قُلْ "Ey İnsanlar! Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?" meâlindeki âyetin tefsirini yapar.
Dua bir sırr-ı azîm-i ubûdiyettir. Neden ubûdiyet yüce, büyük bir sırrıdır. Ubûdiyet, kulluk kelimesinin tam karşılığı olmadığını Risale-i Nur cevap verir. “İnsaniyetin esasında münderiç olan acz ve za’f, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubudiyetin yolunu seddetmişler." (S: 540)
Ubûdiyet; İnsanın acz ve za’f, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusurunu bilmektir.
Cenab-ı Allah istidat çekirdeğini fıtratımıza koymuştur. Çekirdeği İslâmiyet suyu ile imanın ziyasıyla ubudiyet toprağı altında yani acz, za’f, fakr, ihtiyaç, naks ve kusurunu bilmekle tevazu toprağında terbiye etmemizi ister. Toprakta her çekirdek kabiliyetine göre neşv-ü nema bulacaktır. Dualarımızda ne istersek toprağımızda o yeşerecektir. Bugün Hayr’lar mı, istiyoruz yoksa gelecekte şer olan şeyleri mi istiyoruz. Onun için istekte bulanacağımız dualara, dikkat etmemiz gerekir. Geleceğimizi, kendi kaderimizi kendimizin dualarına göre şekillendiğinin farkına varmalıyız.
Dua; Belki ubûdiyetin ruhu hükmündedir. Dualarımızla ruhu, hakikî gayesine yönlendirerek âlem-i âhiret ve Cennet’te hadsiz kemalât ve nimetlere medar olacak şekilde lezzetlendirip canlandıracağız. Dualarımız ya ruhun cennetine veya ruhun cehennemine götürecek.
Dua, dergah-ı ilahiyeye çıkaran bir vasıtadır. Dua ilk başta kurbiyetle başlayıp daha sonra akrebiyete dönüştüğünü, inkişaf ettiğini şu hadis haber veriyor. Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri diyor ki: Ben, kulumun benim hakkımda yaptığı zanna göreyim. O, beni zikretti mi onunla beraberim. Eğer o beni nefsinde zikrederse ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım, o bana bir zira' yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim." [Buhari, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizi, Da'avat 142, (3598)]
Dua, ubudiyet dairesinden Rububiyet dairesine geçiştir. Bize emanet verilen çocuklarımızı terbiye ederken kendi hata ve yanlışlıklarımızın farkına vardığımızda terbiye edici olan Allah’ın rububiyetine sığınırız. En güzel terbiye edicinin O olduğunu anlar dua ile niyazda bulunuruz. “Ve dua, bir sırr-ı azîm-i ubudiyet olduğunu ve kâinattan daimî bir surette dergâh-ı rububiyete giden en azîm vesile ise dua olduğunu ve duanın azîm tesiri bulunduğunu kat’î isbat etmekle beraber; külliyet ve devam kesbeden bir dua, kat’iyen makbul olduğuna binaen;…”(M: 503) ifadeleriyle dua; su gibi fiil ve sözlerin semaya akmasıdır.
Dua, ittifak ve ittihaddır. Dua dalgasıyla şahs-ı maneviye’nin denizine gireriz. Cüz’i istek ve arzularımız külliyete dönüşür rahmet kapılarının açılmasına sebep olur. “O sesler, dualar, zikirler birbirine tesanüd ederek ve birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette Mabud-u Ezelî’nin uluhiyetine karşı bir ubudiyet gösteriyor ki; güya Küre-i Arz kendisi o zikri söylüyor, o duayı ediyor ve aktarıyla namaz kılıyor ve etrafıyla semavatın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan emrini, Küre-i Arz imtisal ediyor.” (L: 127)
Toplumumuzu ve dünyamızı etkisine alan sıkıntı ve musibetlere karşı külli dualarla mukabele etmemizi Bediüzzaman şöyle ifade eder. "Şirket-i maneviye sırrıyla, inşâallah herbiriniz kırkbin dil ile tesbih eden bazı melekler gibi, kırkbin lisan ile bu kıymetdar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz ve hakkımızda gelen fırtınada binden bir zarar olmamasına mukabil, bu gecedeki ibadet ile şükredersiniz.” (Ş: 499)
Dua, sessizliğin çığlığıdır. “Dualar, tevhid ve ibadetin esrarlarına numunedir.”(Ms: 86) Kalbimizin arzu ve isteklerini Semi’ ismiyle işiten, Basir ismiyle gören, Kadir ismiyle kudret sahibi her şeye gücü yeten, Hakim ismiyle hikmetle iş gören, Kerim ismiyle cömertçe ikram eden…vb. Samedaniyet aynasıyla tevhid sandığının hazinesine dua ile girenler ne kadar bahtiyardır değil mi?
Dua, gönül magmasının gözyaşıyla dışarı akmasıdır. Derdi, gayesi, hayali büyük olanlarını acz ve za’f, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusurunu bilmekle secde-i rahl etmesidir. Duada da en büyük rehberimiz Peygamberimizdir (asm). On dokuzuncu sözün on ikinci reşhasında Üstadımız şöyle tarif eder. “Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştakâne, öyle tazarrukârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinatı ağlattırıyor, duasına iştirak ettiriyor.
Bak, hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için dua ediyor ki, insanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, âlâ-yı illiyyîne, yani kıymete, bekàya, ulvî vazifeye çıkarıyor.”
Dua fıtrattır. Genetik sistemimizde kodlanarak bizi Fâtır ismene taşır. "Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, size cevap vereyim." Mü'min Sûresi, 60 ayeti ispat eder.
Dua cevaptır. İstemeden verilendir. “Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” Sözü pekiştirmemizi sağlar.
Hasan beyin ifadesiyle dua, düşüncelerin kıblesidir. Düşüncelerin derinleşerek yoğunlaşması aklın, kalbin ve ruhun bütünselliğe getirerek istemektir. Dimağ ve vicdan sistemi birlikteliğinin dua vasıtasıyla dışa vuruşudur. Düşünceler duyguları, duygular hisleri, hisler davranışları harekete geçirir. Davranışlarımızın altında yatan düşüncelerimizdir. Düşüncelerimizin olumlu oluşu; halis niyet, samimi arzularımız ve isteklerimizdeki sebat şu anda oluşup geleceğimizi şekillendiriyor. Geçmiş geleceğimiz oluyor. Ahirette de geçmişimizle yüzleşeceğiz.
Dua; farkındalığın şuurudur. Hayatı, çevreyi gafletten uyanmış bir gözle tefekkür etmede farkı fark etmek. Hayatın tılsımını idrak etmektir.
Hani sekizinci sözde güzel huylu kardeş; “Çünkü güzel ahlâkı ona güzel fikir vermiş; ve güzel fikir ise, ona herşeyin güzel cihetini gösteriyor. İşte, bu sebepten şöyle düşündü ki:"Bu acip işler birbiriyle alâkadardır. Hem bir emirle hareket ederler gibi görünüyor. Öyle ise bu işlerde bir tılsım vardır. Evet, bunlar bir gizli hâkimin emriyle dönerler. Öyle ise ben yalnız değilim. O gizli hâkim bana bakıyor, beni tecrübe ediyor, bir maksat için beni bir yere sevk edip davet ediyor."Şu tatlı korku ve güzel fikirden bir merak neş'et eder ki: "Acaba beni tecrübe edip kendini bana tanıttırmak isteyen ve bu acip yolla bir maksada sevk eden kimdir?" Sonra, tanımak merakından, tılsım sahibinin muhabbeti neş'et etti. Ve şu muhabbetten, tılsımı açmak arzusu neş'et etti. Ve o arzudan, tılsım sahibini razı edecek ve hoşuna gidecek bir güzel vaziyet almak iradesi neş'et etti… Sonra niyaza başladı. Ta tılsımın anahtarı ona ilham oldu. Bağırdı ki: "Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum."
Dua kavşaktır. Sıfırlanmak, belirlenmek için beklemektir. Allah cemal ve kemal sıfatlarının cazibesiyle kuvve-i Cazibe ve kuvve-i inzicab kanunlarının tesirine girerek belirlenmeye adım attırıyor. İnsanı huzura sevk ettiriyor.
Dua listedir, sıralamadır. Dua yaptığımızda Allah’ın isimlerini, kitapları, peygamberi, asfiyayı, evliyaları, alimleri, mü’minleri, İslam kardeşlerini ismen sıralayarak ve şefaatçi ederek; başta ve sonunda salavatla bitirmek; sureten hayal etmek, gıyabı, ismen söylemek; mübarek gün, gece ve saatlerde; ayet ve hadislerle dua etmektir.
Ömer Faruk Paksu’nun “Bediüzzamanla Yaşayan Öyküler”adlı eserde dua listesinin mahiyetini izah edecek şöyle bir hatırayı nakleder:
– Üstad’ım, bize dua eder misiniz, dedi.
Uzak bir yoldan gelmişti. Eserlerini okuduğu Bediüzzaman’ı görmek, hayır duasını almak istemişti.
– İnşaallah kardeşim, dedi Bediüzzaman:
– Dua ibadetin özüdür. Kulun Rabbine en yakın olduğu andır. Adın neydi, diye sordu.
– İbrahim, diye karşılık verdi misafiri.
Bediüzzaman, uzunca bir liste çıkardı ve sonuna İbrahim’in de adını ilave etti. Listede yüzlerce isim vardı.
– Üstad’ım, merak ettim. Bu liste nedir, dedi.
Bediüzzaman, listeyi başucuna koydu ve şöyle cevapladı:
– Nasıl ki bir yere mektup attığında, zarfın üzerine adresi yazarsan, gideceği yere doğru gider ve istenilen yere çabuk ulaşır. Aynı şekilde, dua edeceğin kimseyi de ismiyle anarsan aynı şekilde Cenab-ı Hakk'ın dergâhına öyle ulaşır.
İbrahim, başını salladı:
– Tamam Üstad’ım, dedi.
Bediüzzaman devamla şu dersi verdi misafirine:
– Hem gıyâbî yapılan dua daha makbuldür. Çünkü ben senin ağzınla günah işlemedim, sen de benim ağzımla işlemedin. Cenab-ı Allah bir mü’minin diğer mü’min kardeşi için yaptığı duayı kabul eder. Dua bir iksirdir, toprağı gümüş yapar, gümüşü de altın yapar."
Dua; yaşamı, hayatı manalandıran ve anlamlandıran bir iksirdir. Allah dualarımızı hayırlısıyla kabul ve makbul etsin.