Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Yunus Sûresi 93-100. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
93 . And olsun ki İsrâiloğullarını güzel bir yurda (Mısır’a ve Şam’a) yerleştirdik ve onları temiz şeylerden rızıklandırdık. Kendilerine ilim (Tevrât) gelinceye kadar da ihtilâfta bulunmadılar. Muhakkak ki Rabbin, üzerinde ihtilâfa düşmekte oldukları şeyler hakkında kıyâmet günü aralarında hüküm verecektir.
94 . (Ey Resûlüm!) Artık sana indirdiğimiz şeylerde (bu anlattığımız kıssalarda) şübhede isen, o hâlde senden önce Kitâb’ı (Tevrât’ı) okuyanlara sor! And olsun ki sana Rabbinden hak gelmiştir; öyle ise sakın şübhe edenlerden olma! (*)
95 . Ve sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardan olma; yoksa hüsrâna uğrayanlardan olursun!
96,97 . Muhakkak ki üzerlerine Rabbinin (azab) sözü (hükmü) hak olanlar, kendilerine bütün âyetler gelmiş olsa bile, o (pek) elemli azâbı görünceye kadar (isyanları sebebiyle) îmân etmezler. (**)
98 . Buna rağmen (helâk ettiklerimizden, azâbımız kendine gelmeden önce) îmân edip de îmânı kendine fayda veren bir şehir (halkı daha) olsaydı ya! Ancak Yûnus’un kavmi müstesnâ. (***) (Onlar) îmân edince, kendilerinden dünya hayâtındaki rezillik azâbını açıverdik (onlardan kaldırdık) ve kendilerini bir zamâna kadar (dünya ni‘metlerinden) faydalandırdık.
99 . Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa, onların hepsi birlikte elbette îmân ederdi. Öyle ise sen mi insanları mü’min kimseler olsunlar diye zorlayacaksın?
100 . Hâlbuki Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin îmân etmesi mümkün değildir. (****) (Fakat O, irâdesini îmâna sarf eden kullarını hidâyete muvaffak kılar.) Azâbı ise, akıllarını kullanmayan (îmânsız)lara verir.
(*) Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bu emre karşı: “Ne şübhe ederim, ne de sorarım!” buyurmuştur. (Celâleyn Şerhi, c. 3, 398)
(**) “Küfür üzerine ölen bir kâfir, ebedî bir ömür ile yaşayacak olursa, o gayr-ı mütenâhî (sonsuz) ömrünü behemehâl (her hâl ü kârda) küfür ile geçireceği şübhesizdir. Çünki kâfirin cevher-i rûhu bozulmuştur.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 74)
(***) Yûnus (AS), kavmi olan Ninova halkının îmân etmemesi üzerine kendilerine üç gün sonra İlâhî azâbın geleceğini söyleyerek aralarından ayrıldı. Nihâyet kavmi, azâbın alâmetlerini gördüklerinde pişmân olup tevbe ettiler. Ümidsizlik hâlindeki samîmiyetle yaptıkları bu tevbeleri Allah tarafından kabûl edilerek, üzerlerine gölgesi düşen azab, onlardan geri çevrildi. (Beyzâvî, c. 1, 447)
(****) “Îmân, Sa‘d-ı Taftazânî’nin tefsîrine göre: ‘Cenâb-ı Hakk’ın istediği kulunun kalbine, cüz’-i ihtiyârının sarfından (kulun cüz’î irâdesini kullanmasından) sonra ilkā ettiği (bıraktığı) bir nûrdur’ denilmiştir. Öyle ise îmân, Şems-i Ezelî’den (ezelî olan Allah’dan) vicdân-ı beşere (insanın vicdânına) ihsân edilen bir nûr ve bir şuâ‘ (ışık)dır ki, vicdânın içyüzünü tamâmıyla ışıklandırır.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 37)