Dünyanın en sakin ve en zengin ülkelerinden biri olan Norveç’te adamın biri çıkıp onlarca genci soğukkanlı bir biçimde kurşuna diziyor.
İnsanlık tarihinde az bulunur bir vahşetle işlenen bu cinayetten önce bin beş yüz kişiye mektup gönderip “eylemine” destek istiyor.
Müslümanların ve Marksistlerin Avrupa’dan temizlenmesi gerektiğini söylüyor.
Milyonlarca insanın öleceği bir savaştan söz ediyor.
Ve, bu deliye Avrupa’nın bazı faşist partilerinden destek geliyor.
Bu destekle, “katil bir manyak” bir anda siyasi bir eğilimin temsilcisine dönüşüyor.
Avrupalı faşistler kan istiyor.
Kabaran bu faşist dalga Avrupa’nın “güvenli” hayatını altüst ediyor ama Avrupalılar sadece “siyasi” bir depremden geçmiyor.
Ekonomileri de altüst.
Yunanistan batıyor.
İtalya, Portekiz, İspanya, İrlanda, Macaristan sırada.
Kıbrıs Rumları sarsıntıyı iliklerinde hissediyor.
Fransa, Almanya, İngiltere bu süreci yara almadan atlatmaya çalışıyor.
Dünyanın en güçlü ülkesi olarak bilinen Amerika ise “borçlarını ödeyememe” ihtimaliyle karşı karşıya.
Demokratlarla Cumhuriyetçilerin iktisadi “reçeteler” konusundaki çekişmelerini bütün dünya endişeyle izliyor çünkü
Amerika’nın sendelemesi bütün dünyayı tökezletecek.
Herkes gelmekte olan büyük krizi konuşuyor.
Afrika’da ise 12 milyon insan açlık ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıya.
Her gün onlarca çocuk açlıktan ölüyor.
Gelişmiş dünya 1,5 milyar dolar bulup o insanları kurtaramıyor.
Arap ülkeleri ise yeni bir düzen kurabilmek için çabalıyor.
Tunus’u, Libya’yı, Mısır’ı, Sudan’ı kimin yönettiği, buralarda ne tür yönetimlerin oluşacağı henüz belli değil.
Suriye iç savaşın eşiğinde dolaşıyor.
Afganistan ise bitmeyen bir savaşı yaşayıp duruyor.
Bütün bunların her birini “münferit” olaylar olarak ele alıp değerlendirmek herhalde çok mümkün değil.
Dünyayı tümüyle etkileyen bir değişimden geçiyoruz.
Bir çağdan bir çağa atlanıyor.
Bildiğimiz bütün değerler, kavramlar, sosyal ve siyasal ilişkiler, “gelişmişlik ve gelişmemişlik” ölçütleri, zenginlikler, alışkanlıklar değişecek.
Gelecek olanı, geçmişin kavramlarıyla anlamak imkânsız.
Hayatın değişim süratini, kullandığınız aletlerin sürati belirler genellikle.
El tezgâhlarında halı dokuyorsanız, hayat bir el tezgâhının hızında yaşanır ve o hızda değişir.
Buharlı aletler geldiğinde hayatın yaşanma ve değişim ritmi el tezgâhlarına kıyasla çok daha hızlanır.
Bugün buharlı aletler çok geride kaldı.
İnternetin, cep telefonlarının sürati belirliyor hayatın değişim ritmini.
İnsanların düşünce tarzındaki değişim ise kullandığı aletlerin hızına erişemiyor.
Tarihin her kırılma noktasında insanlık bu sıkıntıyı yaşadı.
Şartlar hızla değişiyor ama insanın alışkanlıkları ve düşünce tarzları aynı hızla değişmiyor.
Hatta insanlığın bir parçası değişimin süratine ayak uyduramayıp çok daha gerilere doğru kaçmaya uğraşıyor.
Korkunç bir uyumsuzlukla karşılaşıyoruz o zaman.
Hayatın değişim ritmiyle, insanların eski alışkanlıkları, korkuları, istekleri çarpışıyor.
Eski alışkanlıklarını sürdürmek isteyenlerin paniklediğini görüyoruz.
Çıldırmalar ortaya çıkıyor.
Katliam yapan faşistlerle, her şey eskisi gibi sürsün isteyen öfkeli kitlelerle yüz yüze geliyoruz.
Bu sarsıntı, insanın çok ağır değişen düşünme biçimi, hayatın yeni ritmiyle uyum sağlayana kadar sürer.
İnsanlığın denge noktası, insan düşüncesinin değişim hızının, aletlerin çalışma hızıyla eşitlendiği noktadır, bu, aynı
zamanda insanlığın yeni hayata uyum sağladığının da göstergesidir.
Öyle kolayından olmaz bu.
O denge noktasına ulaşana kadar epey krizden, sarsıntıdan, katliamdan, çılgınlıktan geçeriz.
İnsanlık böyle ilerler.
Daha iyiye, hep zorluklardan geçerek varır.
Taraf