“Dünyanın ahretin tarlası olduğu” gerçeğinden hareket ettiğimiz zaman bir değeri olduğu âşikardır. Zira ahret olmazsa dünyada yapınla hiçbir şeyin bir kıymeti olmaz. Yapılan bütün hayırlar gereksiz, şerler de yapanın yanına kar kalır.
İnsanın dünya hayatında çeşitli görevleri ve duruma göre sorumlulukları vardır. İnsan kendisine verilen akıl, kalp, ruh ve bunlara bağlı olan pek çok kabiliyet ve istidatlarını nemalandırmakla mükelleftir. Yüce Allah insana akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifeli duyguları vardır. Kâmil ve mükemmel insan tüm bu duyguları kendilerine mahsus ibadetlerde istimal etmesi gerekir. (Sözler, 2004, s. 804)
Ayrıca insanın kendi nefsine, ailesine, topluma, vatana, millete ve dinine karşı görev ve sorumlulukları vardır. Sorumluluklarının bir kısmını yapıp bir kısmını ihmal etmek kemâlat değildir. Bu nedenle peygamberimiz (sav) “Ben hayatın boyunca gece uyumayarak namaz kılacağım. “Ben hayatım boyunca her gün oruç tutacağım” ve “Ben de hayatın boyunca evlenmeden dinime hizmet edeceğim” diyen sahabelerini bundan nehyetmiş ve “Allah'a yemin ederim ki, Allah’tan en çok korkan ve ona en fazla ibadet edeniniz olduğum halde bazen oruç tutar, bazen iftar ederim. Gece bazen namaz kılar, bazen uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Bu benim sünnetimdir. Benim sünnetime uymayan benden değildir” (Buhari, Nikah, 1; Müslim, Nikâh, 5) buyurmuşlardır.
İslamiyet fıtrat dini, peygamberimiz (sav) de fıtrat peygamberidir. Bu nedenle peygamberimiz (sav) ve şanlı sahabeleri dünya ve ahret dengesini kurmuş ve Allah'ın insana verdiği bütün duyguları ve latifeleri kendi amaçları doğrultusunda kendilerine ait ibadete sevk etmişler kendilerine has ibadetle meşgul ederek her cihetle Allah rızasını aramışlardır.
Peygamberimizin (sav) “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahrete” (Canan, İbrahim, Kütüb-ü Sitte, 14:481) çalışmışlardır.
Dünyaya ahret ciheti ile değer veren peygamberimiz (sav) dünyanın süs ve ziynetine, geçici servetine hiç önem vermemiştir. Hasır üzerinde yatar, hasırın izlerin eline ve yüzüne yansırdı. Kendisine yumuşak bir yatak tavsiye edenlere dünyanın mahiyetini ve ahrete vesile olduğunu ifade eden şu veciz hadis-i şerifle cevap vermiştir: “Ben kim, dünya ne? Dünya ile benim misalim, uzun bir yolculuğa çıkan ve yolculuk esnasında bir ağacın altında gölgelenen sonra yoluna devam eden bir adamın misali gibidir” (Tirmizi, Zühd, 44) buyurmuşlardır.
Hz. Ali (ra) bir sohbetinde çevresindekilere “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, ahret ise yönelmiş geliyor. Bunların her ikisinin de evlatları, sahipleri vardır. Sizler dünya adamı değil, ahret adamları olun. Sakın ehl-i dünyadan olmayın. Zira bu gün hesap yok, amel var; yarın ise amel yok hesap vardır” (Tirmizi, Rikak, 4) demiştir.
Peygamberimiz (sav) “Dünya mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir” (Müslim, Zühd, 1; Tirmizi, Zühd, 16) buyurmuşlardır. Bu bir kıyastır ve bu kıyas ahrete nispeten dünyanın durumunu tarif etmektedir. Mü’min dünyada ne kadar refah ve mutluluk içinde olursa olsun cennete ve ahrete nispeten zindanda gibidir. Kâfir de dünyada ne kadar sıkıntı ve meşakkat içinde olursa olsun ahirette göreceği azaba ve sıkıntıya nispeten cennette gibidir.
Dünya ile ahretin muvazenesi mümkün değildir. Zira bu muvazene ebedi olanı fani olana kıyas etmektir ki bu kıyas-ı maalfarıktır. Zira matematikte bir kural vardır. “Herhangi bir sayının sonsuza bölümü sıfırdır.” Bu kurala göre bir insan dünyada milyarlar sene saadet içinde yaşamış olsa ahrete nispeten hiç yaşamamış gibidir.
Bu kuraldan yola çıktığımız zaman insanın ebede intikal eden zerre kadar amelinin değeri bütün dünyadan daha değerli olduğu anlaşılmaktadır. Bütün dünyaya geçici olarak sahip olmaktan ise bir ağaca ebedi olarak sahip olmak daha değerlidir. Bu noktayı ihtar için peygamberimiz (sav) “Bir insanın ahirette bir ağacının olması veya cennette bir evinin bulunması bütün dünyadan daha değerlidir” buyurmuşlardır. Evet, “Âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur, madem ebedidir; yeryüzünü dolduracak muvakkat bir nurdan daha çoktur.”
Buradan bir başka noktaya daha bakabiliriz. O da peygamberimizin (sav) amellerin sevabı noktasındaki ifadeleridir. Nitekim bu noktadan baktığımız zaman “İki rekât namazın sevabı bütün dünyadan daha değerlidir.” Bir vakit namazı kaçırmak ve vaktinde kılmamaktan doğan zarar bütün varlığını ve dünyayı kaybetmek kadar büyüktür.
Madem hakikat budur; insan dünyanın bütün meselelerini ahrete mal etmek için çalışmalı, Allah için işlemeli ve ne yaparsa Allah için yapmalı ta ki ahrete mal etmeye çalışmalıdır. Peygamberimizin (sav) “Nerede olursan ol, Allah’tan kork ve kötülüğün arkasından iyilik yap ta ki onu imha etsin. İnsanlara güzel ahlakla muamele et” (Tirmizi, Birr, 55) hadisini kendisine rehber edinmelidir.
İmam-ı Gazali hazretleri “İnsanlar kazanç konusunda üç nevidir. Birincisi, dünyaya dalmış ve ahreti unutmuştur. Bu insan helak olmuştur. İkincisi, ahret telaşı ile dünyayı terk etmiştir. Bu da zafere ulaşmıştır. Ancak bunun için dünyaya ait bir kısım vazifeleri ve Allah'ın kendisine yüklediği ibadetleri yapamadığı için insan-ı kâmil olma şerefini kaybetmiştir. Üçüncüsü ise, ahreti kazanmak için dünya ile meşgul olmuştur. İşte bunlar sahabelerin yolunda olanlardır ve “İnsan-ı Kamil” bunlardır, “Salih olanlar” bunlardır. Bunlara “Muktesit” denir. Dünya ve ahret dengesini kuran işte bunlardır. İktisat denen dengeli bir hayat süren ve adaletle her şeye hakkını verenler bunlardır” der. (İhya-i Ulum, 2:159)
Sonuç olarak insan Allah'ın kendisine ihsan ve ikram ettiği dünya nimetlerini Allah namına almalı ve Allah yolunda sarf etmeli. Dünyaya dünya kadar, ahrete de ahret kadar değer vermeli, dünyayı Allah'ın eseri ve sanatı, nimeti ve ihsanı olarak görmeli daha iyilerine talip olmak ve ebedi nimetlere sahip olmak için dünyayı ahretin tarlası olarak görüp ekip biçmelidir. Yani adaletin gereği olan “her hak sahibine hakkını, her duygu ve organa hakkını vermeli ve böylece Allah'ın kendilerini övdüğü “Muktesitlerden” olmaya çalışmalıdır.