RİSALEHABER
Dünyaca ünlü tarihçi Prof. Dr. Kemal Karpat vefat yıldönümünde anılıyor. Karpat, Avrupa’da İngilizce ve Fransızca olarak yayınlanan İslam Ansiklopedisi'nde “Said Nursi” ve “Nurculuk” makaleleri yazmıştı.
Said Nursi bir önder, bir şeyh olma fikrini daima reddetmiştir
Elif Dergisi’nde Suad Alkan’ın tercüme ettiği yazıda Karpat, “Nurculuk, Said Nursi’nin bilgilerinin çoğuna Türk otoriteleri ve gazeteler tarafından verilmiş, “nurcular” ise taraftarlarına yakıştırılan isimlerdir. Bu isimler, nurculuğun diğer tarikatlardan farkı olmayan bir çeşit tasavvufçulara işaret ediyor gibiydi. Fakat bu bir yanlışlıktır. Nursi daima taraftarlarının yekvücut bir cemaat meydana getirebilmelerinden başka, kendi tarikatlarını kurma temayülünü, bir önder, bir şeyh olma fikrini daima reddetmiştir. O, onlara “nur talebeleri” ismini veriyordu. Yani kitap talebesi veya nur mektupları. Fakat “mürit”, “talebe”nin belki de en iyi çevirisidir” dedi.
Risale-i Nur talebelerinin kullandığı kardeş kelimesinin yobaz bir anlamı yok
Said Nursi’nin felsefî merkez düşüncesinin “şua dediği nur” olduğunu, Nurcuların amacının “Kur’an eğitiminin yardımıyla gerçek iman” olduğunu vurgulayan Prof. Karpat, “Nursi’nin taraftarlarınca Nur, imanın bir eşanlamıdır. Ve onların eğitimleri, ilâhî aydınlanmaya, (nurlanmaya) doğru bir yöneliştir. Kur’an eğitiminin yardımıyla gerçek imandır. Nurcuların fikirlerindeki sadakat ve öğrenme yetenekleri itibariyle onlara sevgili, dost, kardeş, talebe diye hiyerarşik organize gruplar olarak isimlendirilmeleri hiçbir delile dayanmamaktadır. Kardeş kelimesi, Risale-i Nur talebeleri tarafından daima kullanılan, Türkiye’de daima bir kişiye hitap ederken söylenen hiçbir yobazlık anlamı olmayan bir kelimedir. En azından Nurcularda bir tercih söz konusudur. Said Nursi’yi kişi olarak tanıyan ve kendisiyle uzun zaman çalışan ve yaşayanlar, onun felsefesine yeni girenlerden çok yüksek değerdedir. Normalde müzakere grupları ve onun bilgilerini öğrenenlerce her üçü senede bir alışılmış olarak periyodik toplantılar yapılır. Aslında bunlar zikir toplantıları gibi değil, daha çok dini seminerler olarak kabul edilmektedir” şeklinde yazdı.
NURCULAR İMANA BAĞLI İLKELERİ BENİMSEDİLER
Said Nursi’nin, Risâle-i Nur’u 1926’da yazmaya başladığını ve 1934’den sonra Kastamonu’da üçüncü bölümü bitirdiğini belirten Karpat yazısını şöyle sürdürdü:
“Yalnız 1950’ye kadar ilaveler yaptı. Arap harfleriyle yazıldı ama parçalar her türlü başlık altında Şualar veya Lem’alar gibi 1960-1976 Latince dağıtıldı. Bu başlıklar çoğalınca “Risâle-i Nur” ismi öne geçti. Birçok bölümler İngilizceye çevrildi ve Kaliforniya’da “Risâle-i Nur institüte of American” tarafından yayınlandı. Nursi’nin vefatından sonra bazı periyodik yayınlar ve Yeni Nesil gibi gazeteler doğdu. Matbaalar onlara hizmet etti. Doktrinleri güçlendirildi. Meselâ İstanbul’da 1983’te İstikamet broşürü yayınlandı. Bugün “Nur” neşriyatı, Türkçe, İngilizce, Almanca geniş çapta yayınlanıyor.
“Nurcuların aklı fikri, bilhassa daima açık olmayan Nursi’nin yayınlarının anlaşılmasıdır. Onlar, imana bağlı çok büyük önemi olan dinî geleneksel ilkeleri benimsediler. Fakat eğitim, ekonomik ve sosyal planda insaniyetçiliği, çok partili rejimi, dayanışmayı ve millî birliği tavsiye ediyorlar. Aynı zamanda komünizm ve kapitalizmi kınıyor ve bir ölçüde, ekonomide son zamanlardaki yönetimlerin politikalarına uygun devletin müdahalesine taraftar görünüyorlar.”
SAİD NURSİ’NİN TEK KAYGISI İNSANLAR TOPLULUĞUDUR
“Eğer Risâle genelde saygı görmüş ise bu onun dini mesajından dolayıdır. Ve onun tek kaygısı insanlar topluluğudur. Ve eğer tilmizlerinin istekleri dikkate alınırsa, nurculuğun diğer İslamî ihya hareketlerinden biri gibi, en önde ve en demokratik olarak görülmüş olması lazımdır. Ve Nursi, iman kazandırmayı deneyen ve Müslümanların sosyal ve insani çevresi olması bakımından, ilk birinci baş sırasında yer almış ve almaya hak etmiştir. O, muhtemelen milletlerarası en güçlü diriliş hareketlerinden biri, nurculuğun gerçekleştirdiği (Malezya, Pakistan) birçok İslam ve Avrupa (Almanya) ülkelerinde nurcu grupların açıklamaları, modern çağın teknik ve entelektüel, felsefî tamamen kabul edilmiş görünen, kendini tamamen dine vakfetmiş, Kur’an ve Sünnet üzerine kurulmuş bir doktrinin savunmasını yapan ilk oldu. Bununla birlikte Nursi’nin, hayranlığı üzerine, öğretilerinde ısrar ettiği reformcu ve modernleştirmeci önemini bilmemek ve şehir halkının alt tabakalarında ve köylere uzanan gelişmeler ölçüsünde halk yığınlarını bilgisiz bırakma tehlikesi de mevcuttur.”