Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Şeyh Karadaği'den koronavirüs fetvası

Yeni başlayan bulaşıcı "Corona Virüs" hastalığı yayılması ile ilgili hükümler hakkında ki detaylı fetva

RİSALEHABER

Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri olan Şeyh Ali Mühyiddin el-Karadaği, koronavirüsü Kur'an ve Hadis ışığında yorumladı. Yakup Uçar'ın tercüme ettiği açıklama şöyle:

فتوى مفصلة حول الأحكام المتعلقة بانتشار المرض الوبائي فايروس كورونا المستجد. (كوفيد-19) 

Yeni başlayan bulaşıcı "Corona Virüs" hastalığı yayılması ile ilgili hükümler hakkında ki detaylı fetva.
(Covid- 19)

من فضيلة الشيخ علي محيي الدين القره داغي الأمين العام للاتحاد العالمي لعلماء المسلمين.

(Bu fetva) Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri olan Şeyh Ali Mühyiddin el-Karadaği'dendir.
 
كثرت التساؤلات حول حكم التعامل مع الفيروس الجديد (فايروس كورونا) الذي كاد أن يصبح وباءً يهدد حياة الكثيرين من خلال انتشاره السريع.

Yeni virüs (Corona virüsü) ile muamele etme hükmüyle ilgili sorular çoğaldı, bu da neredeyse hızlı yayılmasıyla birçok kişinin hayatını tehdit eden bir salgın haline geldi.

وما حكم إغلاق الجوامع وترك الجمعة والجماعة خوفاً من انتشاره؟

(Korona Virüs) yayılması korkusundan dolayı Camileri kapatmanın ve cuma ve cemaat namazlarını terk etmenin hükmü nedir?

وما الأدعية، والأمور المطلوبة من المسلم في هذه الأوبئة والأمراض؟

Bu bulaşıcı vebalar ve hastalıklar hakkında müslümanlardan istenilen durumlar ve dualar nelerdir?

جواب فضيلته على ذلك:

Üstadın buna cevabı: 

الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على المبعوث رحمة للعالمين، وعلى آله وصحبه وبعد،

Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ve âlemlere rahmet olarak gönderilen peygambere ve Ailesine ve ashabına salât ve selâm olsun, daha sonra;

أولاً: إن هذه الأوبئة والفايروسات من قدر الله تعالى ومن الأدلة القاطعة المشاهدة على قدرة الله تعالى في هلاك من يريد هلاكه بأضعف جنوده ( وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ )

BİRİNCİSİ: 

Bu bulaşıcı vebalar ve virüsler Allah'u Teala'nın takdirinden ve Allah'u Teala'nın kudretini, istediği kişileri en zayıf ordusuyla helak etmesini gösteren kesin delillerdendir, (Allah’ın ordularını ancak O bilir) (Müddesir 31).

كما أنها من سنن الله تعالى يصيب بها من يشاء من المسلمين ومن غيرهم، ويؤدب بها من يشاء، ولكن المؤمن المصاب بها والصابر عليها له أجر الشهيد،

O vebalar, Allah'ın müslüman ve gayri müslimlerden istediği kişiye isabet ettirdiği ve istediği kişileri de onunla edeplendirdiği kanunlarından olduğu gibi, fakat o veba'ya yakalanan mümin ve ona sabreden kişiye şehid sevabı vardır,

فقد روى البخاري في صحيحه، أن عائشة ـــ رضي الله عنها ــ سألت رسول الله عن الطاعون فأخبرها...أنه كان عذاباً يبعثه الله على من يشاء، فجعله الله رحمة للمؤمنين "فليس من عبد يقع الطاعون، فيمكث في بلده صابراً يعلم أنه لن يصيبه إلا ما كتب الله له إلا كان له مثل أجر الشهيد"

İmam Buhari sahihinde;
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre, kendisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tâun hastalığını sormuş, o da şöyle haber vermiştir: “Tâun hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu mü’minler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.” rivayet etti.

ثانياً: إن الإسلام يوجب علينا أمرين:

İKİNCİSİ: 
Şüphesiz İslam dini bize iki şeyi vacip ediyor: 

١)التوكل على الله تعالى حق التوكل، وأن كل شيء بقدره، وتحت قدرته وأنه (لَنْ يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا)

1) Allah'a hakkıyla tevekkül etmek, herşeyin Allah'ın takdiri ve kudreti atında olduğuna (inanmak) ve (Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmeyecektir.(Tevbe:51)

۲) والأمر الثاني هو الأخذ بالأسباب، ومنها الوقاية والعلاج والحجر الصحي، وكل ما تفرضه الجهات الصحية المختصة، وهذا يفسر موقف الفاروق عمر، حين امتنع عن دخول الشام، بعد أن علم أن الوباء قد وقع فيها، وقال له أبو عبيدة بن الجراح : أَفِرَارًا مِنْ قَدَرِ اللَّهِ؟ فقال: "نَعَمْ نَفِرُّ مِنْ قَدَرِ اللَّهِ إِلَى قَدَرِ اللَّهِ".

2)İkinci durum ise, sebeplere tutunmak/dayanmak, o sepeplerden: Korunma, tedavi, karantina ve tüm yetkili sağlık otoritelerinin gerekli kıldığı (önlemlerdir), bu da Hz Ömer'in Şam'a veba hastalığının girdiğini bildikten sonra Şam'a girmeyi yasaklama duruşunu açıklıyor,. Ebu Ubeyde b. Cerrah (ra):
-Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun? diye sordu. Hz. Ömer (ra): Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz, dedi.

وهذا هو حقيقة فقه الميزان،

İşte bu "Terazi Fıkhı"nın gerçeğidir,

حيث تقوم الكفة (الجناح الأيمن) على الإيمان القوي بالله تعالى، 

(Terazinin) bir kefesi (sağ kanat) Allah'a olan güçlü iman üzere kurulur, 

وتقوم الكفة الثانية (الجناح الأيسر) على الأخذ بالأسباب المشروعة كلها، لأن الله تعالى هو الذي أمر بها.

Terazinin ikinci kefesi (sol kanat) ise bütün meşru sebeplere tutunma üzere kurulur, çünkü bunu emreden Allah-u Teâlâ dır.

ثالثاً: إن مرض الطاعون معروف،

ÜÇÜNCÜSÜ: 

Şüphesiz Ta'un bilinen bir hastalıktır,

وهو من الوباء الذي هو أعم منه، حيث ذكر اللغويون،

Dilcilerin de anlattığı gibi (Ta'un) daha genel olan salgınlardandır, 

وعلى رأسهم الخليل بن أحمد: الوباء الطاعون،

(Dilcilerin) başında gelen Halil b. Ahmed: Veba, Ta'un'dur, der.

وهو –أي الوباء- كل مرض عام،

Veba, genel olan bütün hastalıklara (denilir),

فيقال: أصاب أهل الكُورَة وباءٌ شديد...وأرض أَوْبِئَةٌ إذا كثر مرضها.

Ne zaman (bir yerin) hastalığı çok olursa "Halkına şiddetli bir salgın isabet ederse "Salgın yeri/ülkesi" denilir...

رابعاً: لا شك أن هذه الأوبئة عذاب، بل سماه الله تعالى رجزاً من السماء، حيث تكرر في القرآن لفظ الرجز عشر مرات، منها قوله تعالى: (وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ)، أي أن هؤلاء الظلمة المعاندين يسعون بكل جهودهم لإبطال آيات الله تعالى، ويزعمون أنّهم قادرون على أن يعجزوها، وتكون لهم الغلبة عليها، ويريدون أن يسبقوا قدرة الله، فهؤلاء لهم عذاب من رجز أليم، والرجز قد فسره البعض بالأوبئة العامة المؤلمة في الدنيا والآخرة.

DÖRDÜNCÜSÜ: 

Bu vebaların azap olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Daha doğrusu Allah onu gökten inen bir azap (الرجز) olarak isimlendirmiştir. Zira "Ricz" lafzı Kur'an'ı Kerim'de on defa tekrarlanmıştır. Bu yerlerden biri, Sebe süresinin 5'inci ayetinde Allah mealen şöyle buyurmaktadır: "Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de, en kötüsünden elem verici bir azap vardır." Yani : Allah'ın ayetlerini iptal etmek için bütün çabalarıyla çalışan bu inatçı zalimler, ayetleri aciz bırakabilmeye güç yetireceklerini, onların üzerine galip olmayı zannediyorlar ve Allah'ın kudretini geçmeyi istiyorlar. İşte onlara acı verici bir azap vardır. Bazıları, 'ricz ' lafzını dünya ve ahirette ki acı verici genel vebalar ile açıklamışlardır.

ولكن من سنن الله تعالى أن العذاب إذا نزل قد يعم غير الظلمة فقال تعالى: (وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَّا تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنكُمْ خَاصَّةً)، كما أن من سنن الله تعالى أن الأوبئة إذا انتشرت لا تفرق بين ظالم وكافر ومؤمن، بل على المؤمنين أن يأخذوا بجميع الأسباب المطلوبة شرعاً وطباً وعقلاً.

Bununla birlikte azap, indiği zaman zalimlerin dışındakileri de kapsaması Sünnettüllah'tandır(Allah'ın kanunu). Çünkü Allah Teâlâ Enfal süresi'nin 25'inci ayetinde mealen şöyle buyurmaktadır: " Öyle bir azaptan sakının ki sizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz." Aynı zamanda vebalar da yayıldığı zaman zalim, kâfir ve mümin arasında fark bırakmamasıda sünettüllah'tandır. Hatta müminlerin şer'i, tıbbi ve akli tüm sebeplere tutunmaları gerekir.

خامساً: أوجب الإسلام عند ظهور الوباء (الفيروسات القاتلة) مجموعة من التعليمات المهمة:

BEŞİNCİSİ: 

İslam dini, salgın hastalığı (öldürücü Virüsler) ortaya çıktığında bir takım önemli talimatları vacip kılmıştır:

١- الحجر الصحي: أي عدم جواز الخروج من البلد الذي وقع فيه الطاعون أو الوباء، وعدم جواز الدخول إليها، فقد جاء في صحيح مسلم:" قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الطَّاعُونُ آيَةُ الرِّجْزِ ابْتَلَى اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ بِهِ نَاسًا مِنْ عِبَادِهِ فَإِذَا سَمِعْتُمْ بِهِ فَلَا تَدْخُلُوا عَلَيْهِ وَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلَا تَفِرُّوا مِنْهُ".

1-Karantina: Yani, Ta'un veya salgın hastalığının girdiği ülkeden/şehirden çıkmanın ve girmenin caiz olmadığıdır, İmam Müslüm'ün sahihinde gelmiştir ki, Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır: " Ta'un (bulaşıcı hastalık) Allah'u Teala'nın kullarından bazı insanları mübtela kıldığı azap işaretidir, o halde bir yere bulaştığını/girdiğini duyduğunuzda oraya girmeyin ve ne zaman olduğunuz yere girmişse/bulaşmışsa ondan kaçmayın."

وقد ذكر علماؤنا السابقون الحكمة من هذا الحجر الصحي، وهي:

Selef Alimlerimiz bu Karantina hakkında bazı hikmetler zikretmiştir, o (hikmetler):

المنع من الخروج حتى لا ينتشر المرض، فيكون سبباً في إيذاء الأخرين، فيكون آثماً؛ لأنه ألحق الضرر بالآخرين،

Hastalığın yayılmaması için dışarı çıkmanın önlenmesi, aksi halde başkalara eziyet etmeye sebep olur ve başkalara eziyet ettiği için günahkar olur,

وقد قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:" لَا ضَرَرَ وَلَا ضِرَارَ". 

Peygamber (sav) buyuruyor ki: "Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur." (İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.)

فلا يجوز أن يتسبب الإنسان في الإِضرار بالآخر، لا في دينه، ولا في بدنه، ولا في عقله، وفي ماله، ولا في أي شيء؛ سواء كان الإضرار مادياً أم معنوياً، بل إن العلماء السابقين أكدوا على حرمة من يتسبب في انتشار العدوى.

İnsanların başkalarına ne dininde, ne bedeninde, ne aklında, ne malında, ne de hiçbir şeyde zarar vermeye sebep olması caiz değildir, ister başkalara verilen zarar maddi olsun isterse manevi olsun, hatta selef âlimleri enfeksiyonun yayılmasına neden olan kişilerin yasaklanmasını vurguladılar.

المنع من دخول المنطقة الموبوءة؛ لحرمة الإلقاء بالنفس في التهلكة، أو فيما يسبب التهلكة؛ لأن الحفاظ على البدن والصحة والعقل من أهم مقاصد الشريعة الضرورية.

Kendisini tehlikeye veya helaka/ölüme neden olan şeye atmanın haram olduğu için bulaşıcı hastalığın olduğu bölgeye girişin önlenmesi, Çünkü bedeni, sağlığı ve zihni koruma Şeriatın gerekli en önemli amaçlarındandır.

عدم استنشاق الهواء الذي يحمل ذلك الوباء (الفيروس).

O vebayı(virüsü) taşıyan kişilerin soluğunu koklamamak.

عدم مجاورة المرضى خشية العدوى، إلا للعلاج مع الأخذ بجميع وسائل الحماية الطبية،

Tüm tıbbi koruma araçları ile tedavi olan kişiler dışında enfeksiyon korkusundan dolayı hastalara yakın olmamak,

لأن الرسول قال: " وَفِرَّ مِنْ الْمَجْذُومِ كَمَا تَفِرُّ مِنْ الْأَسَدِ"،

Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Arslandan kaçar gibi de cüzamlıdan kaç",

ولا تناقض مع الحديث الصحيح " لَا عَدْوَى"؛ 

(Yukarıda belirtilen hadis) "Hastalığın (kendiliğinden) bulaşması da yoktur." hadisiyle çelişmiyor,

لأن المقصود به هو أنه: لا عدوى على الوجه الذي يعتقده أهل الجاهلية من إضافة الفعل إلى غير الله تعالى،

Çünkü o hadisle kastedilen şudur: Cahiliye halkının düşündüğü şekilde bulaşıcı hastalığın fiilini Allah'ın dışına nisbet etmesi değildir, 

وأن هذه الأمور تعدي بذاتها وطبعها، فهذا من ميزان الاعتقاد والإيمان بالله تعالى وعدم الإشراك، وأما الفرار من الأمراض المعدية فهو من ميزان الأسباب التي جعلها الله مؤثرة بقدر الله تعالى، ويؤكد هذا المعنى الحديث الصحيح الأخر بلفظ " لَا يُورِدُ مُمْرِضٌ عَلَى مُصِحٍّ".

Bu durumlar kendiliğinden ve doğası gereğiyle bulaşır, bu, inanç, Allah'a iman ve ortak koşmama terazisindendir. Bulaşıcı hastalıklardan kaçmaya gelince; o, Allah-u Teala'nın takdiri ile etkili olan sebepler terazisindendir, bu manayı vurgulayan başka sahih bir hadis ise bu lafızladır: " Hasta eden/hastalık bulaştıran kimse sağlıklı/hasta olmayan kimsenin yanına hazır olmasın/gelmesin."

ضرورة الحيطة والحذر وعدم التعرض لأسباب التلف مع تفويض الأمر لله تعالى والتوكل الحق عليه، دون قلق ولا اضطراب، 

Endişe ve telaş etmeksizin durumu Allah'a ısmarlayarak ve hakkıyla Allah'a tevekkül ederek Dikkat, tedbir ve helak eden sebeplere maruz kalmamak zorunluluğunu (elden bırakmamak gerekir.)

وقد ذكر ابن الأثير في الكامل في التاريخ أنه "حينما أصاب المسلمين طاعون عمواس خرج بهم عمرو بن العاص إلى الجبال، وقسمهم إلى مجموعات، ومنع اختلاطها ببعض، وظلت المجموعات في الجبال فترة من الزمن حتى استشهد المصابون جميعاً، وعاد بالباقي إلى المدن" وهذا هو الحجر الصحي المتاح في ذلك.

İbn-i Esir "El-kamil fi-tarih" adlı eserinde (şunu) zikretmiştir: " Âmvas şehrinde müslümanlara Ta'un hastalığı isabet ettiğinde Âmır bin el-'Âs onlarla dağlara çıkıp onları guruplara ayırıp ve birbirine karışmalarını yasakladı, Ta'un hastalığı bulaşan kişiler şehid olana kadar o guruplar bir süre dağlarda kaldılar ve sonra geri kalan kimselerle şehir'e döndü." İşte bu da, o zaman mevcut olan karantinadır.

ومن أهم تعليمات الإسلام في هذا المجال وجوب العلاج على الشخص نفسه، وعلى المجتمع والدولة أن تسعى بكل إمكانياتها لعلاج الأمراض، وبخاصة الأمراض المعدية، وأن الشخص الذي لا يعالج نفسه منها آثم حسب الأدلة الكثيرة الواضحة ذكرناها في كتابنا " فقه القضايا الطبية المعاصرة "

Bu alanda İslam dininin en önemli talimatları; kişinin kendisini tedavi etmesi ve toplum ve devletin bu hastalıkların tedavisi için özellikle bulaşıcı hastalıkların tedavisi için bütün imkanlarını kullanmaya çaba etmesinin vacip olmasıdır, kendisini o hastalıklardan tedavi etmeyen kimseler ise "Çağdaş Tıbbi meseleler fıkhı" adlı eserimizde zikrettiğimiz birçok açık delile göre o kimse günahkardır.

وجوب الإفصاح، حيث يجب على كل من أحس بأنه قد أصابه هذا الوباء، أو أنه كان في بيئة موبوءة وخرج للضرورة.. أن يخبر الجهات المسؤولة بما هو فيه، وإذا أخفى ذلك فقد ارتكب جريمتين؛ جريمة الكذب والإخفاء والتدليس، وجريمة التسبب في إضرار الأخرين وانتشار الأوبئة، وكل من يصيبه هذا المرض بسببه يتحمل قسطه من الإثم والعدوان، قال :" الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ".، فالمسلم الحقيقي يحب لأخيه ما يحبه لنفسه، ويكره له ما يكرهه لنفسه.

(İslam'ın talimatlarından, bu virüse yakalan kişilerin ) vacip bir şekilde açıklaması (yani; kendilerinin bu hastalığa yakalandığını söylemesi), öyleki; bu vebanın kendisine isabet ettiği hisseden ya da salgın hastalığın olduğu çevrede olup sonra mecburi olarak çıkan herkesin yetkili idarelere içinde olduğu durumu söylemesi gerekir, bunu gizlediğinde iki günah işlemiş olur; 1)yalan, gizleme, aldatma günahı, 2) ve başkalara zarar verme ve bulaşıcı hastalığın yayılma günahı, ondan dolayı (o hastalığı gizleyen kişiden dolayı) her kime bu hastalık isabet ederse onun günah ve düşmanlık miktarı katlanır, peygamber (sav), buyuruyor ki: " Müslüman o dur ki; müslümanların onun dilinden ve elinden sağlam kaldığı kişidir." Gerçek müslüman, kendisi için istediğini kardeşi için de isteyen ve kendisi için istemediğini kardeşi için de istemeyendir.

سادساً: الخوف من العدوى ومن هذه الأمراض;

ALTINCISI:

Bulaşmaktan ve bu hastalıklardan korkmak;

إن الإسلام دين الفطرة، ولذلك لا يمنع من الخوف من هذه الأمراض ونحوها ما دام صاحبها يؤمن بأن الله تعالى هو الخالق وحده، وقد جعل لكل شيء سبباً، بل الخوف واجب،

İslam fıtrat dinidir, bunun için İslam dini, kişi Allah'ın yegane yaratıcı olduğuna inandığı sürece bu ve benzeri hastalıklardan korkmasından yasaklamaz , her bir şey için bir sebep kılımıştır, hatta ( bu gibi durumlarda) korkmak vaciptir.

قال الحافظ المناوي: "ومن ذلك الخوف من المجذوم على أجسامنا من الأمراض والأسقام"، وفي الحديث: "فِرَّ مِنْ الْمَجْذُومِ كَمَا تَفِرُّ مِنْ الْأَسَدِ"، فصون النفوس والأجسام والمنافع والأعضاء والأموال والأعراض عن الأسباب المفسدة واجب.

Hafız Münavi buyuruyor ki: "Vücudumuz için hastalık ve illetlerden dolayı cüzamlı kişiden korkmak da bunlardandır," hadiste de belirtildiği gibi "Arslandan kaçar gibi de cüzamlıdan kaç ", Nefisleri, cisimleri , azaları, malları ve ırzları bozgunculuğa yol açan sebeplerden korumak vaciptir.

ومما يدل على مشروعية الخوف بل وجوبه ما رواه ابن ماجة في سننه، أَنَّهُ كَانَ فِي وَفْدِ ثَقِيفٍ رَجُلٌ مَجْذُومٌ فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:" ارْجِعْ فَقَدْ بَايَعْنَاكَ."

İbn-i Mace'nin Sünen'inde rivayet ettiği hadis (Bu hastalıklardan) korkmanın meşruluğuna belki de vacipliğine delalet eden sebeplerdendir, Sekif heyetin de cüzamlı bir adam vardı, peygamber (sav) ona elçi göndererek: " Dön, seninle biatlaştık," dedi.

ويدل كذلك على وجوب الحذر والحيطة في حماية الأطعمة والأشربة من كل ما يفسدها الأحاديث الكثيرة الدالة على تغطية الأواني والأطعمة المكشوفة، وحفظها، ووجوب التداوي، وغسل الأيادي والأفواه، وحرمة التبول والتغوط في الطرق وتحت الأشجار، وفي الأماكن التي يصل آثارها إلى الأخرين.

Yine de yemekleri ve içecekleri bozan herşeyden korumasına, kapların kapatılmasına, üstü açık yemeklerin üstü kapatılmasına ve korumasına, tedavinin vacipliğine, elleri ve ağızları yıkamaya ve yollarda, ağaçların altında ve etkisi başka kişilere ulaşan yerlerde işemenin ve dışkılamanın haramlığına delalet eden bir çok hadis tedbir ve dikkat etmenin vacipliğine delalet ediyor.

فهذا الدين هو دين نظافة الداخل والخارج (وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ)، وقال تعالى (إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ)، وهنا تأتي عناية الإسلام بالوضوء والغسل ونظافة الأبنية والأفنية وغير ذلك.

Bu din, iç ve dış temizliğin dinidir, ayette belirtildiği gibi: " Elbiseni temiz tut", Allahu Teala buyuruyor ki: " Şüphesiz Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri seviyor", işte bunun için İslam dini abdeste, boy abdestine, evlerin, avluların ve dışındakilerin temizliğine önem veriyor.

ومن ذلك ما رواه مسلم، عن أبي ذر ، قال: عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:" عُرِضَتْ عَلَيَّ أَعْمَالُ أُمَّتِي حَسَنُهَا وَسَيِّئُهَا فَوَجَدْتُ فِي مَحَاسِنِ أَعْمَالِهَا الْأَذَى يُمَاطُ عَنْ الطَّرِيقِ وَوَجَدْتُ فِي مَسَاوِي أَعْمَالِهَا النُّخَاعَةَ تَكُونُ فِي الْمَسْجِدِ لَا تُدْفَنُ"، وغير ذلك.

Bunlardan biri de Müslim'in Ebû Zerr'den rivayet ettiği hadistir. Ebû Zerr'in dediğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin iyi ve kötü amelleri bana gösterildi. (gelip geçenleri rahatsız eden) eziyetlerin yollardan kaldırılmasını iyi amelleri arasında, mescitlerde temizlenmeden bırakılan balgamın da kötü amelleri arasında olduğunu gördüm."

سابعاً: ما يجوز تركه بسبب هذا الوباء:

YEDİNCİSİ:

Bu veba hastalığından dolayı terk etmesi caiz olan şeyler: 

لا شك أن الله تعالى جعل من أهم مقاصد شريعته الحفاظ على الدين، والنفس وغيرهما وتنميتهما لذلك فالأصل أن تمضي القضيتان معاً دون تعارض، بل في انسجام، فعلينا أن نؤدي واجبات ديننا، كما علينا أن نحافظ على مقتضيات الحفاظ على أبداننا وعقولنا، وغيرها، ولكن قد تقع مشكلة في الجمع، وهنا يأتي لطف الله تعالى ورحمته بعباده، وعنايته لضعفهم فيتسامح في ترك بعض العبادات، أو يتجاوز عما هو الفرض والواجب، ومن هذا الباب رخصة النطق بالكفر عند الإكراه، قال تعالى:( إِلَّا مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْإِيمَانِ ).

Hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ dinin, canın ve diğerlerinin korunmasını (akıl, mal ve nesil) ve gelişmesini kendi yasasının en önemli amaçlarından yapmıştır. Bu yüzden asıl olan, her iki meseleyi birlikte ve uyumlu bir şekilde ihtilaf olmadan sürdürmektir. Bedenimiz, aklımız ve diğerlerinin korunma ihtiyaçlarını muhafaza etmesi üzerimize zorunlu olduğu gibi dini görevlerimizi de yerine getirmemiz gerekir. Bununla birlikte bazen görevleri tam yapmada sorun meydana gelebilir. İşte tamda burada Allah'ın lütfu, kullarına olan merhameti, zayıf oldukları için onun yardımı gelir. Bundan dolayı ya bazı ibadetlerin bırakılmasında müsamaha eder ya da farz veya vacip olanlardan vazgeçer. Zorlama anında küfürle telaffuz etme ruhsatı bu kısımdandır. Allah-u Teâlâ bununla ilgili Nahl süresinin 106'ncı ayetinde mealen şöyle buyurmaktadır:"kalbi imanla dolu olduğu halde dinden dönmeye zorlanan hariç." 

وقد استُنبط من هذه الآية الكريمة، ومن غيرها، ومن السيرة النبوية المشرفة أن الخوف يكون عذراً مقبولاً لترك بعض الفرائض والواجبات إذا توفرت شروطه، ومما يتعلق بموضوعنا هو ما يأتي:

Bu ve diğer ayeti kerimelerde ve peygamber efendimizin hayatından çıkarılır ki, korku; şartlar yerinde olduğunda bazı farzları ve vacipleri terk etmede makbul bir özür olur. Bizim konumuzla alakalı olan aşağıda belirtilenler dir:

١- ترك الجمعة والجماعة لأجل الخوف من انتشار الوباء بين المصلين;

1-Namaz kılan kişilerin arasında bu vebanın yayılma korkusu için Cuma ve cemaatin terki;

فقد ذكر فقهاؤنا أن الخوف من الأعذار المقبولة لترك الجمعة والجماعات، وهو ثلاثة أقسام:

Fıkıhçılarımız, Cuma ve cemaat namazlarını terk etmek için korkunun makbul özürlerden olduğunu zikretmişler. Korku üç kısımdır: 

ا) أن يخاف المرء هلاك نفسه، أو إتلاف بعض البدن، أو الاعتداء عليه، أو ضربه ضرباً مؤذياً، أو خطفه وأسره، أو تعرضه لهجوم السباع عليه، ففي هذه الحالة يجوز له ترك الذهاب إلى الجامع الذي يتعرض فيه لهذه الحالات.

a) Kişi, kendisinin helak olmasına, bedenin bazısının yok olmasına, kendisine saldırılmasına, kendisine eziyet edici bir darbe vurulmasına, kaçırılmasına, esir olmasına veya yırtıcı hayvanların saldırısına maruz kalmasına korkması(dır), bu halde bu gibi durumlara maruz kaldığı camilere gitmeyi terk edebilir.

ب) أن يخاف المرء ضياع ماله إذا ذهب إلى أداء صلاة الجمعة والجماعات، بل إن الفقهاء قالوا بجواز ترك الجمعة إذا خاف من أن تأكل السباع دابته، أو نحو ذلك.

b) Cuma veya cemaat namazını eda etmeye gittiğinde malını kaybetmesinden korkması, hata fıkıhçılar, kişinin yırtıcı hayvanlarının onun bineğini yemesinden veya ona benzer şeylerden dolayı cumayı terk edebileceğini söylemişler.

ج)أن يخاف على أهله وولده، كأن يكون في بيته طفل لا يجد من يرعاه وهو يخاف من تعرضه للأذى، أو يخشى أنه لو صلّى الجمعة يموت قريبه في غَيبَتِهِ دون إسعافه، أو تلقينه الشهادة أو نحو ذلك.

c)Kişinin ailesi ve çocukları üzerine korkmasıdır, evinde çocuk olup da bakacak kimsenin bulunmaması, o da çocuğuna eziyet veren şeye maruz kalmasından korkması, veya şayet ki cuma namazını kıldığında o bulunmadığı vakitte akrabasına yardım etmeksizin şehadet kelimesini telkin etmeksizin akrabasının ölmesi ve buna benzer durmlar gibi...

وقد توفرت الأدلة المعتبرة على أن وجوب الجمعة مشروط بما إذا لم يكن على الإنسان ضرر في نفسه، أو ماله، أو أهله، منها قوله تعالى:( وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ)، وقوله تعالى:( يُرِيدُ اللَّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ).

Muteber deliller,cuma namazının vacipliğini insanların nefislerine ,ailelerine ve mallarına zarar olmamasına bağlı olduğunu sağlamıştır. Allah'u Teâlâ'nın şu sözü: "(Allah), dinde sizin üzerinize hiçbir zorluk kılmamıştır." Ve şu sözü de: "Allah size kolaylığı ister, size zorluğu istemez." Bu kısımdandır. 

قال ابن قدامة: " ويعذر في ترك الجماعة والجمعة الخائف لقول النبي : " مَنْ سَمِعَ الْمُنَادِيَ فَلَمْ يَمْنَعْهُ مِنْ اتِّبَاعِهِ عُذْرٌ قَالُوا: وَمَا الْعُذْرُ؟ قَالَ: خَوْفٌ أَوْ مَرَضٌ"، والخوف ثلاثة أنواع "خوف على النفس، خوف على المال، خوف على الأهل".

İbn-i Kudame diyor ki " peygamber (sav)'in şu sözünden dolayı: " Kim müezzini duyupta ona tabi olmaktan bir özür alıkoymassa ," sahaber dediler ki : özür nedir? Peygamber (sav) buyurdu:"korku veya hastalıktır", korkan kimse Cuma namazını ve cemaatı terk etmede mazur görülür. 

وبناء على ما سبق فيجوز ترك الجمعة والجماعة عند انتشار الأوبئة مثل (مرض كورونا أو كوفيد- 19)، لأنها مخيفة، ولكن ذلك مشروط بأن يكون الخوف محققاً، وليس مجرد وهم؛ لأن ترك الواجب لا يجوز إلا عند غلبة الظن، أو طلب أولي الأمر وأهل الاختصاص.

Geçen bilgilere binaen, "Corona hastalığı veya Covid-19 " gibi bulaşıcı hastalıklar yayıldığında cuma ve cemaat namazını terk etmek caizdir, çünkü o korkutucudur, fakat bu da ,kuru bir vehim olmamakla korkunun bulunmasına bağlıdır; Çünkü vacibin terki ancak zannın üstün gelmesiyle, yetki sahipleri ve uzman kişilerin talebiyle caizdir.

أما إقفال الجوامع فلا يجوز في نظري إلا إذا انتشر الوباء، وصدر أمر من أولي الأمر بذلك،

Camileri kilitlemeye gelince; bana göre vebanın yayılması ve yetkili makamlardan bunun hakkında bir emir yayınlamanın dışında caiz değildir, 

والمعيار في ذلك هو صدور أوامر حكومية أو صحية بغلق المدارس والجوامع،

Buradaki ölçü, hükümet veya sağlık yetkililerin okulları veya camileri kapatma emirlerinin yayınlamasıyladır.
 
وعندئذ يجوز غلق المساجد في المدن والمناطق التي يخاف من انتشار الوباء فيها وصدر أمر بغلقها فيها،

O zaman, kendisinde vebanın yayılma korkusu olan şehirlerin ve bölgelerin camileri ve o şehirlerde kapatma emri yayınlanan camileri de kapatılması caizdir.

أما بقية المناطق التي لم تغلق فيها المدارس والجوامع فيجب أن تبقى المدارس والجوامع مفتوحة.

Okulları ve camileri kapatılmayan Geri kalan bölgelere gelince, camileri ve okulları açık olması vaciptir.

منع العمرة والحج بسبب الوباء:

Bu vebadan dolayı Hac ve umreyi yasaklamak: 

لم يسجل التاريخ –حسب علمي – أن فريضة الحج قد تعطلت كلياً بسبب الطاعون ونحوه،

Bildiğim kadarıyla tarih, hac farizasını mutlak bir şekilde Ta'un ve benzeri vebalardan dolayı durdurduğunu kaydetmemiştir, 

لكن تعطلت بسبب القرامطة لعدة سنوات، لأنهم منعوها إبان حكمهم البغيض كما تعطلت في بعض البلدان بسبب الطاعون والوباء في بعض الأحيان،

Fakat bazı ülkelerde bazı zamanlarda Ta'un ve vebadan dolayı Hac farizasına ara verildiği gibi , Karmatilerlerin çirkin hükümleri esnasında birkaç yıl hac farizasını yasakladığı için ara verildi, 

بل إن ابن كثير ذكر في (البداية والنهاية) من أحداث عام 357 ه أن داء الماشري (الطاعون) قد انتشر في مكة، فمات به خلق كثير، وفيها ماتت جمال الحجيج في الطريق من العطش ولم يصل منهم إلى مكة إلا القليل بل مات أكثر من وصل منهم بعد الحج.

Hatta ki İbn-i Kesir "El-Bidaye ve El-Nihaye" eserinde Hicri 357 yılının olaylarını şöyle ifade ediyor: "Mekke'de ukde hastalığı(Ta'un) yayıldı, birçok kimse o hastalıktan dolayı öldü ve Mekke'de olan hacıların develeri yolda sussuzluktan dolayı öldüler, onlardan az kişi dışında Mekke'ye varmadılar hatta hacdan sonra onlardan Mekke'ye ulaşan çoğu kişi de vefat etti."

وفي عام 2009م لما انتشر انفلونزا الخنازير (H1 – N1 ) ظهرت بعض الفتاوى بمنع الحج، ولكن المملكة العربية السعودية درست الموضوع فقهياً وطبياً، وتوصلت إلى أن الخطورة ليست مؤكدة أو محققة لذلك لم تمنعه، ولكن شددت في الإجراءات الفنية و العلمية، وطلبت عدم مجيء كبار السن والمرضى ونحوهم.

Miladi 2019 yılında "Domuz gribi" (H –N1) yayıldığında hac farizasını yasaklayan bazı fetvalar ortaya çıksa da, suudi arabistan krallığı konuyu fıkhi ve tıbbi boyutunu iyice araştırarak tehlikenin mutlak/kessin veya mevcut olmadığına vararak hac farizasını yasaklamadılar, fakat teknik ve ilmi önlemleri sıkı yaparak yaşı büyük, hasta ve benzerlerinin haca gelmemesini istediler.

وفي هذا العام 1441ه (فبراير 2020م) صدرت أوامر بمنع العمرة إلى أجل غير مسمى بسبب خطر وباء كورونا وانتشاره كإجراء وقائي.

Hicri 1441(miladi 2020 Şubat) yılında önleyici tedbir olarak Corona vebası ve yayılmasından ötürü belli olmayan bir süreye kadar umre yasaklanması hakkında bazı emirler yayınlandı.

محاولة منع الحج عام 1316ه بسبب انتشار الكوليرا من قبل المخابرات الفرنسية; 

Hicri 1316 yılında Fransa istihbaratı tarafından "Kolera" hastalığının yayılmasından ötürü hac yasaklanma girişimi yapıldı;

كانت فترة الحج خطيرة بالنسبة للمستعمرين المحتلين، لأن عامة الحجيج يلتقون بالعلماء والمفكرين ودعاة الجامعة الإسلامية،

Hac süresi sömürgeciler ve işgalciler için tehlikelidir, çünkü bütün hacılar; alimlerle, İslam düşünürleriyle ve İslam üniversitesi davetçileriyle karşılaşırlar, 

لذلك حاولت المخابرات الفرنسية منع المسلمين من سكان المستعمرات التابعة لها من الذهاب إلى الحج بدعوى الخوف من الإصابة بمرض الكوليرا ،

Bunun için, Fransa istihbaratı müslümanları kendisine bağlı sömürgeci halkın kolere hastalığına yakalanma korkusu iddiasıyla hac'a gitme yasaklaması girişiminde bulundu, 

وقد ذكر السيد محمد رشيد رضا موقف المملكة المصرية من ذلك قائلاً: " اجتمع مجلس النظار ( أي مجلس الوزراء في مصر ) اجتماعاً خصوصياً للمذاكرة في أمر منع الحج الذي يراه مجلس الصحة البشرية ضرورياً لمنع انتقال الوباء من بلاد الحجاز إلى مصر،

Muhammed Reşid Rıza efendi Mısır ülkesinin konumunu şöyle diyerek zikretti: " Mısır'da bakanlar kurulu, insan sağlık kuruluna göre zaruri bir şekilde vebayı Hicaz ülkesinden Mısır ülkesine taşımayı engellemek için hacı yasaklama emri hakkında müzakere etmek için özel bir şekilde toplantı yaptılar, 

ولما كان المنع من الحج منعاً من ركن ديني أساسي لم يكن للنظار ( أي الوزراء ) أن يبرموا أمراً إلا بعد الاستفتاء من العلماء،

Hac yasaklaması dinin temel bir rüknü olduğundan bakanlar kurulu âlimlerden fetva aldıktan sonra (hac'ın yasaklamasına) hükmedebilir, 

ولهذا طلب عطوفة رئيس مجلس النظار لحضور الاجتماع صاحب السماحة قاضي مصر، وأصحاب الفضيلة شيخ الأزهر، ومفتي الديار المصرية، والشيخ عبد الرحمن النواوي مفتي الحقانية، والشيخ عبد القادر الرافعي رئيس المجلس العلمي سابقاً،

Bundan dolayı bakanlar kurulunun başkanı bakanlar kurulunun, Mısır'n hoşgörü sahibi olan kadısı, fazilet sahibi olan Ezher Şeyhi, Mısır ülkesinin müftüsü, Hakkaniyet müftüsü olan Şeyh Abdurrahman Nevavi ve geçen ilim meclis başkanı olan şeyh Abdülkadir Er'Rifa'inin toplantısında bulunmayı talep etti.

وتذاكروا مع النظار، وبعد أن انفضوا من المجلس اجتمعوا وأجمعوا على كتابة هذه الفتوى وإرسالها إلى مجلس النظار، وهي بحروفها: " الحمد لله وحده.. لم يذكر أحد من الأئمة من شرائط وجوب أداء الحج عدم وجود المرض العام في البلاد الحجازية، فوجود شيء منها فيها لا يمنع وجوب أدائه على المستطيع.

Bu alimler bakanlar kuruluyla müzakere ettiler, meclisten ayrıldıktan sonra toplanıp ve bu fetvayı yazıp meclis kuruluna göndermek için icma ettiler, o fetva harfiyyen şöyledir: " Bir olan Allah'a hamd olsun. İmamlardan hiçbiri Hicaz ülkesinde hacı eda etme şartlarından genel hastalığın olmamasını zikretmemiştir, o şartlarda hacın vacipliğini yerine getirmeye güç yetiren kişilere hac'ın yasak olmadığını bulmuşlar.

وعلى ذلك لا يجوز المنع لمن أراد الخروج للحج مع وجود هذا المرض متى كان مستطيعًا.

Böylece bu hastalık bulunmasıyla kişi muktedir olduğunda hac'a gitmek istediğinde ona (hacı) yasaklamak caiz değildir.

وأما النهي عن الإقدام على الأرض الموبوءة الواردة في الحديث، فمحمول على ما إذا لم يعارضه أقوى، كأداء الفريضة، كما يستفاد ذلك من كلام علمائنا.
حرر في 2 ذي القعدة سنة 1316 هـ.
هذا والله أعلم، والحمد لله رب العالمين

Hadiste geldiği gibi bulaşıcı hastalıkların olduğu yere girmenin yasak olmasına gelince , Alimlerimizin sözlerinden istifade edildiği gibi o'na farzı yerine getirme gibi daha güçlü bir delil muhalefet etmediğine mahmuldur.Bu fetvayı Hicri 1316 zilkade ayının 2'sinde yazmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun, fetva budur Allah daha iyi bilir.

ولكن الراجح هو أنه إذا انتشر الوباء قطعاً أو تحقق غلبة الظن ( من خلال الخبراء المختصين) أن الحجاج، أو بعضهم يصيبهم هذا الوباء بسبب الازدحام، فيجوز منع العمرة أو الحج مؤقتاً بمقدار ما تدرأ به المفسدة،

Fakat ağır basan görüş; izdihamdan dolayı hacılara veya bazılarına bu vebanın isabet edip (yetkili uzman kişilerin aracılığıyla) kesin olarak veya şüphe üstünlüğünün mevcut olmasıyla veba yayıldığında geçici olarak bozgunculuğu def edecek miktarda hac ve umreyi yasaklamak caizdir, 

وقد اتفق الفقهاء على جواز ترك الحج عند خوف الطريق،

Fıkıhçılar, yol korkusu olduğunda hac'ı terk etmenin caiz olduğuna ittifak etmişlerdir, 

بل إن الاستطاعة لن تتحقق إلا مع الأمن والأمان،

Hatta (hac'ı) yapabilme gücü ancak güvenlik ve emniyet sağlandığında olur, 

ولذلك فإن الأمراض الوبائية تعد من الأعذار المبيحة لترك الحج والعمرة بشرط أن يكون الخوف قائماً على غلبة الظن بوجود المرض، أو انتشاره بسبب الحج والعمرة، 

Bundan dolayı, bulaşıcı hastalıklar; hastalığın bulunması, hac ve umreden dolayı yayılmasından oluşan korku, şüphenin ağır basmasına kaim olmasıyla hac ve umreyi terk etmek için mubah özürlerden sayılır, 

وأن ذلك يقدره أهل الاختصاص من الأطباء، ويصدر بشأنه قرار من المملكة العربية السعودية بالنسبة للمنع،

Bu da yasaklamaya nisbeten, doktorlardan uzman kişilerin takdir ettiği ve onun hakkında suudi arabistan krallığının yayınladığı karardır, 

وفي حالة إبقاء الحج أو العمرة مفتوحاً فحينئذ يعود التقدير إلى الدولة التي ظهر فيها الوباء بمنع حجاجها أو معتمريها من أداء الحج خوفاً من نقل الوباء إلى جموع الحجيج والمعتمرين بناء على تقدير جهات الاختصاص في كل بلد.

Hac ve Umre'yi açık bırakma halinde, her ülkede ki uzman kişilerce vebanın çıktığı ülkede bu vebayı bütün hacılara ve umrecilere nakletme korkusu için hacılarını ve umrecilerini hac vazifesini eda etmesini yasaklama takdiri onlara döner.

ثامناً: الأدعية والتضرع إلى الله تعالى:

SEKİZİNCİ: 

Dualar ve Allah'a Yalvarma: 

ومع الأخذ بالعلاج المطلوب طبياً، يستحب أن يكثر المسلم عند وجود الأوبئة الإكثار من الأدعية الآتية:

Müslüman kişilerin, bulaşıcı hastalıklar bulunduğunda istenilen tıbbi tedaviyi almakla altta gelen duaları çok yapması müstehaptır: 

• (قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَا ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ).

• (De ki : Allah'ın bize yazdığı şeyin dışında hiçbir şey bize isabet etmez, O bizim mevlamızdır, müminler Allah'a tevekkül etsinler).

• (بسم الله الذي لا يضر مع اسمه شيء في الأرض ولا في السماء وهو السميع العليم) ثلاث مرات أو أكثر، ورد في الحديث أنه من قال الدعاء السابق "ثلاث مرات لم تُصِبهُ فُجأَةُ بلاء حتى يصبح، ومن قالها حين يصبح ثلاث مرات لم تُصِبهُ فُجأَةُ بلاء حتى يمسي".

•(İsmi anıldığında, yerde ve gökteki hiçbir şeyin zarar vermeyeceği, her şeyi işiten ve bilen Allah'ın adıyla (derse, ona hiçbir şey zarar veremez)), bu duayı üç kere veya daha fazla söylemek, hadiste de geldiği gibi : " kim geçen duayı akşam üç defa okursa sabahlayana kadar ansızın olan hiçbir musipet ona isabet etmez, ve her kim sabah bu duayı üç kere okursa akşamlayana kadar ansızın olan hiçbir musipet ona isabet etmez." 

• (أعوذ بكلمات الله التامات من شرّ ما خلق) ورد في الحديث الصحيح أنك إذا قلته "لم تضرّك" أي لم تضرك شرور الخلق.

•(Ben, yarattıkların şerrinden bütün (mükemmel) kelimeleriyle Allah'a sığınıyorum.) Sahih bir hadiste gelmiştir ki bu duayı okuduğun da "O şey sana zarar vermezdi."(yani, yarattıkların şerleri sana zarar vermezdi.) buyurdu.

•قراءة سورة الإخلاص ثلاث مرات، والمعوذتين ثلاث مرات، عند الصباح وعند المساء، وردت باستحبابها أحاديث ثابتة.

•İhlas ve Muavvizzeteyn sürelerini sabah ve akşam vakitlerinde üç kere okumak, onların müstehap olmasında sabit hadisler gelmiştir.

• (اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْعَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ، اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ فِي دِينِي وَدُنْيَايَ وَأَهْلِي وَمَالِي، اللَّهُمَّ استُرْ عَوْرَاتي، وآمِنْ رَوْعَاتي، اللَّهمَّ احْفَظْنِي مِنْ بَينِ يَدَيَّ، ومِنْ خَلْفي، وَعن يَميني، وعن شِمالي، ومِن فَوْقِي، وأعُوذُ بِعَظَمَتِكَ أنْ أُغْتَالَ مِنْ تَحتي).

•(Allah'ım! Dünya da ve Ahirette senden afiyet/sıhhat istiyorum, Allah'ım! Dinimde , dünyamda , ailemde ve malımda senden bağışlanma ve afiyet istiyorum, Allah'ım! Ayıplarımı ört, güzelliğimi/korkaklığımı emin kıl, Allah'ım! Önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden beni koru ve altımdan suikast ile öldürülmekten azametine sığınırım.)

• (لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ) حيث ورد فيه "فإنه لن يدعو بها مسلم في شيء إلا استجيب له "

•(Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum.) Bu dua hakkında varid olan hadis : "Herhangi bir şeyde müslüman kimse bu duayla dua ederse duası kabul olunur." 

• (اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ زَوَالِ نِعْمَتِكَ، وَتَحَوُّلِ عَافِيَتِكَ، وَفُجَاءَةِ نِقْمَتِكَ، وَجَمِيعِ سَخَطِكَ).

•(Allah'ım, verdiğin nimetlerin gitmesinden, verdiğin sağlığın değişmesinden, ansızın cezalandırmandan ve gazabını gerektirecek her şeyden sana sığınırım.)

• (اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْبَرَصِ، وَالْجُنُونِ، وَالْجُذَامِ، وَمِنْ سَيِّئِ الأَسْقَامِ).

•(Allah'ım! Alaca hastalığından, aklımı yitirmekten, cüzzamdan ve (diğer) kötü hastalıklardan sana sığınırım.)

الإكثار من قراءة القرآن الكريم، والذكر والتسبيح والصلوات على رسوله الكريم وآله وصحبه.

Kur'an'ı Kerim'in okumasını, zikir, tesbih ve peygamber efendimiz ve onun aile ve ashabına salavatları çok yapmak.

هذا والله أعلم

Durum bundan ibaret Allah daha iyi bilir.

كتبه الفقير إلى ربه أ.د علي محي الدين القره داغي غرة رجب الخير 1441ه.

Rabbine muhtaç olan Prof.Dr. Ali Mühyiddin el-Karadaği bu makaleyi hicri 1441 yılında hayırlı Recep ayının başında yazdı.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

İslam Haberleri