Herkes kendini bir şekilde ifade eder. Sessiz olanlar bile sessizlikleri ile içlerini dökerler. İnsan, düşünen ve duygulanan bir varlık. Dolayısıyla insanın bir durum ve bir olay karşısında kayıtsız kalması beklenemez. İnsanı ilgilendirsin, ilgilendirmesin yaşananlar insanı her defasında ilgilendirir. Çünkü insan toplumla ve doğayla bir bütündür, iç içedir.
Memleketimizde insanın yaşamı, huzuru için gereken bu bütün ve iç içe yapı maalesef tam anlamıyla bulunmamaktadır. Tarihte sömürgeci devletlerin saldırıları sonucunda kaybettiği topraklar dışında Osmanlı’dan ayrılmak isteyen unsurlarla yapılan savaşlarda birçok yer büyük acılara sahne olmuştur. Bunun sebebi ise hem dışarıdan hem içeriden verilen milliyetçilik heyecandır. Bediüzzaman’ın din, dil ve vatan üçlüsünden ikisi ortak olduğu takdirde bir millettir tezini haklı çıkarır bir yaklaşımla dilleri ve dinleri farklı olan milletler vatanlarını ayırmak istemişlerdir. Müslüman topluluklardan Araplar da Osmanlıya isyan eden milliyetçilerini aklamak adına İttihatçı Türkçülerin onlara yaptığı zulümleri dile getirir. Kendini üstün millet gören Yahudilere musallat olan ve yine kendilerini en gelişmiş gören Nazi Almanların varlığı bizi milliyetçiliğin iki taraflı olduğunu göstermektedir.
Çok kültürlü bir yapısının milliyetçilik darbeleri ile parçalanmasından ve Müslüman olmayan azınlıkların diğer ülkelerdeki Müslümanlarla değiştirilmesinden sonra Türkiye’de iki büyük asli unsur ortaya çıkmıştır. Anadolu’ya girişi hazırlayan Malazgirt Savaşı’ndan ve Anadolu’dan çıkarılmayı engelleyen Kurtuluş Savaşı’na kadar kaderleri hep bir olan Türk ve Kürtlerdir bunlar. İhtişamlı Osmanlının yıkılmasından ve Avrupa’nın her şeyine olduğu gibi milliyetçiliğine de öykünen yeni cumhuriyet eziklik yaşamadığını ve gücünü üzerinde göstermek istediği öteki unsurları bulmakta güçlü çekmemiştir. İdeoloji bir yandan tek tip yetiştirirken bir yandan da ötekileri ezmeye devam etmiştir. Dersim katliamı bunun acı sonuçlarından biri olmuştur ve bir yandan Müslüman olmayan unsurlara Varlık vergisi gibi akıl almaz uygulamalar yapılmıştır. Yeni seküler düzen en büyük engeli olarak din ve dindarları görmüştür. Son on yıla kadar devlet bu tavrını belirgin bir şekilde göstermiştir. Öte yandan Türkiye’de Türklükten sonra en baskın kültür Kürtlüktür. Devletin ve sistemin eğitiminden geçmiş milletin Türklüğü din konumuna yerleştirirken Kürtlüğü yok saymaları, ötelemeleri ve bunu devlet eliyle ve din-örf bilinciyle yapmaları kendi kimliklerini gösteren Kürtleri dışlamıştır.
Türkler dinlerine karşı soğutulmaya çalışıldıysa da kendilerini kültür ve adetleriyle ifade edebilmişlerdir. Öte yandan Kürtler hem din hem örf ile kendilerini ifade edemedikleri için ve bu mahrumiyetler ve zulümler devlet ve kutsal adıyla yapıldığı için bazıları kendilerini isyana ve çatışmaya davet eden sosyalizmin kucağına atmışlardır. Bu noktada dinin rolünün çok büyük olduğuna inanıyorum. İslam dinine sımsıkı bağlı olan milyonlarca Kürt bu tür bir davaya kalkışmamış ve sabretmişlerdir. Dinin, çatışmacılığı yücelten sosyalizme zemin vermemesinden dolayı komünist düşüncenin dine neden bu kadar karşı çıktığı anlaşılabilir. Türkçülüğü “resmi din” kabul eden yeni devlet bu dini kabul ettirmek için birçok aracı sonuna kadar kullanmıştır. Elli yıl gibi bir uzun süreden sonra terör ortaya çıkmış ve otuz yıldır on binlerce insanın canına mal olan bir kargaşa ortamı oluşmuştur.
Bizim durumumuz gömleğin ilk düğmesinin yanlış atılması gibidir. İlk düğme ikinci iliğe atılmıştır. Bu topraklarda yaşayan herkes Türkiye vatandaşı olması gerekirken ama herkese Türk vatandaşıdır denilmiştir. Herkes Türk kültürünü yaşamalıdır, herkes sadece Türkçe konuşmalıdır derseniz elbette bir gün insanların canına tak ettirirsiniz. Bence bu küçük ülkelerin ve küçültülmek istenen ülkelerin küçük hesabıdır. Başkalarına hayırları olmasa da kendilerine çok hayrı olan İngiltere ve Amerika buna çok güzel iki örnektir. Çok kültürlüdürler ve İngiltere’de İngiliz olan İngilizim der, İskoç olan İskoçum der ama genel olarak Britanyalıyım der. ABD birçok milleti içinde barındırsa da ve İngiliz kültürü baskın olsa da oradaki Hollandalı İngilizim demez ve Amerikalıyım der ve buna bağlı olarak da sosyal ve hukuki yapı çeşitlenip zenginleşir. Yine İran’da herkes İranlıyken ülke içinde rahat bir şekilde Türküm, Farsım, Arabım, Kürdüm, Belücüm diyebilir ve bir caddenin ismi rahatlıkla Azerbaycan ve Kürdistan koyulabilir. Çok kültüre dayanan temel haklar olmasa da biçim bakımında bir rahatlık insanların kendilerini farklı bir şekilde ifade etmeye götürmemektedir.
Türkiye’de on üç yıldır iktidarda olan hükümetle bazı tabular ilk defa delindi ve yıkıldı. Bunların biri de Kürtlük meselesidir. Bütün gayretlere rağmen bugün hala teröre zemin bulanabiliniyorsa ve bazı kesimler bundan dolayı nemalanıp halkı da yanlış yönlendirebiliyorsa bu bazı hukuki uygulamaların eksik kaldığını gösterir. Çokça söylenir sinek öldüreceğine bataklığı kurut. Bugünkü operasyonlarda iki yüz terörist öldürülse de yarın bin genç dağa çıkabilir. Akan her kan bataklığı artıracaktır. Otuz yıldır çözüm sunmamış çatışmanın yerine bu gençleri dağa çıkmasını nasıl engelleyebiliriz sorusu kafamızı meşgul etmeli ve hakiki ve kalıcı çözümün barış ile olabileceğini tarihten iyi anlamalıyız. Çünkü bu bir gerçek ki yıllarca öteki diye görülen Kürt artık doğuda Türkü de öteki diye görmektedir. İletişim aracı olan anadilin yasaklanması ile şiddet dili olan nefret ve isyan ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti son dönemde olduğu gibi daha da fazla uygulamalarla ülkenin bütünlüğü ve sağlıklı iletişimi için Kürtçeden istifade etmelidir. Bir Kürdün İstanbul’a, Ankara’ya, Bursa’ya, İzmir’e gidememeyi aklından dahi geçiremeyeceği durumu varken bütün vatandaşların iki milletin saadetinin ve kaderinin bir olduğunu gönülden hissetmelidir. Öbür taraftan terörle ortaya çıkmış ve devam eden PKK’nın Kürt hareketinin en büyük temsilcisi olduğunu düşündüğü ve konumunu HDP’ye dahi vermek istemeyeceği için bu barış zeminini sabote etmektedir ve edecektir. HDP’nin de PKK ile organik bağı olduğu için buna ses çıkaramamaktadır ama Türkiye’nin kazanması için HDP ve PKK’nın yollarını kesin bir şekilde ayırması gerekmektedir. Hükümet dengeli bir çözüm süreci için diğer gurupları ve sivil toplum kuruluşlarını da muhatap almalıdır.
Sonuç olarak da devlet tarafından yapılan her çalışmanın ve verilen her hakkın hukuki boyutu olmalı ki insanlara güven verebilsin. Yoksa her uygulama değiştirilmeye ve su-i istimale açık hale gelecektir. Gömleği düzgün giyebilmek adına bütün düğmeleri çözüp her birini doğru iliğe takma cesaretini ve sabrını gösterebilmeliyiz. Kırmızıçizgilerin olmaması gereken bu ortak kültür coğrafyamızda bırakın yeni parçalanmaları Kürdistan’ın her parçası kaderleri bir olan bu milletleri ve toprakları bir zamk gibi yapıştırması gerekmektedir. Bu birlikten korkanlar tarafından belki de bu topraklarda kendi elimizle de olsa bu kadar fitne ve kargaşa çıkarılmakta.
(AD)