Din düşmanları, din adamlarını ve dine hizmet edenleri, dünyevi gayelerle ve maddi manevi ihtiyaçlarını karşılamak üzere dini bir sömürü aleti olarak kullanmakla insafsızca ittiham ederler.
Ehli dalaletin bu insafsızca ittihamına, başta Kur'an-ı Hakimde (İn ecriye illa alellah) ile bütün enbiyanın hakkı tebliğ ederken insanlardan herhangi bir menfaat beklemediklerini ve ecir ve mükafatlarını Allah'tan beklediklerini ferman ederek, bu hakikatın umum embiya ve hakka hizmet edenler için genel bir kaide olduğunu yüzlerine şamar vururcasına belirtmektedir.
Hakkı yaymada başta (saltanat sahibi bir kaç enbiya harici) binlerce enbiya ve daha sonra asfiya ve evliyanın düçar oldukları sıkıntılar, kavimlerince uğradıkları zulüm ve hakaretler ve davaları uğrunda dünyevi herşeylerini feda etmeleri nasıl bir menfaatlenmektir? Bütün enbiyanın (AS) nasdan ve dünyadan istiğnaları bu mesnetsiz iddiayı cerhetmektedir.
Resul-ü Ekrem Efendimiz'in (ASM) ve sahabe-i Güzin'in (R.A) İslamiyeti yaymakta ve insanları hak dine davette çektikleri eza ve sıkıntılar, canlarını, cananlarını ve mallarını İslamiyet uğruna feda etmeleri ve sonunda memleketlerinden, vatanlarından hicrete mecbur olmaları Rızay-i İlahi'yi istemekten maada bir gayelerinin olmadığını kör gözlerede göstermektedir.
Amcası Ebu Talibin Kureyş ileri gelenlerinin söylemesi üzerine "Ya Muhammed (ASM) sana Mekke reisliğini teklif ediyorlar, istediğin kadar mal, mülk, deve, koyun, keçi teklif ediyorlar. Sana Mekke'nin en güzel kızlarını teklif ediyorlar bunların hepsini birden teklif ediyorlar karşılığından senden sadece şunu istiyorlar İslamiyeti yaymaktan, anlatmaktan insanları Allah'a iman etmeye davet etmekten vazgeç."
Şimdi İslamiyet düşmanlarının iddia ettikleri gibi Hz. Peygamberin (asm) İslam dinini yaymaya çalışması, dünyevi gaye ve menfaat edinmek için olsaydı, işte dünyevi her şey önüne serildiği bir anda Hz. Peygamber (asm) bütün dünyalık istediklerine kavuşurdu ve onların dediğini yapardı.
Halbuki bakıyoruz hedefleri hep dünya menfaatı olan ehli dalalet, bu cazibedar dünyevi tekliflerinin hemen kabul edileceğini zan edenler, öyle bir cevap alıyorlar ki, aldıkları cevap Ebu Cehillerin ve kıyamete kadar gelecek bu insafsız ve haksız ittihamcıların başına balyoz gibi inen bir hakikattır.
O hakikatlı cevap şudur ki; "Bir elime ayı bir elime güneşi verseniz de vallahi bu davadan vaz geçmem, geçemem. Ya bu insanlık "lailaheillellah" diyecek veya ben onlarla mahvoluncaya kadar harbedeceğim" hakikatıdır.
Kur'an ve iman davasında, dünya ve içindekilere peş para ehemmiyet vermemek, hatta manevi neticeleri de gaye edinmemek ve sadece Rızay-ı İlahiyi esas almak.
İşte en son bu asrın müceddidi Bediüzzaman kendisine Padişahca ve M.Kemal'ce teklif edilen yüksek maaşı, rütbe ve makamları elinin tersiyle itmesi Hak ve Hakikatı yaymada ömrünün zindanlarda hapishanelerde geçmesi nasıl bir dünyevi menfaatlenmekle izah edilebilir?
Hakka hizmet ediyoruz derken fani dünyayı ve içindekileri hedef edinen faaliyet sahipleri, safiyetlerini kaybederler. Ehli dalaletin ittihamlarına kapı açıp onları hakka direnmeye ve dalalette kalmaya devam ettirece gibi, ehli hakkı da üzerler, samimi dindar insanlar nezdinde de tesir husule getiremezler. Zira ihlas zedelenmiştir. İhlasssız bir batman amel ihlaslı bir zerre amele yetişemez. Hizmetler hebaenmensur zayi olur gider.
Böyle bir akibetten Cenab-ı Hak cümlemizi ve hakka hizmet dava edenleri muhafaza eylesin.