Yorumların alacakaranlığında yaşıyoruz. Hakikatin ölçüsü insan ise yorum anarşizmi kaçınılmazdır. Ama en azından biz inananlar açısından hakikatin ölçüsü insan değil, Allah. Allah bu hakikati peygamberler vasıtası ile biz insanlara açıkça bildirdiğini beyan ediyor. Ve beyan ettiği bu hakikate defalarca ve ısrarla iman etmeye davet ediyor insanları.
Eğer hakikat insan öznelliğinin peçesi ile örtülüyse, yani her düşünen insan sayısınca hakikat değişebiliyor, danelere ayrılabiliyorsa insanı apaçık hakikate iman etmeye davet etmenin herhangi bir anlamı olmazdı. Herkese içerisinde bulunduğu konumu haklı çıkartan ve gösteren bir ilahi beyan hidayete erdirme vasfını çoktan kaybetmiş demek.
Bir şeyin sahtesinden (imitasyon) bahsetmek için evvela o şeyin hakikisinin var olması gerekiyor. Hal-i hazırda veya tarihsel süreçte hakikisi mevcut değilse sahtesinden bahsetmek imkansızdır. Sahih İslam var ki sakim İslam var, sahih hadis var ki mevzu hadis var, doğru yorum var ki yanlış yorum var, doğru haber var ki yanlış haber var…
Meşhur Tefsir-i Kebir’in yazarı müfessirlerin piri İmam Fahrettin-i Razi şöyle der: “Bana İslam adına ortaya çıkmış bir mezhep, fırka, tarikat gösterin ki iddialarını ispatlamak için Kur'an ve Sünnet’ten delil getirmekte zorlanmış olsun. Hayır, böyle bir mezhep, fırka, tarikat yok. Hepsinin yeterli miktarda delili var.”
Bu anlamlı tespit hepsinin haklı olduğu şeklinde sübjektif bir değerlendirmeye kapı aralamak değil, hakikat imtihanında hakikati ararken yüzlerce yanlış yolun olduğunu göstermek içindir. Doğrunun, sahihin, en doğrunun, en sahihin ardına düşmek insan için fıtridir çünkü. Ama Bediüzzaman’ın deyişiyle “insan fıtraten mükerrem olduğundan sürekli hakkı arıyor. Ne var ki bazen batıl eline gelir de onu hak zanneder, koynunda saklar. Hakikati kazarken de bazen başına dalâlet düşer, onu hakikat zannederek başına giydirir.”
Ezcümle, “İslam iyidir, Müslümanlar kötüdür. Çokça tükettiğimiz bir klişe bu. Yanlış. Sorun Müslümanlarda değil İslam’da. Kafamızdaki İslam’da. Ben kırk yılımı bu işe verdim. İşid’in yaptığı her şeyin kitapta yeri var. Açın bakın Hz. Ömer’in fiili livataya verdiği cezaya…”
Sorun İslam’da Dücane’ye göre. Salt İslam ile İslami olanı karıştırıyor Cündioğlu. Salt İslam bütünüyle vahiy mahsulü iken; İslami olan içtihadın müdahil olduğu kısmen beşeri bir alanı ifade eder. İslam ile İslam düşüncesi gibi. İşid gibi kendisini İslam’a nispet eden bütün fırkalar haklı ise, yani hepsinin kitapta yeri varsa bu kitap herkesi kendi konumunda haklı çıkartan bir kitap demek. Kur'an böyle bir kitap mı? Öyleyse ısrarla insanları apaçık hidayete ve doğru yola davet etmenin ne manası var?
Bu mantıkla haksız hiç kimse yok, dolayısıyla hakikatin izini takip etmenin bir manası da yok. Hak ile batılın aynı dükkanda yan yana satılıyor olması ve bir nebze iç içe geçmesi imtihan dünyasının bir gereği. Hak te’vil olduğu gibi batıl te’vil de var. Batıl te’vilin referansını Kur'an’dan göstermesi onun batıl olduğu gerçeğini değiştirmez. Hariciler kadar rahatça Kur'an’dan delil getirebilen başka bir mezhep yok İslam tarihinde. Buna rağmen Hariciliğin batıl olduğu aşikardır. Bunun delili Kur'an’ın apaçık mesajına ve Kur'an’dan süzülen akl-ı selim ve kalb-i selimin bedihi verileriyle ters düşmesidir.
Hâsılı, böyle yüzeysel ve üstünkörü bir okumanın avam veya dışarıdan bakan birinden gelmesi anlaşılabilir ama kırk yılını bu işlere harcamış ve entelektüel derinliği ile temayüz etmiş bir simadan gelmesi hakikaten cây-ı hayrettir.