Harari’nin ikinci kitabı da (Homo Deus) bitti nihayet. O da dört günümü aldı. Kısmen birincisinin (Sapiens) devamı ve tekrarı niteliğinde ama yine de çok enfes. Birincisini bu köşede “Harari ve Sapiens” başlığı altında yaklaşık on gün önce özetlemiştik. “Sapiens” insanın yetmiş yıllık hikayesini ele alıyordu, “Homo Deus” ise yarının kısa bir tarihini ele alıyor. Sanayi öncesi insanlığın başında kıyasıya cebelleşmek zorunda kaldığı üç bela vardı: 1-Kıtlıklar 2-Salgınlar 3-Savaşlar. Sadece veba, çiçek hastalığı ve veremden ölen insan sayısı on milyonlarca. Özellikle ortaçağ resim sanatında bu trajik manzaraları resmeden birçok anlamlı tablo bulabilmek mümkün. Bütün bunlara rağmen tıp dünyasındaki harikulade gelişmeler tam olmasa da eskiye nazaran bu belaları kontrol altına almış bulunuyor.
Veremden, vebadan ve çiçek hastalığından ölen insan artık yok denecek kadar az, ama aynı şeyi savaşlar için söylemek kabil mi? Sadece iki büyük dünya savaşında can veren insan sayısı son beş yüzyılın bütün savaşlarından daha çok. Bugün lokal anlamda başta ortadoğu olmak üzere dünyanın bazı bölgelerinde savaşlar devam ediyor hâlâ. Fakat küresel anlamda bir savaş yarım yüzyıldır yavaşlamış durumda. Bunun nedeni Sapiens’in barışçıl olması veya barışa çok bayılıyor olması değil elbet, olası bir küresel savaş durumunda yaşadığı gezegenin yok olabileceği tehlikesinden korkması. Ama korkunun ecele faydası yok.
İnsanın alamet-i farikası, yani diğer kardeş türlerine olan görece üstünlüğü çok zeki, akıllı ve olaganüstü donanımlı olması değil yalnızca, hayal yetisi sayesinde kendi cinsleriyle işbirliği yapabilecek kabiliyete sahip tek varlık olması. Bu işbirliği sayesinde nice küçük topluluk büyük kalabalıklara galip gelebiliyor. Devletler, imparatorluklar, şirketler, ordular, tüzel kişilikler hep bu işbirliğin neticesi. Harari’ye göre bunun nedeni doğal seçilim ve tesadüf. Bizce bunun asıl nedeni tevafuk, daha doğrusu takdir-i ilahi. İnsanın üstünlüğü verilmiş bir şey değil, kazanılmış bir şey, ona göre. Yakında insanın kullandığı her şeyi evcil hayvanlar da kullanacak. Evimizde beslediğimiz köpeğin de kendine ait bir facebook ve twitter hesabı olacak ki muhtemelen böyle bir durumda takipçileri bizden daha fazla olacak.
Modern insanın geleneksel insana göre arzu ve isteklerinin sınırı yok. Ortaçağda kıtlıktan kıvranan bir köylü için bir öğün mütevazi bir yemek biricik mutluluk kaynağı iken; günümüz dünyasında hali vakti yerinde, işi, evi, aşı ve arabası olan zeki bir mühendisi mutlu etmek kolay mı? Ya dünyaca ünlü bir artist ve sanatçıyı? Tarihte ilk defa çok yemekten ölen insan sayısı gıdasızlıktan ölen insan sayısından daha fazla. Onun için modern insan ölümsüzlük ve ebedi gençlik peşinde. Yaşlanmayı önleyen tıbbi gelişmeler çoktan başını almış gidiyor. Ne acıdır ki, bunların büyük bir kısmından zenginler yararlanabiliyor. Fakirlerin payına düşense her zaman olduğu gibi sabretmek ve umutsuzca beklemek. Klasik tıbbın amacı hasta insanı iyileştirmek iken; modern tıbbın amacı iyi insanı geliştirmek. Ama bu gelişim nereye kadar? Elbetteki süperman olana kadar.
Şöyle şaşırtıcı bir soru soruyor yazarımız: “İnsanlar ölüme ve yaşlılığa çare bulsa ve bugün günlük olarak herkesin kullandığı antibiyotikler gibi bu çare ucuz olsa, yaşama ölüm sonrasını okuyarak (eskatoloji) anlam veren Hıristiyanlık, İslam ve Hinduizm gibi dinler ne yapacak, müntesiplerine ne vaat edebilecek?"
Biz inananlara göre böyle bir şey olmayacağı için bu soru şaşırtıcı ama anlamsız. İnsanlığın birikimi bunu yapmaya kâdir olsa bile Allah’ın böyle bir şeye izin vermeyeceğine inanıyoruz. Ne ki bu inancımızın sübjektif olduğunu kabul ediyor ve yerleşik bir kalıbın içinden yapılan açıklamaların özgür düşünen zekaları tatmin etmeyeceğini de biliyoruz.
Sadece semavi dinler değil, Budizm, Hinduizm, Sosyalizm, Komünizm, Liberalizm, Hümanizm gibi dinlerin de Sapiens’in inanılmaz başarıları karşısında durması ve dayanması çok zor, Harari’ye göre. Eğer uygun bir uzlaşma zemini arayıp bulmazlarsa terk-i silah etmeleri kaçınılmazdır. Her çağ insanı sarıp sarmalayan bir anlam örgüsüne sahip. Bu anlamların birçoğu insan hayalinin ürünü. Ne câlib-i dikkattir ki, sonraki çağlarda bu anlamların anlamsız olduğunu görmek zor değil. Mesela kılıcını bilemiş gözü pek bir şovalyenin Haçlı Seferlerine hahişle katılmak istemesindeki tek anlam: birkaç Müslüman bedeni parçaladıktan sonra Meryem Ana’nın kucağında cennette gözlerini açmak. Izdıraba anlam verdiği için bir fantezi ile yaşamak gerçeklikten çok daha kolaydır. Din ve bilim çatışmasının özeti her defasında dinin bir adım geri atmak zorunda kalmış olmasıdır" der.
Sapiens’in en korkunç keşfi yaklaşık dört milyar yıldır organik olan yaşamı inorganik olana taşıması. Böylece gezegenimiz biricik yaşam alanı olmaktan çıkıyor. Yapay zekalar, sayborglar, metrixler, terminatörler bilimin yeni icatları karşısında çok hafif kalan şeyler. İnsanların organizmaların aslında birer olgaritma olduğunu keşfetmesiyle birlikte çok uzak olmayan bir gelecekte eczacılık, doktorluk, bilgisayar mühendisliği, pazarlamacılık, banka memurluğu, öğretmenlik, kütüphanecilik, arşivcilik, hakemlik, inşaat işçiliği, denizcilik, marangozculuk gibi meslekler tarihe karışacak. Şimdilik yakayı kurtarabilen tek meslek arkeoloji. Üst sürümlerimiz olan Homo Deus’lar Sapiens’lere olan ihtiyacı ortadan kaldıracak ve bu durum eğer doğru denetlenmezse insan türünün sonu olabilecek. Bu gidişle algoritmik bir üst sınıfın ortaya çıkması an meselesi.
Geleceğin dini Dataizm (veri, bilgi) olacak diyor, Harari. Filozof Bacon yıllar önce “bilmek egemen olmaktır” demişti. Dataizm bu egemenliğin zirvesi. İnernet, Facebook, Twitter, Mindows, Cortana gibi ağlar her yönüyle insanı kuşatacak, onun yerine kararlar alacak, bilinçten geçen şeyler anında okunabilecek, kısaca algoritmalar (makine) organizmalara (canlılar) hakim olacak. Dünyaca ünlü santranç şampiyonu (Garry Kasparov) yapay zeka (Deep Blue) ile yaptığı müsabakada mağlup oluyor artık. Çin’de oynanan ve santraçtan çok daha karmaşık olan “Go” adlı oyunda Güney Kore Go şampiyonu olan Lee Sedol, rakibi yapay zeka olan AlphaGo karşısında 4-1 gibi ezici bir mağlubiyet alıyor. Bunun anlamı insanın gezegendeki üstünlüğünü kendi mahsulü olan bir üst sürüme kaptırmış olması demek.
“Ama bizler şiir yazıyoruz, şarkı söylüyoruz, yani adına sanat denen ve sadece bize has olan bir eğlencemiz var” diyen romantik ve hümanistler sevinmesin hemen, çünkü yapay zekalar Beethoven’ın Dokuzuncu Senfonisini en kabiliyetli musikişinaslarımızdan daha mükemmel icra ediyor. Sapiens için efendilik devri bitmek üzere. Aslında bu akıbeti kendisi hazırladı, bindiği dalı kendisi kesti. İhtiraslarına, iştihalarına hakim olmadığı için. Daha fazla üstünlük, daha fazla bilgi, daha fazla hakimiyet, yani kanaatsizliğin sonu yokluk ile burun buruna gelmek oldu.
Eser, baştan sona “insanlar kendi elleri ile işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı” mealindeki Rum Suresi 41. Ayet-i Kerimesini tefsir ediyor sanki.
Hâsılı, Homo Deus’un bu korkunç ilerleyişine ilahi bir müdahale olmazsa eğer, sadece bir ülkenin değil, koca dünyanın en büyük sorunu “beka sorunu” olacak gibi görünüyor.